Türkiye sosyolojisi, toplum esaslı demokratik dönüşüm projesi ile önce Millet kavramını ikame etti şimdi ise jeopolitik strateji unsuru olarak Ümmet perspektifini tartışmaya açıyor.
Kim derdi ki bir gün gelecek, Pozitivist düşünce disiplinleri İslami değerlerin taşıyıcısı olacak; bir gün gelecek dini terminoloji reel hayatı açıklayan ve yön veren kavramsallaştırmalara kaynaklık edecek!
Günümüz gelişmelerini izleyen, Saint-Simon, August Comte ve Emile Durkheim mezarlarında bir o yana bir bu yana dönüyor olmalılar.
Ama asıl dramı; sağ pozitivistler değil sol pozitivistler yaşıyor. Onlar dinin folklorik varlığına bile tahammül edememiş hatta yok saymışlardı.
Marks, Engel, Lenin, Troçki, Enver Hoca makberlerinde; Durkheimlerden daha fazla azap çekiyor olabilirler. Ah Pierre-Joseph Proudhon !
Fi zamanında Tarihin Sonu tezi Pozitivizm’in her rengini fazlasıyla heyecanlandırmıştı. Yoshihiro Francis Fukuyama, teorisini yayınladığı gün tarihin en seksi insanıydı.
Bu tezin bir sanrı, serseri ve popülist bir piar olduğu ortaya çıkınca dünya sağcıları ve solcuları deforme oldular.
Tükenişin boyutunu Sol’un ve Sağ’ın dünya çapında yaslandığı ve yanaştığı sınıfsal ve ideolojik dayanaklardan anlamak mümkün.
Şimdi Siyasal İslam, bıraktığı yerden tarihi yeniden yazıyor.
Tarih Muktedir İslamcılığın ayağına geldi, İslamcılık olan-bitenin farkında, bu değeri oluşturan diğer vazgeçilmez bileşenlerin tamamının bilincinde olarak fırsatı tepecek gibi görünmüyor.
İslami hareket dinamizmi tarihin mütemmimi.
Öyle görünüyor ki, bundan böyle bilimsel olarak, geleceğin tarih yazılımında siyasal İslamın olmadığı bir seçenek geçerli olmayacaktır.
Liberaller ve materyalistler bu tezlerin bir kesin inançlılık jargonu, içi geçmiş bir fanatizm ve yersiz bir ideolojik-cihadist köpürtme olmasını çok fazla arzu ediyorlar. Bunu, dönek İslamcı medya yazarları ve entelektüellerinden daha fazla arzu eden ise olmaz!
Küreselleşme felsefesi, bir gerçeği alternatifsiz iddiasıyla, Batıcıların kafasına balyoz gibi vurarak dünya kamuoyuna Sir Karl Raimund Popper okuyun diyor, açık toplumu ve demokrasi öneriyor.
Açık toplum ve demokratik yönetim sistemleri toplumla buluşmak anlamına geliyor.
Türkiyede, Balkanlarda, Türki Cumhuriyetler de, Kafkaslar da, Kuzey Afrikada ve Ortadoğuda toplum ile buluşmak demek ise İslamlaşma/İslamcılık demektir.
Paralel örgütün, İsrailin, Siyonizmin ve batılı istihbari propaganda odaklarının Siyasal İslam dedikleri tam da budur.
Bundan sonraki süreçte tersine çabalasalar da görünen o ki yüzyıl önce yapay olarak kurulan Sykes Picot ülkeleri önce tek tek milli iradelerine sahip çıkacaklar. Sonra belli hedefler doğrultusunda birleşerek Ümmet stratejisine doğru uzun bir yürüyüşe çıkacaklar.
Dünya bir algı çatışmasına ve algı çelişkisi oluşumuna doğru yol alıyor.
Türkiye, bu uzun öyküde azığını alıp yola koyulan ilk İslam ülkesi oldu. Tarih, Türkiye devletine büyük bir boşluk hediye ediyor.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle ve devrimci-İslamcı bir başbakandan başkasına şans vermeyen Türkiye sosyolojisi, bu formülasyonla Millet stratejisini tamamlayıp Ümmet perspektifine doğru yol almalı. İçeriğini önceden kimsenin tam olarak kestiremeyeceği, Müslüman toplulukların evrensel insani değerler kapsamında kurumsal bir önderlik ve kurumsal bir disiplin altında kendi kimliğini yaşaması, eşgüdümü ve kalkınması hedefine doğru yol almalı. Demokratik Ümmet modeline doğru.
Zamanın ruhu bunu öneriyor.
Batı bunu anlamakta geç kalıyor. Çünkü, felsefeyi ve inancı çoktan bıraktılar, ileri teknolojiyi, dijital bilimi, mikro çipleri ve salt politik stratejileri hala her şey sanıyor.
Resetlenip yeniden harekete geçseler bile tarihe yetişmekte zorlanacaklar. Zira tarih bekleyen bir varlık değil.
Önümüzdeki yüzyıla iyi bakın. Şimdi anlatıldığında inanılması zor gelişmeler ve dönüşümler yaşanacak.
Üstelik bu tespitler, hurafeci, falcı, vesveseci, gerçeklikten kopuk, sapkın ve mitolojik paralel dincilerin inanç mantıklarında olduğu gibi zayıf temelli ya da temelsiz değil.
Sosyoloji, küresel siyaset temayülü, tarihin yeni tektonik kırılma tarzı ve en önemlisi kıtasal jeopolitik pozisyon bunu determine ediyor.
Sahi, kim derdi ki bir gün gelecek Pozitivist düşünce disiplinleri İslami değerlerin taşıyıcısı olacak. Örneğin Ümmet Türkiye jeopolitiğinin ve Türkiye devletinin en reel stratejisi olacak!
Bu reel siyaset; Batıcıları (Laikleri, Milliyetçileri ve Solcuları) tarih sahnesinden silecek, ideolojilerini de sahiplerine iade edecek.
Pozitif bilim ışığı altında sahneye yansıyanları birlikte izliyoruz.