Tarihin ilk günlerinden itibaren mahalle çocukları olası ki aynı biçimde eğleniyor.
Bir akarsu bulduklarında dört-beş mahalleli bir araya gelir, sayıları kadar ağaç dalı bulur, bir-iki-üç diyerek aynı anda suya atar, kimse kendi dalından gözünü ayırmaz, coşkun tezahüratlarla birbirleriyle yarışırlar.
Kader; ağaç dalı ve suyun sırtındadır ama üzülen ya da sevinen çocuklardır.
Tüm bu öyküleri, “tarih” ve “gelecek” birlikte var ediyor.
Tarih iter, gelecek çağırır..
Bu sevkin ve davetin kesişmesi, “anı” var eder. Yaşam bu anlamda sonsuz çarpışmaların bileşimidir.
Ağaç dalını itip ana bırakan “tarihtir” o dalları andan alıp götüren “gelecek.”
Her “eşya” ikiye bölündüğünde bir yarısı tarih diğer yarısı gelecektir.
Tarih bugüne geç kalır gelecek güne erken ulaşır.
Olayların ne olacağını anlamak için sadece tarihe değil geleceğe de bakmalıdır.
Bugünün Türkiye siyasetini anlamlı kılan daha ziyade gelecek bilinci olacaktır.
“Gelecek”, bu ülkeyi neye ve nereye çağırıyor?
Bu soru, üç coğrafi temaya alan açıyor.
Dünya’nın yönü.
Bölgenin yönü.
Ülkenin yönü.
Ve aynı soru, daha başında dört ideolojik dirence çarpıyor.
Kemalizm.
Irkçılık.
Solculuk.
Dincilik.
Coğrafyanın doğası geleceğe akarken, ideolojilerin doğası geleceği “kurgulamaya” heves ediyor.
Ama sonuçta gelecek behemehâl kendi yüzüyle geliyor; tüm kurgular tarihte kalıyor.
Gelecek; bu ülkeyi bir tanıma sokmamaya, kategorize etmemeye, doğallığa, uyuma, normalliğe ve sıradanlığa çağırıyor.
Geleceğin Türkiye’sinde Atatürkçülük, Türkçülük, Kürtçülük, dincilik, din düşmanlığı, Solculuk, Ülkücülük gibi soğuk savaşın kurtuluşçu konseptleri, ‘bu bizim son kavgamız’ tapıcıları olmayacak, sadece bu nostaljileri yaşatan çok parçalı, küçük legal-illegal örgütler olacak.
Tsunami gücünde küreselleşme, umarsız neo-liberal iktisadi düzen, hızlı metropolleşme, teknoloji ve bilişimdeki baş döndüren gelişmeler, gen teknolojileri.. İnsanların pratik yaşam alanlarında peş peşe yaşadıkları ve yaşayacakları şoklar, ideolojilerin ve evrensel ülkülerin geleneksel değer, algı ve tasavvurlarının en kırılgan tabakalarını yıkıma uğratacak büyük maliyetler ödeterek kendi içlerine çökertecektir.
Doktrinler boşuna plan yapıyorlar!
Bugünkü canhıraş çabalarına, yüksek performanslarına, şişinmelerine, birbirlerini doldurup alanlara salmalarına, sömürdükleri emeklere, harcadıkları kişiliklere, akıttıkları kanlara bakıldığında beyhudeliğe acımamak mümkün değil.
Ancak görünen o ki, Devlet mevzunun özünün farkında.
Ön almaya çalışıyor.
Tarihe takılmıyor “geleceğin” çağrısına kulak veriyor.
Fıtratı bozulmamış bir insan bedeni, nasıl ki, neye ihtiyacı olduğunu beyne sinyal yoluyla bildiriyorsa bunun gibi mafyöz ve dominyon olmayan bir devlet de kendinin ve milletinin ihtiyacını görür.
Dikkatle bakıldığında Devlet, bu anlamda tek tek ve sıra sıra her ideolojiye mesafe koyuyor.
