İnsanlığı halasa erdirme iddiası ile ortaya çıkan Kurtuluş İdeolojileri tarih boyunca toplumların başlarına bela oldular.
Toplumu kurtarmak için yola koyulan ideolojilerin tamamı sonunda insanlığı katletti.
Felsefeleri ne olursa olsun bu hiç değişmedi.
Başlarında davranışları tahmin edilemez meczup bir Mesihin, büyülü yöntemlerle gönüllerden girilerek beyinleri de teslim alınan kanı çekilmiş, meyus gözlü bir kitlenin ve sırlı doktrinasyonların süslediği tapınak ritüellerinin kurduğu evrenlerle bugüne kadar kimse baş edemedi.
Kestirmeden ifade edecek olursak, benzer tarzda sinsi kurtuluşçu ideolojik bir yapıyla bugün Türkiyenin de başı dertte.
Ülkemiz Hizmet Hareketi adında tam bir bela ile baş etmeye çalışıyor.
Kara bela ile.
Gök kubbe altında bulunan hemen her şeyi alternatif olarak yeniden üreterek faşizan yöntemlerle aslının üzerine geçirmeye çalışan kompakt, strüktürel bir bela.
Bu hareket, yeni dönemde devletin ele alması gereken her şeyi ele aldı.
Toplum, devlet, futbol, müzik, demokrasi, Allah, peygamber, din hepsi bizim dediler.
O nedenle dışarıdan her kim bu olgulara kurucu anlamda el uzattıysa hırsız diye ellerini kesiyorlar.
Kürtlerle ilgilendiler, Kürtçe televizyon kurdular, Kürte Kürtçe konuşarak Türkçülük yapıp Kürtlüğün içini boşalttılar.
Alevilerle ilgilendiler, Cemevi açtılar, çalıştaylar yaptılar, Aleviye Alevice konuşarak Sünnicilik yapıp Aleviliğin içini boşalttılar.
Müslümanlarla ilgilendiler, Müslümana Müslümanlık arz ettiler, Kurandan, Sünnetten ve kusacak kadar Rızayı Bariden konuşarak İslami değerlerin içini boşaltıyorlar.
Herkesten çok, tartışmalı gözyaşları içinde Hz. Muhammedden (AS) bahsedip onu İsalaştırarak ilahlaştırdılar, peygambercilik yaparak Allahın Elçisi olgusunun içini boşalttılar.
Bu yol, içi boşalan figürün mumyasının yapılmasına kadar uzanan bir yoldur.
Putperestlerin yoludur.
Fethullah Gülenin 25 Mart 1990 tarihinde İzmir Şadırvan Camiinde verdiği İman ve Aksiyon konulu vaazında anlattıklarını dinlemek bugünü anlamlandırmak için yarar sağlar.
Kassan b. Eşyan, Hasan-ı Basri, Mevlana ve Ebu Hanife hep birlikte gelerek kendilerine bağışlanan üniversite arazisinin sınırlarını çizmişler.
Yine aynı vaaz içindeki anlatıda Hz. Haticenin elinde bir liste görünmüş, bu kıtmir, bu fakir zor bela göz ucuyla o listeyi kontrol ettiğinde Bediüzzamanın ve bütün şakirtlerinin adı yazıyormuş.
Bir başka tarihli vaazda ise sahabenin bazılarının Hz. Peygamberin kullandığı ibrikten kovaya dökülen abdest suyunu içmek için birbirleriyle yarıştıkları anlatılıyor.
En çok bilineni ise, 2013 yılında, Hz. Peygamberin İstanbul Arenada Türkçe olimpiyatlarına bizzat teşrif etmiş olması.
Son olarak, Samanyolu TVde yayınlanan bir dizide, Hz. Peygamber ışıklar içinde yeryüzüne iniyor, aptal bir saygı, korku, şaşkınlık, hürmet ve yüksek maneviyat hissi içinde olan askerlere selam bile vermeden, yalvarıp yakarmalarına aldırış etmeden kamyonete binip oradan uzaklaşıyor.
Peygamberin, şoför olarak mı yoksa yolcu olarak mı kamyonete bindiğinin verilmemesi senaryonun en büyük kusuru olsa gerek!
