Özgürlük Dili Çağrısı ve Kürt Milliyetçiliği

Şu vakitlerde, Şırnak devlet hastanesinde bir “(Kürt)” bebeği dünyaya gelse onu nasıl bir ortam bekler?

Bu çocuk eli silah tutma çağına geldiğinde dağa çıkacağı şartlar içinde mi büyür?

Yine bu vakitlerde; Sinop’ta, Şebinkarahisar’da ya da Ürgüp’te “Türkiyeli” bir bebek dünyaya gelse bu bebeği nasıl bir ortam bekler?

Bebeğin aklı ergenleştiğinde “Bu Kürtlerin derdi ne, geçmişte hatalar olmuştu ama daha ne istiyorlar?” diye sorar mı?

Cevap beklentisi olmayan bu sorular bazı analiz kapılarının aralanması için düzenlendi.

2012 yılının Kasım ayı itibariyle Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti, Demokratik Açılım politikaları ilanının ilk sabahına uyandığında bir asra yakın zaman boyunca oluşan ve kemikleşen sorunun bitmiş olacağını bekledi.

Oysa Missisippi gibi bir nehir, çıkış kaynağında “bir anda” kurusa bile öncesinde var olan su kütlesi başını taştan taşa vurarak yoluna devam edecektir. Yol boyunca ona katılan irili ufaklı akarsular da cabası.

Yeni Türkiye hükümeti devam eden günlerde problemin aynıyla yanı başında beklediğini görünce öfkelendi. Sarpa sarmış karı koca ilişkisi gibi giderek üslubunu daha fazla sertleştiriyor. Geleneksel güvenlik politikalarını devreye sokarak tabanı PKK ve BDP’den koparacağını düşünüyor. Aynı nedenle 2012 Ekim ayı sonlarında tüm zamanların en büyük sınır operasyonlarından birini yaptı.

Hükümet ve devlet bu anlamda elinde bulundurduğu haklı gerekçelerin arkasına sığınıp genelleme metoduyla “bütünü” irite eden muharriş bir dil kullanıyor.

Devlet çok işler yaptığını ve başardığını düşünüyor ama “temel bağlamı ıskaladığı için” mazgalı açık havuz misali politik kazanımlarını heba ediyor.

Temel bağlam; sistemin iliklerine kadar işlemiş olan Türk milliyetçiliğinin sökülememesidir.

Gelinen noktada; insan bedeninde burundan nefes alma problemi yaşandığında ve tedavisi geciktirildiğinde nasıl ki küçük dil büyümesi ile boğulma ihtimali ortaya çıkıyorsa Kürt sorunu da çözümü geciktirildiği için başka sorunların oluşumunu sağladı.

Kürt sorunu, üzerinden uzun bir zaman geçmesinin etkisiyle “nur topu” gibi bir Kürt milliyetçiliği doğurdu.

Demokratik Açılım politikalarının ardından PKK, BDP ve diğer konuşan unsurların devrim niteliğindeki uygulamaların hiç biri ile yetinmeyerek “şimdi de şunları da istiyoruz” demelerinin altında yatan en büyük gerçek budur.

Kürt sorununu oluşturan şartlar tamamen ortadan kaldırılsa bile bölgede sıkıntı ve şikâyetler devam edecek gibi görünüyor.

Hatta Uludere faciası kuşkulara mahal kalmayacak şekilde aydınlansa, devlet ve hükümet anlamsız politika ve üsluplarının tamamını terk etse bile bölgedeki insanların bazılarının talepleri bitmeyecek.

Çünkü milliyetçilik insanın aklını başından, kutsallarını yüreğinden söküp alıyor, gözlere perde indiriyor.

Milliyetçilik; çözüm değil ayrılık, kardeşlik değil kan davası, empati değil husumet, barış değil savaş ile milliyetçilik olabilmektedir.

Bir kez daha yineleyecek olursak bölgede yeni doğanlar Kürt sorunu içine değil “Kürt milliyetçiliği vesayetine” doğacaklar.

Hatta daha detay bir irdelemeyle bu sorunun yapısı “Kürt milliyetçiliği anamızın sütü gibi helal ” şeklinde devam edecek.

