Türkiyede insanlar, sosyo-politik gelişmeleri, ülke sınırları içinde olup biten bağlamsız rutin olaylar olarak kabule temayüllüdür. Aynı mantık, Suriyedeki asil başkaldırıyı ve Ortadoğunun bir bütün olarak dirilişini, bir süre sonra son bulacak bölgesel sıradan karışıklıklar olarak tanımlıyor.
Oysa İslam coğrafyası; toprağın altına gömülen evrensel dinamiklerini gün yüzüne çıkarma, güncelleme ve yeniden insanlık önünde sahneye çıkma çabası içine girmiş bulunuyor.
Batı medeniyeti eskatolojisi ve tarihin sonu mitosu doygunluk döneminde bir sürpriz ile karşılaşıyor. ABD ve Avrupanın öncülük ettiği çağdaş dünya düzeni, hezimete uğratarak oyun dışına ittiğini düşündüğü değerler tarafından rahatsız edilmeye başlandı.
Tarih, öncü sismik sarsıntılarıyla uyardığı bölgeyi kimsenin beklemediği zamanda zelzelesiyle sallayarak yeni bir evre başlattı. Fay hattı Bereketli Hilalin tam ortasında boydan boya kırıldı. Herkesin gözü önünde gerçekleşen altüst oluşların ana kaynağını; ecnebi politik organizasyonlara ya da komplo teorilerine bağlayan Türkiye entelektüellerin durumu tarihi ıskalamaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır.
Işıldak gibi parıldayan sosyolojik koşulların (the laws of god) varlığına rağmen bazı Müslüman aydınların körlüğü de cabası. Üstelik olağanüstü mantıki mazeretleri söz konusu; cepheden saldıran büyük Ortadoğu Projesi koçları yeni dönemde bu kez satıh savaşı yaparak Ortadoğuyu yeniden şekillendiriyor! Nedense daima Dış Güçler İslam dünyasına komplo kuruyor. Bugüne kadar olan her şeyi bu mantık içinde değerlendirenler kıyamete kadar İslam dünyasını iradesizliğe mahkum etmekten geri duramayacaklar galiba. Onlar tuzak kurdu, Allah da onlara tuzak kurdu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. Bu buyruk zihinlerindeki birçok olgu gibi bir defalığına oldu ve bitti, öyle mi? Köle ruhu gibi bedbaht bir kaderi ve yenilgi koşullarını bu denli kabul edici olmak kişisel komplekslerin fazlasıyla taşlaşmış olduğunun da bir göstergesi aslında.
Ortadoğu tarihinin yeni devresinin gerisine düşmek istemeyenler için tekrar ediyoruz; Türkiye ve Ortadoğudaki dönüşümler sebepleri yoğun ve derin ama sade ve berrak tarihsel bir kırılmanın neticeleridir. Bu dönüşümler herkese ve her şeye rağmen başladı herkese ve her şeye rağmen devam ediyor.
Olayların tevilini önemseyen ve bu anlamda duyarlılıkları olan hiç kimse zihnini süreçteki detaylarla kirletmemeli ve iyi şeylerin olduğu fikrinden uzaklaşmamalı diye düşünüyorum. Ortadoğudaki bu yepyeni süreç diğer tarihsel tüm devrimler gibi bir kaç asra yayılan bir tamamlanma ve olgunlaşma serüveni yaşayacaktır.
Dönüşüm sosyolojisi; önünde duran her olguyu siyasal rüzgârıyla süpürme, psiko-sosyal seliyle sürükleme gücüne sahip. Sadece dönüşüme muhalif olanlar değil söz konusu dönüşümleri sevk ve idare edenler dahi yetersiz kalırlarsa bu sonla karşılaşabilirler; En-Nahda Hareketi ve Raşit el- Gannuşi, İhvanı Müslimin ve Mursi, Ak Parti ve Tayyip Erdoğan..
Ortadoğudaki hiçbir sosyal hareket ve lider bu dönüşümlerin yaratıcısı ya da kurucusu değil. Bu nedenle “dönüşümün sevk ve idare edenleri” tabirini özellikle seçtik.
Bunun, yapıların ve bireylerin iradesini sıfırlayan fatalistik (cebriye) bir yaklaşım olmadığını söylemeye gerek yok.
Herkes tarih (Rab) önünde özsel sınavını verir. Kişiler üslendikleri görevle değil o görevi ifa ederken taşıdıkları bilinç ile değer bulurlar. Vazifesini hakkıyla yerine getiren bir temizlik işçisi görevini gereğiyle yapmayan bir devlet adamından üstündür.
Bereketli Hilal ve İslam toprakları, öz devrimini bütün gerekleriyle son raddesine kadar gerçekleştirmek iradesini beyan ediyor. Konjonktürlerin talebi kişilerin isteğinden her zaman büyük oldu. Bu devrim süreci kendisiyle paralel yürümeyen her canlıyı diskalifiye edilecek. Mısırda Tahrir meydanındaki haklı öncülüğünü Mısır parlamento seçimlerine katılmama basiretsizliği içine girerek kaybeden 6 Nisan sivil gençlik örgütü gibi.
