“Çakalları” kovmadan yüzleşme olmaz!

Bir çeşit hayvan sever sayılırım. Hatta sekiz aydır kaybolan dokuz yaşındaki Golden cinsi Duffy isimli köpeğimi hala somut adımlar atarak arıyorum.

Öteden beri doğa belgeselleri beni ekran önüne kilitler. Herkes bir şekilde doğa belgesellerinin birinde denk gelmiştir: “Aslanlar” açlıktan ölmemek için, büyük bir emekle, günler boyunca uğraşarak bir av yakalar. Ancak avlarını hiçbir zaman tek başlarına, afiyetle yiyemezler.

Kısa süre içinde etraflarında onlarca, avın yakalanmasında hiçbir emeği olmayan “çakal sürüsü” belirir.

Çakallar öyle yoğun ve habis gelirler ki bazen aslanları püskürtür avlarını önlerinden bile alırlar.

Doğa bu kadar şaşırtıcı olaylara tanıklık eder durur.

Hep düşünmüşümdür, aslanlar, en çok, ortalıkta hiç görünmeyen çakalların nasıl bir anda “av yere düşünce” bitiverdiklerine şaşırıyorlardır diye!

30 Mayıs 2013 günü Gezi Parkı’nda çadır kuran gençlerin etrafı boştu.

Protest yaşam tarzlarını ekoloji üzerinden biraz siyasallaştıran biraz eğlenceye çeviren çoğu şehirli okumuş uzun saçlı küpeli yırtık kotlu gençler yalnızlıklarından zaten memnundular. Bohem yaşam tarzlarına çok uygun, mutlu oldukları, haklı bir “davayı” kovuyorlardı.

Yüksek Kurul’un Gezi Parkı’nın yıkımına onay vermesiyle birlikte Taksim Gezi Parkı Derneği’ni kurdular.

Sivil toplum kuruluşlarından ulaşabildiklerine ve siyasal partilerin tamamına giderek kendilerine destek verilmesi talebinde bulundular.

Onlar ise destek için gelen çocukların uçarı halleri ve yaptıkları itirazların beyhudeliğine dudak büktüler.

Gezi Parkı gençleri arkalarını dönüp gittiklerinde eminim ki onlar gülümseyerek “ bu dünyada ne adamlar var ya” dediler.

Aracılarla ulaştığım Gezi Parkı planlayıcıları ile yaptığım görüşmelerimin bende oluşturduğu yorumlar bunlar.

Gezi Parkı planlayıcıları çadırlarının yakıldığı günün öğle sonrasından itibaren işin kontrolden çıktığını gördüler.

Küresel neo-liberal dünyanın Türkiye’de de bütün hoyratlığıyla temsil edildiğinden başka somut, elle tutulur, dokunulabilir hiç bir olayla (tartışılmalı) yüzleşmeyen bu batılı metropolit twitter yirmilik gençlik haklı bir şey söylüyordu.

Kimliklerinin ve yaşam tarzlarının bu anlamda hiçbir önemi yoktu.

“Taksime de AVM yapılmasın bari, Gezi Parkı yıkılarak uzun ömürlü çınar ağaçları sökülmesin.”

Onlar; 30 Mayıs ve öncesi güncelinde “makbul” ve “rantabl” bir itiraz üretememenin bedelini yani yalnızlığı yaşıyorlardı.

Bu kitlesiz protestocular daha önce hiçbirinin gündemini meşgul dahi etmezken birden bire sosyal ve siyasal ideolojik muhalefetlerin etrafına biriktikleri “öncüler” oldular.

“İdeolojik muhalefetten” başka bir şey bilmeyen örgütlerin tamamı ağızlarına yakışmayan kelime ve kavramlarla gençlerin büyük emeklerle oluşturdukları anlamlı mücadelelerini yiyorlar ve tüketiyorlardı.

Haramiler; emeği, haysiyeti ve dokunaklı itirazın etrafını sarmış onları kapıp haksızca, umarsızca kendi evlerine götürmek istiyorlardı.

Yeni Türkiye’ nin oluşumuna, ileri demokratik dönüşümlere, on binlerce ailenin ocağına ateş düşürmüş Türk Kürt barışına, askeri vesayetin kaldırılmasına, toplumsal çoğulculuğun tesisine, Gayrı Müslimlerin haklarının iadesine ve ülkenin dünyaya açılan dış politikasına, toplumun devlet ile yüzleşmesine bile karşı çıkanlar işlerini güçlerini bırakıp bu kez gezi parkına doluştular.

Pazarcılar gibi anlam ötesi anlamlar satan ticari tezgâhlarını açtılar.