Bölgenin temel çelişkisi artık Milliyetçilik olarak kabul görülsün isteniyor.

Bu durumda milliyetçi vesayet, her zaman kendi içlerinde şu soruyu dayatacak: Kürt milliyetçisi misin, değil misin?

Milliyetçi vesayet ikinci soruyu kendi dışındakilere yöneltecek; Kürt milliyetçiliği sempatizanı mısın, değil misin?

Milliyetçi refleksler her zaman “bizim ki haklı bir milliyetçilik, pozitif, gerekli ve zorunlu” duygusallığıyla bilineni tekrar etmeye başlar.

Hatta “bu şartlar altında yaşayarak Kürt milliyetçisi olmayanın vicdanına ve aklına şaşılır” noktasına ulaşır.

Bu açıyı; Yeni Türkiye’den yana tavır almayan, onu anlamayan ve Kürt hareketi ile organik bağı olmayan solcu, liberal, İslamcı hatta bazı ülkücülerin dört elle genişletmeye çalışmaları şaşırtıcı doğrusu.

Kürt dünyasının mağduriyetleri nedeniyle vesayet diline karşı mutedil bir üslubu tercih edenler aynı zamanda marazın yayılmaya başladığını fark ediyorlar. Hakkı, hakikati, ezilenleri savunmak vasatı kaybetmeye ve hastalık üreten karantina sahasına geçiş yapmaya sebep olmamalıdır.

Görülüyor ki, bölgedeki ideolojik ve tabii tüm ara beyaz formlar eriyerek Kürt milliyetçiliğinin bulanık akarsuyuna akıyor. Başka bir ifade ile Kürt milliyetçiliği farklı ölçü ve etkilerdeki gücüyle bölge insanının tamamının dimağına yerleşmeye çalışıyor.

Marksist felsefe ile yola çıkanlar enternasyonalizmi unutarak Kürt milliyetçiliği denizinde serinlemektedirler.

Sol’un gemisini Türk milliyetçiliği limanına demirleyip Mustafa Kemal’i kutsayarak Kemalizm’in antiemperyalistliği ile ilgili satır aralarında materyal toplamaları gibi.

Kürt Solu da çok eleştirdikleri yoldaşları ile aynı kulvara girdi. Kürt milliyetçiliği istasyonunda daha fazla yolcu olduğunu fark ederek Abdullah Öcalan’ın kutsandığı bir Kürdizm yaratmak istemektedir.

Bu şekilde Türk Solu gibi Kürt Solu da tükendikleri varlık yokluk kavgasında genetik yapılarına en yakın gördükleri yapılara bürünerek gericileştiler, ilkelleştiler.

İslami referanslarla yola çıkanlar; İslam felsefesinin dünya değerleri karşısındaki aşkınlığının birinci dereceden türev unsurlarından olan evrenselliği unutarak Türk- İslam sentezinde olduğu gibi Müslüman Kürt milliyetçiliği durağında beklemeyi tercih ettiler. O duraktan sadece Kürt milliyetçiliği ve muhafazakâr Müslümanlığa müsamahalı Öcalanizm katarının geçtiğini bile bile.

Müslüman Türk milliyetçiliği kötü, Müslüman Kürt milliyetçiliği iyi mi?

“Hıra dağı kadar Müslüman Tanrı dağı kadar Türk” metaforu, “Hıra dağı kadar Müslüman Ağrı dağı kadar Kürt’e dönüşür mü?

Bu gruplar, 1980 sonrasında kendini gösteren devrimci İslami hareketleri bile gizli bir Türk milliyetçiliği taşımakla eleştirirken zaman içinde aynı sınavın bir başka boyutta kendilerini bulacağını bilmiyor idiler.

Tasavvuf gruplarının, Nurculuğun, Milli Selamet Partisi geleneğinin, Büyük Doğuculuğun, Diriliş Ocağı’nın, Akıncılar‘ın ve Yeniden Milli mücadele Dernekleri’nin, bazı Büyük Birlik Partisi gruplarının Türk milliyetçiliğini içlerinden söküp atamamaları olgusu devrimci İslami hareketlerin eleştirel kimlik tanılarının başında yer alıyordu.

