25 Eylül 2013 tarihinde bir düşünce kuruluşunun organize ettiği İstanbul Güneşlide bir hotelde halkın iradesine karşı darbeler ve dünya temalı iki günlük uluslararası bir konferans düzenlendi.
Moritanyadan Cezayire Arap dünyasından akademisyenler, aydınlar, aktivistler, bürokratlar ve din adamlarının konuşmacı olarak yer aldığı konferansa yoğun bir katılım vardı ve beklendiği gibi heyecan yüksekti.
Arap dünyası kaynıyor.
Konuşmacılardan Dr. Abdulmawjoud Al-Dardirinin konusu Arap Baharına Batılı devletlerin tepkileri idi. Arap dünyasının önemli aydınlarından Al-Dardiri, Arap Baharının 4 temel kavram üzerine oturduğunu izah etti.
Adalet, özgürlük, onur ve refah
Al-Dardiri bu kavramları sıralarken, eliyle Mısır devriminin sembolüne dönüşen Rabia işaretini yaptı. Arap baharının her bir unsurunu bir parmağa atfetti.
Böylece; Arap Baharı, Rabia ile dört anlamına gelen isminden mülhem felsefi ve ideolojik misyonuna kavuşmuş oldu.
Arap Baharı Rabia sembolü demektir.
Rabia sembolü Arap Baharının özü demektir.
Yaşam şartlarının iyileştirilmesi, adalet, özgürlük ve şeref.
Bu topraklarda, en son hürriyet eşitlik ve kardeşlik şeklinde Fransız devriminden etkilenerek söylenen sloganlar yankılanmıştı.
Bu sloganın vesikasını ilk olarak Osmanlıca ve Latince yazıyla Enver Paşanın bastırdığı bir kartta kendi fotoğrafının altında görmüştüm.
Göz önünde büyük çürüme yaşayan imparatorluk içinde gelenekselciliğe ve Tanzimatçı statükoya karşı yeniden var olmak için mücadele eden Enver Paşa ile sembolleşen yerli bir irade bu sloganı öne çıkarmıştı.
Ancak bu irade statükocu Tanzimatçılar ile güdümlü Batıcı kadrolar arasında boğuldu.
Ülkeyi reel ve pratik hayat içinde gerçek konuma uygun olarak yeniden inşa etmek isteyen Osmanlının bu son haysiyetli kadroları susturuldu.
Böylece, Ümmetin dönüşümü bir bütün olarak geleneksel Saltanatçı refleksler ve hegemonik bir Batıcılık arasında kilitlendi.
Çürümeye terk edildi.
Bu ülkede, Batıcı laik diktatöryal bir iktidarın oluşmasının en önemli sosyolojik temeli işte bu Tanzimatçı statükoculuktu.
Bu çapraz, Cumhuriyetin ilanı ile birlikte büyük bir talihsizlik daha yaşadı.
İlerici, çağdaş şartlara göre hareket eden ve ülkeyi çıkmazdan alarak kendi içinde yeniden var etmek isteyen elbetteki İslamcı siyasi kadrolar ile İmparatorluğu çöküşe götüren konvansiyonel yapılar ve gelenekçi devletçi kadrolarla aynı kulvara düştü.
Cumhuriyet, Laiklik ve Türkçülük kamçısıyla bütün bir milleti dövünce bütün iç çelişkiler ve farklı muhalefet yapıları tek çatı altında toplandı. Gelenekçi, statükocu, saltanatçı Tanzimatçılarla yenilikçi İslamcı damar Cumhuriyetin dar görüşlü, elitist Kemalist politikaları karşısında aynı cephede boy gösterdiler. Bu durum sorunlu bir birlikteliği geleceğe taşıyacaktı.
Bu; İslam coğrafyasında var olan İslam referansı ve olgusu dolayımında en büyük ontolojik krizlerinden biri olarak tanımlanabilir.
İngiliz imparatorluğunun valileri (keyman) vasıtasıyla inşası organize edilen yeni devlet, imparatorluğun bütün bakiyesini kuru ve soyut bir İslamcılık olgusuna hapsederek yaşamdan kopardı.
