Tane tane yazalım kapalı bir nokta kalmasın.
Birlik görünüyorlar aslında bölük bölükler.
Sürekli arkalarını kollamalarından anlıyoruz ki, yüreklerindeki korku çok daha büyük.
Temelde meşru değiller; öz iradeleriyle var olmadılar, kurgulandır, kuruldular.
Namuslu değiller; kendi ilkelerini çiğniyorlar, toplumu aldatıyorlar, Solculuğun, Kürtlüğün, Türklüğün yoluna ihanet ediyorlar.
Her biri, farklı güçlerin vesayetiyle sürece katılmıştı.
Zamanla şecaat arz ederlerken, ihanetlerini tek tek itiraf ettiler.
“Yeni” içinde kurucu rol alamayınca, inşasına katıldıkları Yeni’nin en şedit düşmanı oldular.
Kahırda birbirleriyle yarıştılar.
Tek tek yenildiler. Pare pare yapılar, şimdi birleşerek yekpare hale geldiler.
Bu birliktelikleri konjonktürel.
Siyaset felsefelerinin kökü yok, dirliklerini hile ile konsolide ediyorlar.
Normallikten yoksunlar.
Yeni bir enerji var edemeyecekler. Güçlerinin zirvesini yaşadılar. Daha ötesine varamayacaklar.
Kazanımları; tezlerinin gücünden değil “hatalarımızın” büyüklüğünden kaynaklıyor.
Bir tez geliştiremediler, hâlâ ant-i tezler.
Meşruiyet, “namuslu siyaset” sorunu ve anti-tez nedeniyle, kazanımlarını tek tek kaybedecekler.
HDP de, Geziciler ve Paralelciler gibi gayr-ı meşru limana demirledi.
Üçü de ilk başta etkili ve parlak geldi.
Bazısı sönerek yok oldu bazısı içine çöküp kara delik olacak.
Cemaat gibi, ‘hükmen tükendiği halde fiilen var olabilen varlıklar’ sınıfına dâhil olacaklar.
Doku uyuşmazlığından bünyeden atılacaklar.
Şimdi bırakın onlar, yaşanan gerileme süreçlerine ayrı ayrı zafer desinler.
“Sabredin. Kırk gün kaldı. Gidecekler” (Can Dündar, Cumhuriyet Gazetesi, 20 Eylül) şeklinde birbirlerine düzenli telkinde bulunsunlar.
Tükenmişlik sendromlarını Kürt davası ile tedavi etsinler.
Taşnakçılığı, Pontus Rumculuğu Kürtçülükle maskelesinler.
İrancılığı Alevicilikle, Almancılığı Rafizicilikle kapatsınlar.
Amerikancılığı Rojova devrimiyle ambalajlasınlar.
Örf düşmanlığını IŞİD’le perdelesinler, İslam karşıtlığını Solculukla örtsünler.
Halkı aşağılamayı devrimcilikle kamufle etsinler.
Bir kez daha görüldü ki, HDP, dört başı mamur bir darbeydi.
HDP’nin kurulduğu ilk saatlerde PKK içinde de çözümden yana olan ekibe darbe yapılıyordu.
HDP, üretiminde ‘fair play’ (dürüst oyun) olmayan komplike bir oyundu.
HDP, Suriye savaşının var ettiği jeopolitik bir hormondu.
Güneyde küçük, izafi bir imkân buldular Kuzeyde her şeyi sattılar! Gayrı meşru limana işte böyle demirlediler.
Yanlış hesap, “öz yönetim” stratejisinden geri döndü.
Kazandıkları her cepheyi hoyratça, bilinçsizce, akılsızca tek tek ellerinden düşürdüler.
Türk Solu geleneği tam bu: Her şeyi tüketmek!
Türk Solu, şimdi de Kürt milliyetçiliğinin müktesebatını zehirliyor. Ümitsizlik çukurunda kıvranan Türk Solu, Kürt solu üzerinden içi boş arkaik teorileri yeniden hayata geçirdi. Türk Solu, BDP’yi satın aldı HDP’yi kurdu. Kürt solu, HDP üzerinden Türk Sol’unun dümen suyuna girdi. İroniye bakın ki, Türk Solu, ilk fırsatta Türkiye’nin devrimci demokratik iradesine karşı cephe aldı. Savaşı başlatması için PKK’ya gel gel yaptı. Aşağılık kompleksini aşamamış, kendini ispat etmekten daha güçlü bir motivasyonu olmayan, çabuk gaza gelen, Kandil’in duygusal Kürt fıtratı bu devrimci baskıya daha fazla dayanamadı: İntihar silahı patladı!