Bugüne kadar yaptıkları bütün provokasyonlardan darbeci ve demokratik süreç kırıcılığı yaftasında kurtulamayanlar çok mutluydular, bu kez sakalından yakaladıklarını düşündüler.

Gezi Parkının “aslanları” sanıyorum en çok bu çokluktaki karanlık gücün nasıl bu kadar hızlı bir şekilde organize olup etraflarını sardıklarına şaşırıyorlardır!

Bir gün, gün yüzüne çıkacağını umuyorum ki, Gezi Parkı’ndaki çadırı yakanlar Türkiye’nin demokratik dönüşümünü bir nedenle hazmedemeyenlerdir.

Gezi Parkı’ndaki masum insanlara yakından ateş eden ve gerçekten şok bilinç bozan görüntülere imza atan polis terörü Kemalist askeri vesayetin tasfiye edilmesini istemeyenlerdir.

Gezi Parkı’ndaki gerekli, önemli hatta yaşamsal muhalefetin etrafını saran çakallara bir göz atın orada şunları bulacaksınız:

Ülkeyi; (sözüm ona itiraz bahanesiyle silahlı gruplar ve vandalizm ile yan yana durmaktan çekinmedikleri) kapitalizmin vahşiliğine teslim etmekte en büyük emeği olan Boyner grubu gibi beyaz sermayeler, Koç grubu teşebbüsleri, Garanti Bankası gibi profesyonel emek sömürücüleri,

Bu ülkenin askeri vesayet altında kendi içine çökmesi sürecinde tek işi rejimi savunmak olan olan CNN gibi TV kanalları, Hürriyet, Aydınlık ve Sözcü gibi toplumu gererek yaşayan sülük iletişim araçları,

Bunlara her türlü desteği verip insanları sokaklarda gösteri yapmaya teşvik ederek “Türk Baharı” yaşanıyor havası yaratmak isteyen Avrupa istihbaratları, İsrail lobiciliği, Amerikan Neo-con medyası ve düşünce kuruluşları,

Suriye’de Türkiye’nin Suriye halkının yanında olmasını hazmedemeyen savaşan devletler Rus ve Pers derin devleti uzantıları ve besledikleri yapı ve kişiler,

Türkiye’nin demokratik dönüşümü sürecinde payande olarak kullanılan Ergenekon yapılanması imasını doğrulayan marjinal sol, sağ ve bu kelimeyi kullanmaktan başka çare olmayan “İslamcılık” örgütleri,

Taksim’de ve ülkenin diğer bölgelerinde terör saldırılarını andıran görüntülerinin yaratılmasına rağmen ana akım medyanın destek vermesi ve zorlaması nedeniyle şaşırtıcı bir şekilde herhangi bir ayıklama ve amalama bile yapmadan ortaya dökülen “belli sınıfın” sanatçıları,

Tek tipçi, faşist, totaliter, ürkek iç ve dış siyaset nedeniyle rejimin kendi içinde çürüdüğünün ve sonra bunun büyük bir cesaret ve çabayla ayağa kaldırıldığının tanığı olmalarına rağmen “arsızca” bir kelime bile bu terakkiden bahsetmeden tepe üstü bu haysiyetli itiraza sarılarak haramilik yapan köşe yazarları,

En çokta Gezi Parkı olaylarını bir internet sitesine yazdığı yazıyla kritik eden büyük sosyolog Nilüfer Göle.

Nilüfer Göle’nin, “Gezi: Bir kamusal meydan hareketinin anatomisi” yazısı en manidar yazı oldu bugüne kadar, benim için.

Müslüman topluluklara bizim bizden başka dostumuz yok algısı veren dış koşulların dibidir bu yazı.

Bu yazıdan sonra gidip gelen aklım (!) artık kesin kararını verdi: Toplumları ve bireyleri neyin idare ettiği tartışmasında Hume, Hayek ve ünlü İngiliz iktisatçı Lord Keynes çizgisine dahil oldum..

Bugüne kadar hiç ci cu olmamıştım şimdi Keynesçiyim artık.

Kanaatlerdi belirleyici olan, evet.

Nilüfer Göle bir sosyolog olarak olayları incelerken bilimsel objektivizmi bırakıp sadece kendi iç dünyasına huzur veren bir kanaati deşifre ederek düşüncesinin kılcal boşluklarını Gezi Parkı olayları verileriyle dolduruyordu.

Bir kanaat oluşturmuş her olguyu o kanaat içine boca ediyor, Türkiye’nin göz önündeki sessiz büyük değişimini bir kez bile yazısında gündeme getirmiyordu bu kez.

Yazısının ruhu, “çoğunluk demokrasisi eleştirisi” tanımının yazıya zorla girdiğini saklamıyor.