İdeolojiler arasındaki farkları katlanılabilir, olağan insani toleranslar aşamasına getirinceye, bölünmüşlüğü ve kamplaşmayı izale edinceye kadar bu müdahaleler devam edecek gibi görünüyor.
Herkes olan biteni ve yaşanan siyasi gelişmeleri önce kendi kodesinde bir gün bekletip sonra meşrebine kurban ederek tevil ettiği için realite onlara kendini göstermiyor.
Hegel’in dediği gibi: Hayata rasyonel bir gözle bakan kişiye hayat rasyonel bir bakış açısı sunar. Bu ilişki karşılıklıdır.
Oysa Devlet, pratikte hem nötr ve hem nötürleştiren bir tesviye aracı olarak vazifesini icra ediyor.
Devlet; Solu Batıcılığın elinden, İslamcılığı Selefiliğin ve Fuller İslamcılığının elinden, Milliyetçiliği Türkçülüğün elinden, Kürtlüğü PKK’nın elinden eni sonu alıncaya kadar bu rijit davaların peşini bırakmayacak.
Hiçbir fark ne yakacak ne donduracak. Her iddia ılımlı olacak. Vatanseverlik vurgusu güçlenecek.
Ortada sadece devlet ve millet olacak.
Onların bir devlet başkanı..
Sonra:
Devletin ve devlet başkanının Sol tarafında duran Solcular; devletin ve devlet başkanının Sağ tarafında konuşlanan sağcılar..
Devletin Sol tarafı ve devletin Sağ tarafı.
Yeni hali ve bu mahiyetiyle Türkiye iki partili devlet düzeninin kaldırım taşlarını diziyor.
Farkında olunmasa bile bugün her şey yerinden kalkıyor bu iki partili rejim hedefine doğru yola koyuluyor.
Günü geldiğinde her iki partiyi; artık ölüm-kalımcı ideolojiler değil edebi, sanatsal, romantik, estetik, şeklî ve sathî yaşam kaygıları, bireysel gaileler, çıkar merkezli kitleler ve ticaret esaslı STK’lar domine edecek.
Türkiye şanslı, hızla gelişiyor.
18. yüzyıl döneminde Batılı devletlerde olduğu gibi büyüme aşama aşama uzun aralıklara ihtiyaç duymuyor.
Hızlı büyüme; ekonomide, siyasette, kültürde ve yaşam tarzlarında Batıyla aynı olmayan ama benzer tecrübeler yaşatacak.
Neler olacağını kestirmek için sihirli bir küreye gerek yok.
Ülke “Türkiyelilik” duygusu öncesi iç çelişkilerini açığa çıkarıyor bazen sert bazen düşük yoğunluklu çatışmalarla geleceğe hazırlanıyor.
Türkiye siyasetinde, son günlerde yaşanan hiçbir gelişme boş değil.
“Devlet” bir oyun çeviriyor.
Ülkenin söz konusu gelecek konseptine, şimdiden, siyasetçi profili kapsamında artı değerler üretiyor.
Ahmet Davutoğlu’nun istifasını devletin bir öngörüsü olarak ele almalı.
İleride devletin Sol yönünün lideri ılımlı bir muhafazakâr olacak.
Devletin Sağ yönünün lideri de bahadır bir muhafazakâr olacak.
Devlet her politik figüre yerini göstererek geniş kapsamlı bir siyasi terbiye metodolojisi uyguluyor.
Bunlar için öncelikle büyük dönüşümün “Devrim Bilinci”yle döngüsel ele alınması gerekiyor:
Devlet merkezde hizalanacak.
Devlet, Başkanlık Sistemi ile tekamül edecek.
Devlet, o zaman küresel sömürge vesayetinden ve mukim oligarşik hempalarından tamamen temizlenecek.
Devrim ancak bu şekilde tamamlanacak.
Görülüyor ki “Gelecek”; bu ülkeyi başka bir ufka çağırıyor.
Tarihin rüzgârını arkasına alarak, devlet bu davete icabet ediyor.
Kader; tarihten geleceğe dümen kıran devletin sırtında şekilleniyor.
Bu realiteye gerekli ehemmiyeti vermeme her seferinde ülkeye pahalıya mâl oluyor.