PKK ve HDP, bölgedeki rüzgârı zaten çelişkileri ve boşlukları istismar ederek ihanetle elde etmişti.
Hile abat olmaz; PKK-HDP, Kürt’ün ve özellikle “Türk’ün” duygusunu istismar etti. Çözümün hatırını çiğnedi. Sofraya tükürdü, arkasını döndü, gitti.
İhanet ilk başta, “gerçeklik”ten daha güçlü durur ama matrixini uzun süre koruyamaz. Ne olursa olsun hile hem deforme olur hem deşifre olur.
Kendini savunmada aciz kalsa bile meşruiyet, nerden-nasıl çıktığı belli olmayan sosyolojik bir rüzgârla tüm maskeleri düşürür.
Ellerinden gelen her şeyi yapacaklar ama yenilecekler.
Onlar, yeniden çözüm masasına oturmak için bütün aracıları devreye sokacaklar.
PKK, bangır bangır, sahife sahife ayaklanma çağrısı yaptı, Kürtleri ayaklandıramadı.
HDP, Cizre’ye onbinler, yüzbinler şeklinde yürüme çağrısı yaptı. Şokla, 60-70 kişilik bir grupla kendi kendilerine yürüdüler. Kürtler kimsenin mülkü değil bunu anladılar. Kürtlerin “iç sesini” doğru okuyamadıklarını gördüler.
Sonuç alamayınca detone oldular. Slogan atamıyorlar.
Kafalarında olan ile acı gerçeğin uyumsuzluğu içinde kıvranacaklar.
Bu saatten sonra artık onlara yüz vermek olmaz!
Ne masaya oturabilirler ne de masaya çağrılabilirler, haklarını kaybettiler.
“Eğer bir insan eğiliyorsa bil ki, sana atmak için yerden taş alacaktır” diyen anne karga misalinde olduğu gibi PKK, barış istiyorsa bu yeni bir hiledir.
Son aşamaya gelinceye kadar sinsice birlikte davranan, son düzlükte arakadan vurup herkesten daha fazla ihanet eden HDP’nin samimiyetine kim inansın!
PKK-HDP, Türk solunun kuyruğuna takıldığı için Kürt Sol’undan af dileyecek.
Talimatlarını çiğnedikleri için Öcalan’dan af dileyecek.
Namuslu Sol’dan, namuslu Kürdi kadrolardan af dileyecek.
Sorunu tam olarak Gordion kördüğümüne dönüştürdükleri için Kürt’ten af dileyecek.
İstismar edildikleri için Türk’ten af dileyecek.
“Yeni devletten” af dileyecek.
Kendini tüketme pahasına elini taşın altına koyan AK Parti’den af dileyecek.
“Bu sorunu başkası çözemez” dedikleri Erdoğan’dan özür dileyecek.
PKK, bir müzakere olmadan, uluslararası kamuoyu gözü önünde kendi kendilerine koşulsuz silahlarını bırakıp “affa layık olmasak da af dilemeye geldik” diyecek.
HDP, “boş bulunduk, bazı özel nedenlerle sürece ihanet ettik, özür dileriz” diyecek.
Ve toplumun kendileri için vereceği kararı bekleyecekler!
Af dilemezlerse çözüm olmaz.
Gezi (militan Türk solu), Paralel, PKK bunlar aynı networkün karş-ı devrim kıtaları; hiç biri elini tetikten çekmez.
Onlar “yok etmek”ten başka bir güdüsü olmayan politik bir “tür”ler.
Sürecin başka akış yolu yok:
Onlar diz çökmeden bu topraklara barış gelmez!
Yeri gelir hayat, W. Shakespeare’in şiirindeki “sıcak buz” ya da teolojideki “bakire anne” ifadelerinde olduğu gibi oximoron bir varlık olur:
Oximoronumuz, “Barış Savaşı”: Tahkim edilmiş bir barış için tahkim edilmiş bir mücadelenin sonuna kadar sürdürülmesi gerekir.
Bir yerde kaos varsa, taraflardan “biri yenilmeden” istikrar gelmez.
Hedefleri, kurucu iradeyi hırpalayarak, taraftarları bıktırarak ve toplumu ikrah ettirerek yenmek.
Geri adım atmak yok.
İç çelişkilere takılı kalmak yok.
Bahanelere sarılmak yok.
Ümitsizlik yok.
Kendin için, çocukların için, kimliğin için, ülken için…