Gezi Parkı’ndaki zaten samimi olan, “sıradan”, akıl almaz tüketiciliğin ve rant ekonomisinin ürettiği oldukça gerçekçi ve yakıcı bir itirazın üzerine Türkiye’nin iç devrimini sabote etmeye çalışan iç ve dış “çakal sürüsünü” (samimi ve bağımsız duygularla katılanları bir kez daha tenzih ederek) kovmadan gerçek bir diyalog, yönetişim, empati, yüzleşme ve etkin dinleme ve anlama zemini teknik olarak mümkün görünmüyor.

Kendi payıma haramileri ve çakal sürüsünü meydandan kovuncaya kadar Gezi Parkı’ndayım.

Her şeyi vülgarize ettiğiniz, itibarsızlaştırdığınız, anlamından saptırdığınız gibi Yeni Türkiye’nin daha huzurlu ve estetik kaygılar üzerine kurulmasına neden olacak bu çok önemli itirazları bu kez Tayyip Erdoğan kişiliği üzerinden harcayamayacaksınız.

Sizi kovduktan sonra sizin hayallerinizin bile alamayacağı tartışmaları biz kendi içimizde zaten yapıyorduk, yapacağız, yapmamıza da kimse engel olamaz.

Süreçlerin sert akan yatağında taştan taşa çarparak incinen gerçek “Türklük” olgusunun rehabilitasyonunu konuşacağız.

Cumhuriyetin laik vatandaş kitlesi ile Kemalist maskeli lümpen illegal askeri Ergenekon yapılanmasının eşitlenmesinin yarattığı travmaları,

Gezi Parkı olayları ardından Beşiktaş’ın gözden uzak arka sokaklarında gözlerimle tanıklık ettiğim çocukları ile birlikte tencereye vuran yaşlı nine ve dedelerin, anne ve babaların sivil protestosunun ne anlama geldiğini,

Avrupa Birliği kriterleri ve demokratik dönüşümler başlığı altında alınan kararların gereksiz bir şekilde din dili ile açıklanmaya çalışılmasının yanlışlığını,

Demokratik açılımın oluşturduğu rantın üzerine yatan Türkiye’nin, Kemalist kör zihniyetten kurtulamamış yeni bürokratik sınıfların tasfiyesini,

Sosyolojik ve psikolojik realist veriler ışığındaki bir tanımla Yeni Türkiye demokratik dönüşümünü gerçekleştiren toplumsal hareketin tartışmasız “önderi” Recep Tayyip Erdoğan’ın kimliğinin oluşturduğu itibar üzerinden kene gibi beslenerek hiçbir artı değer üretemeyen kadroları,

İtirazı iyi bilen, yıkmayı iyi bilen İslami yapılar geleneğinin inşa sürecinde kapitalist değerlerin yeniden üretilmesi dışında kayda değer bir alternatif üretememelerinin ironisini,

İstatistik verilere taparak istatistiğin dışında kalan detay hayatı ihmal eden basiretsiz perspektifleri,

Demokratik seçim ile işbaşına gelmeyi ve çoğunluğu nihai bir hedef gibi sunarak, demokrasinin insan onurunun tahakkukuna götüren “gerçekten de” bir araç olduğunu fark edememenin yarattığı tahribatları,

Bilerek yada bilmeyerek oluşan bu kez İslami vesayet imasını ve dezavantajlarını

TRT gibi kurumlarda ve daha birçok yerde samimi olmayanların ve yaşamına almadıkları İslam’ı insanların gözlerinin içine sokmalarını ve bu tutumlarındaki muttaki müminleri de irrite eden lümpenliklerini,

Recep Tayyip Erdoğan’ın Gezi Parkı olaylarından bir gün önce televizyonlara çıkıp “ne yaparlarsa yapsınlar“ şeklinde duyduğumda bütün “gardımı” bozan, üzen, mağrurane ancak Allah Teala’ya yakışan sözlerinin kimi birikimlerimizi nasıl berhava ettiğini,

Recep Tayyip Erdoğan’ın 300 yıl boyunca kaybeden Müslüman dünyanın biriken stresinin, bilinçaltı patlamasının nişanesi, somut siması olduğunu, cinin bu şişeden zaten çıktığını ve bir daha geri içeri girmeyeceği sosyo-psikolojik gerçeğini,

Yeni Türkiye’nin oluştuğunu, yabancıların bekledikleri gibi “en yeni yeni Türkiye” diye komikliklerinin yaşanmayacağını ve bundan sonra gelişecek her sosyal-siyasal olayın, dönüşümün ve gelişmenin bu başlık altında toplanacağı determinizmini konuşacağız.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s