Bu temel krizden sonra İslam coğrafyası, doktrinel bazda bir İslamcılık üzerinden muhalefet etme oyununun kurbanı olarak arkaikleşmeye başladı.
1980- 1997ye kadar Türkiyeyi saran, Mısır devrimci İslamcılığın etkisindeki Türkiye devrimci İslamcılığı da gerçek anlamda bütün içtenliğine rağmen bu oyunun devamı olma niteliğini aşmaya beceremedi.
Afaki doktirinasyon, ideolojik darlık, toplumdan kopukluk, dünyayı anlama yoksunluğu çerçevesine kilitlenen Türkiye İslamcılığına en büyük iyiliği iki olay yaptı.
Birincisi, 28 Şubat post modern askeri darbesi, ikincisi, Arap dünyası devrimleri.
28 Şubat darbesi İslamcılığı yöntemsel olarak ileri bir aşamaya taşıdı. Yeni Türkiye oluşumunun da en büyük öğesi oldu.
Arap devrimleri, özeklikle Rabia olgusu ise İslamcılığı perspektif olarak ileri bir noktaya taşıdı. Böylece sloganik kuru İslamcılık hayat ile buluştu.
Ne olsa asla ikna olmayacak İslamcılık, Arap Baharı olaylarıyla yaşam kalitesini ve refahı literatürüne ekledi. Hürriyet, adalet ve onur unsurları ise Müslüman Kardeşler teşkilatının ve 1979 İran devriminin temel sloganlarıydı.
Öyle görünüyor ki, bugün artık Enver Paşa, iradesi ve felsefesiyle mezarında huzurla uyuyor olacak.
Müslümanlık çatısı altında hürriyet, adalet ve eşitlik talep ederek o zamanın yeni dünyasında yer almak isteyen ve imparatorluğun çöküşünü engellemek isteyen büyük iradenin, ziyadeleşerek ve gelişerek, yine Müslümanlık çatısı altında yaşam şartlarının iyileştirilmesi, özgürlük, adalet ve haysiyet olarak yeniden yeşermesi karşısında neden onurlanmasınlar!
Batıyı ofsayta düşürecek Müslüman demokrasi oluşumunun pozitif bunalımlarının yaşanma süreci karşısında neden gözleri ışıldamasın!
Bu sürecin en etkin iki mimarı Recep Tayyip Erdoğan ve Muhammet Mursi ile neden gururlanmasınlar!
İslami hareketler Ortadoğuda çatırdayan fay hatları, sosyal ayaklanmalar, onur mücadelesi, ekmek kavgası, küreselleşme faktörleri, siyasal dönüşümler ve felsefi evrimler nedeniyle yeniden formatlanıyor.
Bu bağlamıyla her şey yeni başlıyor.
Uluslararası konferansa konuşmacı olarak katılan Mursinin Müsteşarı Hüssein Al-Gazazın Müslüman Kardeşler bugüne kadar hep kapalı kaldı anında değişimini beklememeli biz Tahrir Meydanının dilini iyi anlamaya çalışıyoruz şeklinde ifade ettiği özeleştirisi İslami hareketler ve yeni dünya meselesinin özünü vermeye yetiyor.
İslami Hareketler büyük varoluşsal kriz yaşamadan ideolojide bir dönüşüm yaşayamayacaklardı.
Belki ilahi bir dokunuş bunu sevk etti.
İslami hareketler yeni dünyaya hoş geldi.
Onlarla bu topraklar daha zengin olacak ve insanlık ergen olma yolunda bir adım daha atacak.
İşin üzücü olan tarafı, bunca olan biten karşısında olguların özünü anlamakta güçlük çeken, bu temeldeki yeni tartışmayı ıskalayan sözüm ona bazı İslamcı ve diğer aydınların bilinçsizliklerini sürdürmeleri.
Yazık ediyorlar, felsefi anlamıyla yazık!
omeraltass@gmail.com
twitter.com/omraltas