Türkiye, kendine özgü dinamikleriyle Ortadoğu devrimini öncüsü olma fırsatını yakaladı. Bu öncülüğü kaybetme tehlikesi ise yanı başında duruyor. Mısır Devleti aklı, devrim sürecinde göstermiş olduğu performansla kılavuzluğu ele geçirme potansiyeline sahip olduğunu gösterdi. Ortadoğu jeo-politiği İslam toplumunun liderliği avantajını Türkiyenin elinden birden alabilir.
Türkiyede bazı devlet adamları olan bitenin bir Ortadoğu devrimi olduğunu henüz tam olarak anlamış değil. Onlar Türkiyenin Ortadoğu devrimi nedeniyle tarih önünde ihtişamlı bir fırsat yakaladığı bilinci kapasitesinde değiller. Siyasal iktidarın ortalaması Ortadoğu devrim bilincine puslu ve kirli bir cam arkasından bakıyor.
Türkiye, sisteminin içinde yer alan az ama şuurlu devrimci öğeler tarafından Ortadoğunun büyük dönüşümüne paralel davranması için yön verilmeye çalışılan bir ülke şu an.
Ortadoğu devrimi kapsamında kalan Türkiye; oluşan önemli fırsatta politikacılarının devleti çırak çıkarma basiretsizliğine kurban gider mi? Asıl soru bu.
Türkiye devleti Kürt sorununu da bu global bilinç içinde ele almaktan uzak görünüyor. İslam topraklarında bütün topluluklar demokratik haklarının tamamını almaya çalışırken Kürtlerin demokratik talepleri neden mekruh olsun?
Kürtler öykümüz onlar bütün demokratik haklarını almadan bitmez. Bunu İslami retoriklerle engellemeye çalışmak manipülasyondur. Sorunun Müslümanlıkla uyuşup uyuşmadığı noktasına kilitlenenler zaman içinde fena halde yanıldıklarını ve bunun sadece kötü bir maske olduğunu göreceklerdir.
Ayrıca devletin; kendi yarattığı bu sorunu çözmeden Kürt kardeşlerim belağatına sarılması içtensizlik algısını derinleştirmekten başka bir şeye yaramayacaktır.
Silahlı Kürt hareketinin bir yandaş kitlesi olduğu soğuk ve sert gerçeğini kabul etmeyenler bu inkârlarını uzun bir süre yürütemezler. Sosyoloji politikayı yener.
Açıktır ki bu ülkede Kemalizmin oluşturduğu muhafazakâr olmayan bir kitle mevcuttur. Bu kitleyi yok saymak Türkiye değişimini eksik bırakır. Aynı şekilde Kürt hareketinin kapsamı içinde yer alarak Öcalanizm olarak genelleştirilebilecek ve neredeyse Kemalizmin kopyası olan ikinci bir sosyal kitle daha söz konusu. Teolojik, politik, kültürel ve süreçsel nedenlerin oluşturduğu öfkeler bilge adamların bu iki alanda hikmetle karar vermelerine engel olmamalıdır.
İster kabul edilsin ister kabul edilmesin bu topraklarda kendilerini biteviye İslam olgusunun dışında tutmak isteyen topluluklar var. Bu iki kitlenin bir parçası sahil bölgelerine yerleşmişken diğer parçası Doğu’nun kara sınır boylarına yerleşmiş bulunmaktadır.
Türkiye Devleti, bu toplulukların demokratik talepleri psikolojisini anlamadan, onların da hukukunun teminatı olmadan devlet olma özelliği eksik kalır. Devlet; Amerikan filmi psikopatlarında olduğu gibi önce davranışlarıyla muhatabını bir yere itip sonra o sonuç nedeniyle şiddeti meşru gören karakteristik tutumunun bedelini ödediğinin ne kadar farkında bilmiyoruz.
Ayrıca Türkiyede olan bitene bir muhafazakâr devrim mantığı ile bakan kimi politikacılar ve fanatikler, muhafazakâr renk ile boyanmak istemeyenlere karşı ötekileştirme, dışlama ve yok sayma refleksi ile muamele ediyorlar.
Türkiye devleti, Kürt meselesini İslam kardeşliği düsturuna atfen kardeşlerim retoriği ile çözemez. Bu doğru ama boşlukta kalan bir retorik. Kardeşliği kendisi öldüren devlet bu hitabı ne zaman ağzına alabileceğini kestirmiyorsa mantalitesinde proplem olduğunu bilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına; danışmanları, Türkiyenin hala bütün vatandaşların tabii haklarını teminat altına alan tam donanımlı bir anayasanın yapılamadığını ve bu nedenle bu üslubun devlet tarafından söylenmesinin kendi fanatik taraftarları haricinde kimseyi etkileme gücüne sahip olmadığını söylemelidir.
