Türkiyedeki güncel siyaset biliminde kadim dönem göçebe topluluklar ve yerleşik topluluklar çelişkisinin sosyolojik izleri görülüyor.
Dünya; kuruluş dönemlerinde açığa çıkan insiyakları, çelişkileri ve sosyo-politik yarılmaları ısrarla günümüze taşıyor.
Çin havzası sınırlarından Ortadoğu sınırlarına kadar uzanan koridorun steplerinin ve bozkırlarının tozunu kaldıran halklar gittikleri her yerde hala ürkek bir sosyal karakter sergiliyorlar.
Göçebe karakterliler aldıkları ilk vahyin güdüsüyle sonunu bilmedikleri bir yöne doğru batı ekseninde bir istikamete önü alınmaz istek gösteriyorlar.
Meskensizlik olarak kendini belli eden ontolojik dezavantajlarını Nizamı Alem formatıyla biçimlendirmeye çalıştılar/yorlar.
Nizamı Âlem ülküsünün soğuk jargonu İslamın İlayı Kelimetullah diskuru gibi aşkın bir amaç ile muhteşem bir örtüşme yaşadı. Badiye Araplarının İslamla yaşadıkları inkişafa benzer bir sıçramayı herhangi başka bir fırsatla yakalamaları mümkün değildi.
Kastımızın tamamını içine alan katmanlı anlam zenginliğiyle kurucu Türklük ufku, bu şekliyle tarih sahnesinde kalıcı bir şekilde yer alacağına ikna oldu.
İslamiyetin kavmiyetçiliği sadece ve sade bir tanım unsuru olarak görmesi ve ırk olgusuna ekstra değer vermemesi savaşçı kabilelerin aslında kabullenebileceği bir öğreti değildi.
Irk asabiyesiyle hareket eden topluluklar, evrensel anlamda milletlerin kardeşliğini benimsemekte zorlandılar.
İslamiyet o toplulukları bu temelde ikiye böldü.
Takva temelinde örgütlenmeyi kabullenen sosyal ve siyasal mukim medeniyet teorisi, ırk temelinde örgütlenip geri kalanları bu hegemonik çatı altında toplamayı salık veren kabileci, yağmacı ve göçer medeniyet teorisini kesin olarak yendi.
Yenilen ve ezilen bu gruplar o tarihte yok olmadılar bugüne kadar varlıklarını koruyarak yaşamaya devam ettiler.
O topluluklar; kendi benliklerini evrensel bir potada erittiği için İslamiyete karşı içsel bir itiraz taşımaktadırlar.
O toplulukların ardılları olarak bu topraklarda yer alan sosyal yapıların İslam olgusu karşısında gizli bir öç duygusu da geliştirdiklerini hissedebiliyoruz.
İslami öğretileri öncelliyenlerin tarih içindeki başarısı, Selçuklu ve Osmanlı gibi iki büyük imparatorluk tecrübesi onları sistem içinde hem ezdi, hem pasivize ederek mevcudiyetlerini kemiyet ve keyfiyet olarak kırdı.
Onları en fazla mutlu eden tarihsel evre; yenilgi, zillet ve manda dönemi de olsa Türk etnisitesini sistemin temeline koyan Türkiye Cumhuriyeti dönemi oldu. Kemalizmin kurucusu, ideoloğu ve icracıları oldular. 2000li yılarda Ülkücü camianın paradoksal olarak Ak Partiye değil CHPye yakın olmasını anlamayanlar bu noktaya el fenerlerini bir kez daha tutsunlar. Böylece Neden bir MHPli Recep Tayyip Erdoğan figüründen CHPli bir fanatikten daha fazla nefret eder? sorusunun cevabını da almış olurlar.
Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde içlerinde biriktirdikleri İslamiyet karşıtlığı ve kabileci karakteristik özellikleri patlayarak Müslümanlığın izlerini bütün detaylar da kazımak istediler. Yirminci yüzyılın başındaki İngiltere kurgulu uluslar arası konjonktürün eş talebi bu nedenle sorgusuz- sualsiz olarak kabul gördü.
Bu topraklarda ezanı bile Türkçe okuttular, hatta Kuranı Kerimi yaktılar. Bu coğrafyada nasıl olur da bu tarz insanlar çıkar? sorusunun ne kadar sık sorulduğunu hatırlayınız.