Bugüne kadar, Cemaate bağlı olan liseden hocalarımız, eşimiz-dostumuz, akrabalarımız, arkadaşlarımız olduğu için bin düşünüp bir söyledik.
Yazdıklarımızı yayına verdikten sonra bile haddini aşan bir şey var mı diye defalarca kontrol ediyoruz.
Ancak, gelinen noktada iş zıvanadan çıktı. Başka bir şeye dönüştü. Nasihat, uyarı, eleştiri, kritik etme bunların hiçbirinin artık hükmü yok.
Hizmet Hareketi “yapısallığı” ve Fethullah Gülen “felsefesi” ile ontolojik anlamda cepheden yüzleşilmeli.
Açık açık savaşılmalı.
Hizmet Hareketinin tabanı ile asla değil, onlar biziz. Hulusi kalple orada olan tabanı rikkatle ve ısrarla ayırarak.
Yüzleşme üç temel noktadan yapılmalı: Politika, ahlak (insanilik) ve din.
Demokratikleşme, sivilleşme, barış, normalleşme ve şeffaflık noktasında anlaşılmaz tutum ve davranışlarının, kurup arkasında durdukları nice oyunlarının ihanete ulaşan niteliğiyle politik anlamda tam cepheden yüzleşmeli.
Yüksek ahlaka dayalı Hizmet Hareketi iddiasının nisbiliği, rölativizmi, göreceliği, tanımlı ve kendi dairesi içinde geçerli oluşu ve insaniliği zedeleyen kimlik bunalımları ile tam cepheden mücadele edilmeli.
Din anlayışlarının Ehli Kitapın din anlayışıyla paralellik arz etmesi ve hatta daha ileri giderek büyücülük üzerinden paganizme, büyük ve sinsi bir tahrifata ulaşması nedeniyle yine tam cepheden yüzleşmeli.
Entelektüel, felsefi ve teorik analizlerin dönemi bitti.
Net cümleler, şeffaf düşünceler, sonuç belirten deyimler ve saf ayrıştıran kelimelerle konuşulmalı, yazılmalı.
Bugüne kadar gizemli ve kapalı oldukları için can alıcı sorularla, neden, niçin, acaba, belki, sanki, muhtemelen gibi kelimelerle analiz edilen cemaat süreci değerlendirmeleri bir tarafa bırakılmalı.
Barışa ihanet, emperyalizm, Siyonizm ve küresel finans odaklarıyla iltisak, ikiyüzlülük, seçkincilik, kurtuluş ideolojisi, sapkın inançlar, paralel dini çağrıştıran tutumlar, Mesihilik, Yahudilik eğilimleri, İslamı tahrifat, Paganist ve büyücü formları vb. bunların tamamı yeterince şaşırtıcı ama bu bağlamda gündeme gelip tartışılması gereken konular.
Külçe gibi ağır cümlelerde olsa bağırlara taş basılarak yüksek sesle dile getirilmeli:
Sizin politikanız size, bizim politikamız bize.
Sizin demokrasiniz size, toplumun demokrasisi topluma.
Sizin ahlakınız size, insanlık insanlığa.
Sizin İsevi peygamberiniz size, bizim peygamberimiz bize.
Sizin büyücü dininiz size, sahih din bize.
Neo-Yahudilik sizin olsun.
Neo-Protestanlık sizin olsun.
Neo-İsevilik sizin olsun.
İnanç felsefenizle, Allahı (CC), Hz. Muhammedi (SAV) ve İslamı itibarsızlaştırıyorsunuz.
İçinizdeki ulemaya ve aydınlara yazıklar olsun!
Bir büyücü İslamcılık, kâhinlerin ayiniyle yapılan tapınma şölenleri eksikti onu da bunlar yaptılar.
Birileri Camiaya, Hz. Muhammedi Hıristiyanların İsası gibi yapmayı dayatıyor olmalı.
Görünen o ki, İslamı; Protestanlaştırmadan, insansılaştırmadan, sarakaya alınır” hale getirmeden Batı ve Pentagon hiç rahatlamayacak.
omeraltass@gmail.com
twitter.com/omraltas