O zamandan bu yana Kürt sorununun en canlı yaşandığı bölgelerde doğan aynı tarz İslamcı yapılar söz konusu devrimci İslami varlıkları da aynı kefeye koyarak başka bir yol almaya çalışıyorlar.

Beslendikleri kaynaklar, yaşam felsefeleri aynı ama Kürt meselesi onları bölme gücüne sahip.

Bilinir ki milliyetçilik; etnik sorunu insani ve vicdani boyutundan ele almakla, o sorunun bizatihi kendisiyle özdeşleşip insani ve vicdani sıkıntıları malzeme yapmak arasındaki ince çizgiyi aşınca başlar. Yaşam üzerindeki her olguya etnik gözle bakma alışkanlığı, bir virüs gibi bünyeyi sarar. Herhangi bir antibiyotik deva bu mikroorganizmayı defetmeye kabil olamayacaktır.

O köyde artık; ben sen o, biz siz onlar etnosla belirlenmiştir ve bu milliyetçi reflekse su taşımayan her değirmen yıkılasıdır.

Kurucuları belki mutlu olabilirler ama irrasyonel süreç başlamıştır ve insani diyalog mesaisi süresiz olarak tatil edilmiştir.

80’lerin rasyonel Müslüman özgürlükçü iradesi; Tevhit, Adalet ve Özgürlük bıçağını Türk milliyetçiliğinin tam ortasından aşağıya doğru indirerek ontolojik bir ayrışma var etmişti.

Aynı İrade, Tevhit, Adalet ve Özgülük bıçağını Kürt milliyetçiliği yelpazesinin tam ortasına gözünün yaşına bakmadan indiremezse kendi sınavını kaybedecektir.

Çünkü bilebildiğimiz kadarıyla aşkın İslami felsefe; milliyetçiliğin negatif, pozitif, haklı, haksız, gerekli, gereksiz, konjonktürel ya da reel her çeşidini takva enstrümanı olarak görmeyerek cahiliye kategorisine sokmaktadır. Milliyetçilik sadece milliyetçiliktir ve kötüdür. Değerler risalesinde ise küfür ve şirk başlığı altında irdelenir.

İslami öğretide, zulmün, tuğyanın, fesadın, fitnenin, bağyin, fücurun hiç bir mazeret başlığı altında meşruiyeti söz konusu olmadığı gibi gerici, ilkel, batılı ve cahili milliyetçiliğe de hiçbir koşulda masumiyet karinesi oluşturulamaz.

Yeni Türkiye devletinin siyaset sistemine aktif paralellik göstermek, yeni Türkiye devletinin Türk milliyetçiliğini terk etmiş olduğu fikrinden dolayı değil, Türk milliyetçiliğini zayıflatan davranışlar göstermesinden kaynaklanıyor. Bu anlamda hükümet ve devlet içindeki özgürlükçü unsurların eli soysal oluşumlar tarafından desteklenmelidir.

Düne kadar özgürlükçü iradenin en büyük destek ve beslenme bölgesinin, Kürt milliyetçiliği poyrazı karşısında soğuk algınlığı rahatsızlığı yaşaması bir talihsizlik.

Ülkemizdeki Ülkücülük, Solculuk ve İslamcılık geleneğinden gelerek özgürlük savunusu içinde olanların bir kısmının devlet içinde para, mülk, şöhret ve malayanilik süzgecine tortu bırakmaları ve diğer kısmının da yükselen sıradan Kürt milliyetçiliğine hangi nedenle olursa olsun sarı ışığı beklemeden dahi geçit vermeleri, özgürlükçü iradenin hazır gücünü zayıflatıyor.

Ancak özgürlük mücadelesi kişi ve yapılara bağlı olmayan aşkın yapısıyla tarihin hiçbir döneminde kurucu kimliğini kaybetmedi.

Türkiye sosyolojisi bu özgürlükçü dili yeniden sahneye çağırmaktadır.

Bugün Cizre’de doğan bir bebek ile Gelibolu’da doğan bir bebeğin ortak geleceğinde sorun olmayacak olguların kör dövüşüne ve vebale kurban gitmemesinin tek teminatı bu özgürlükçü dildir.

omeraltass@gmail.com

twitter.com/altasyalvac

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s