Gerisini ve ilerisini hiç düşünmeden Türkçe dilinden başka bütün dillerin yasaklanması ve Misakı Milli sınırları içinde herkesin kendini Türk olarak tanımlaması projelerinin en gözü kara savunucusu oldular. Dozer olup Türklük harcı harici her şeyi acımasızca ezmekte sakınca görmediler.
İslami terminoloji ile konuyu genişletecek olursak, İslamiyet karşısında cahiliye ve şirk düzeni kendini Türk ırkçılığına sararak yaşama tutunmaya çalıştı. Bu topraklarda hala da böyle bir damar varlığını koruyor. Müslümanlık kültürünün bu konudaki egemen baskısını azaltması şizofrenik sosyal yapıların daha sağlıklı kişilikler sergilemesine ve toplumun daha fazla rahatlamasına hizmet edecektir.
Ülkücü dünya içinde bir grup Müslüman olmadığını söyleyememe baskısının altında ezilince kendini Türkçü Turancı olarak tanımlıyor.
Aynı şeyin günceldeki Kürt meselesinde de geçerli olduğunu fark ediyor musunuz?
Müslümanlıkla problemi olan Kürt kökenli yapılar kendilerini altını çizerek sadece Kürt vasfıyla tanımlıyorlar.
İşte bu nedenle her iki taraf başka bakış açılarla Kürt sorununun çözülmemesi için gerekli olan enstrümanların tamamına dört elle sarılmış bulunuyorlar.
Başka bir ifade ile tezimizi yenileyelim; Yeni Devletin devrimci kararlarla yürüttüğü Kürt meselesinin çözümünü engelleyenler, istemeyenler ve bugün hala silahta ısrar edenler aynı zaman da İslamiyetle problemi olan kripto ya da kripto olmayan ama ırkını her şeyden önde tutan topluluklardır.
İslamiyet devlet ideolojisi olmasın ve ümmetçilik teorisine sarılmasın konusunda ırkçı Türkçülerle ırkçı Kürtçüler aynı safı paylaşıyor.
Aktüelde Türk ırkçılığı İslamı Türk dünyası bilincinden sıyırarak İslamın kurucu ve taşıyıcı kavmi olan Araplara iade etmeye razı görünüyor. Arap milliyetçileri bunun için zaten hazırda bekliyor.
Aynı şekilde Türk ırkçılığı, Kürt meselesinde Kürtlerin farklı bir ırk olduğu vurgusuna ve temel insani hakları olduğuna şu gün bile tahammül edemeyerek ülkenin bölünmesini göze almış durumda.
Bu psikolojilerinin açığa çıkmasını engellemek için de karşı saldırı yaparak Türk milliyetçisi olmayanları, demokratik açılım siyasetçilerini vatanı bölmekle suçluyorlar.
4 Kasım 2012 tarihinde Ankara Arena Spor Salonunda yapılan MHP kongresini takip edenler kongreye bu tarihi realitelerin gölgesinin düştüğünü fark etmişlerdir.
Yurtsuz göçebe topluluklar ve kabileler halinde yaşayan halklar gibi tedirginler ve sürekli vatan vurgusu yaptılar. Bu topraklardaki varlıkları da geçiciymiş (konar göçer psikozu) gibi kendi kendilerine vehimlendiklerine tanık olduk. Birazdan başka bir atlı topluluk gelerek kendilerini buradan başka bir yere sürecek gibi mermiyi namluya sürerek eller tetikte bekliyorlar.
Sanki Alparslan bıyıklı makul bir ülkücü, kongrenin en yüksek yerine çıkıp Sevgili ülküdaşlar tedirgin olmaktan vazgeçin. Burası artık bizim vatanımız. Hatta yeni dünyada itiraz eden bile yok buna. Artık bizim de başımızı sokacağımız ocaklarımız var! deyiverse yaşanacak kısa şaşkınlıktan sonra büyük bir rahatlama olacak gibi.
Bu anlamda 725 oyla yeniden güçlü bir şekilde güven tazeleyen MHP genel başkanı Devlet Bahçelinin duası son derece manidar. Duanın Kuranda geçen ironide olduğu gibi fırtınalar gemiyi alabora etmeye başladığında ancak Allahı hatırlayıp yalvaran umutsuz tayfalar meseline benzemesini bir yana bırakalım.