Ayrıca Ak Parti kongresinde Başbakan tarafından gündeme getirilen üslup ve tutum bir kaç yönden yanlışlıklar içeriyor. Bunun en tehlikeli olanı, Kürt sorunun çözümünde Kürt halkından medet ummak ve çözümü onların sırtına yıkmaktır. Bu ayrışmayı kronikleştirir. Kürt sorunun çözümü adına silahlı örgütü bitirme çabasına halklar hiçbir şekilde karıştırılmamalıdır. Türkiyede yaşayan halkın birbiriyle şiddet temelinde sorunu hiç olmadı. Kürt sorununu devlet yarattı. Bu nedenle Kürt sorununu Devlet çözmelidir. Tepeden bozulan millet sistemi tepeden müdahale ile millet sisteminin aslına dönebilir. Ak Parti hükümetinin en tehlikeli ve yanlış üslubu Kürt sorununda yaşandı. Ak Parti doğru olmayan bir yöntemle bir taraftan Kürt sorununu vatandaşlarıyla paylaştı diğer taraftan çözümü yavaşlattı ve tamamlamadı. Bu kadar yoğun paylaşıma rağmen Türk halkı bu sorunun ne olduğunu anlayabildi mi? Halk Doğudaki sorunu hala ekonomik yetersizlikler bağlamında algılıyor ve Yozgatın, Uşakın, Sinopun ilçelerini örnek vererek savunma geliştiriyor; buralarda da halk perişan ama onlar silaha sarılmıyor. Bu kadar anladılar ancak.
Bu eleştirinin, katılımcı ve şeffaf demokratik üsluba ters olduğu iddiası gündeme getirilecektir. Zaten o meşhur demokratik üsluptur ki şeffaflık adı altında millet bilincini felç etti, o albenili demokratik üsluptur ki çoğunluğa mutlaklık meşruiyeti verdi!
Kürt kardeşlerim hitabı Ak Partiye oy veren bölge insanlarını ikna eder ve pekiştirir. Ancak Kürt sorunu varlığını silahlı mücadele yöntemleriyle çözmeye çalışanlarda ve bu mücadele yöntemine en azından içten içe destek veren kitlelerde ters teper.
Türkiye Devleti, yeni Türkiyenin oluşumunda demokrasinin rolünü mutlaklaştırmamalı ve demokratik sistem olgusunu ya derinleştirip adalete yaklaşmalı ya da aşmalıdır. Ak Parti, devletin önüne engel olmamalıdır. Şu an devlet iradesi ve Ak Parti iradesi şeklinde bir dilemma mevcuttur. Ak Parti varlığını sürdürebilmek için çatışma koşullarına sığınmaktadır. Devlet iradesi ise bu sorunu çatışma içinde değil uzlaşma sistemi içinde çözmek istemektedir. Ak Parti istatistiklerde fazla yer tutmayan olgulara soğuk davranma refleksi gösterirken devlet sorunun detaylardaki hastalıklı durumlardan kaynaklandığını görmektedir.
Bu durum devlet adamlarına, politikacılara ve devlet başkanına çift kişilikli bir karakter dayatmaktadır. Bu nedenle politik arenada zaman zaman seyreltilmiş şizofreni semptomlarına tanıklık ediyoruz. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Devlet başkanı sıfatıyla davranınca Diyarbakır Emniyet Müdürü gibi akil ve merhametli bir ideoloji üretiyor, Ak Parti Genel Başkanı sıfatıyla konuşunca İdris Naim Şahin gibi makul olmayan ve ceberut psikoza giriyor.
Devlet adamları bu çelişkide Diyarbakır Emniyet Müdürünün anlatmak istediği muhayyileyi öncelemeli ve uygulamalıdır. Aksi takdirde Ortadoğu devrim süreci politika zikzakı çizen Ak Parti olgusunu paradigmasının dışına itebilir.
Kürt olgusu rahatlatılmadan Türk olgusu da rahatlamayacaktır. Kürt sorununu çözemeyen bir devlet Ortadoğu jeo-politiğinde parçalanmaktan kurtulamaz.
Kürt sorunu; yeni devletin BDP, PKK ve onların toplum içindeki organik ve inorganik kitlelerine büyük resim içinde bir yer ayarlayıp onurlu bir dönüş olanağı sunmadığı sürece terör tezahürüyle devam edecektir.
En önemlisi Türkiye devleti; bu anlamda Ak Partinin particilik eğilimlerini frenleyerek, Kürt sorununu tam teşekküllü bir algoritma kapsamında kesinlikle sessiz-sedasız olarak devlet projesi ağırlığı ve bilinciyle yürütmelidir. Bu bir beka meselesidir.
Devletlerde sadece iki mevsim vardır; ya Türkiye baharını yaşamaya devam edersiniz ya da gereğini yerine getirmez fırsatları kaçırır Türkiye kışı tanımıyla diğer gruba katılırsınız.
omeraltass@gmail.com
twitter.com/altasyalvac