Türk milleti sensiz asla ve Ne mutlu Türküm diyene cümleleriyle bitirilen konuşma metninin sonundaki duada yer alan ifadelerin hangi bilinçaltı dünyasının dehlizlerini yalayarak geldiğini de dikkate alalım:
Bizi sevgisiz, susuz, havasız ve vatansız bırakma Allahım
Bizi yersiz, yurtsuz, yarınsız ve yalnız bırakma Allahım
Peş peşe gelen kelimelerin dizilişini sırasıyla yazalım; su, hava, vatan, yer, yurt, yarın ve yalnızlık.
Bununla beraber istatistik olarak oy oranlarında azalma da olsa, marjinalleşmiş de olsalar milliyetçi hareketin genetik kodlarında değişimler yaşanmazsa ülke sorunlarının çözümü sürekli olarak büyük sancılar içinde gerçekleşecektir. Çünkü ekstremist Ülkücü camianın güneşi kendi çevresinden daha fazlasına ulaşıyor.
Bu kitle Kürt meselesini anlamadan Türkiyede Kürt sorunu tam olarak çözülmeyecektir. Recep Tayyip Erdoğanın son aylarda duyarlılaşmış politik önsezileriyle fark ettiği ve üslubunu değiştiren şeyin bu olduğunu sanıyorum.
Kürt hareketinin kapsamına ve etkisi altına girmeyen Türkiyedeki diğer büyük toplulukların tamamının akarsuyunun bir yarısı milliyetçilik ve Türklük havzasına akmaktadır.
Tarifini yapmaya çalıştığımız katmanlı anlamları olan Türklük olgusu; Balkanlardan, Kafkaslardan aldığı benzer sosyal psikolojiye sahip yoğun göçlerle iyice pekişti.
Ancak öyle görünüyor ki MHP yönetimi bu dünyayı analiz etmekten, tanımlamaktan ve Yeni Dünya, Yeni Türkiye şartlarına uyum sağlamaktan uzak.
MHP kongresi iç hesaplaşmalarının yaşandığı bir kongre olarak kendini gösterdi. Kendine konuştu. Kabilesi dışında kalan kitlelere ve Türkiyenin can alıcı sorunlarına yönelik ciddi kritikler yapılmadı. Doktrin olarak Ülkücüleri daha dar kalıplar içine sokmak isteyenlerle (Koray Aydın) , Devlet Bahçelinin yine dar, durağan, değişimci olmayan yapısı arsında gerçekleşen derin ve ciddi kavga. Bir kaşık suda kavga. Ummanı işaret eden bir akil kişi konuşma kürsüsüne çıkmadı.
Yaptığı konuşma dikkate alındığında öyle görünüyor ki Koray Aydının temsil etmeye çalıştığı Ülkücü damar kendini hala at üzerinde Kızılderili benzeri naralar atarak alanlara çıkan cengâver süvariler gibi hissetmek istiyor.
Bu mantık serbest kaldığında sadece Türk ve sadece Kürt olanlar sokak aralarında birbirlerini ateşli ve ateşsiz silahlarla vurabilirler. Ülkücü camianın akıl tutulmasının en büyük paratoneri olarak yine Devlet Bahçeli -devlet refleksi göstererek- öne çıkıyor.
Devlet Bahçelinin, gelen yoğun popülist baskılara rağmen sabırla direnerek ve mücadele vererek Yeni Devletin nüfuzunun Ülkücü camiaya sirayetine önayak olmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Konuşma metninin sert milliyetçi vurgularının yapıldığı paragraflarının alt metinlerine bakıldığında ilk algının tersine Türkçü milliyetçiliğini Kürt açılımını kabule doğru itmeye çalıştığını görebiliyoruz.
Yeni devletin inşasında Devlet Bahçelinin katkısının değeri ve önemi zaman içinde daha fazla görülecektir.
Tek başına Kürt meselesinin yakıcılığına ve kışkırtıcılığına rağmen, illegal ve silahlı Türkçü bir organizasyonun oluşmasını engellemiş olması veya buna katkıda bulunmuş olması paha biçilmez bir kıymet olarak ülke tarihine yazılacaktır.
omeraltass@gmail.com
twitter.com/altasyalvac