Neo-Sağcılık

Francis Bacon, bir denemesine, Roma valisi Pilatus’un sorusu ile başlar:

Gerçek nedir?

Pilatus, bu soruyu çarmıha gerilmeden önce Hz. İsa’ya sorar. Amacı alay etmek olduğu için İsa’nın cevabını beklemez.

Pilatus; hayatında ilk kez felsefe ile yüzleşti. İsa depremiyle açığa çıkan enerji; hakikat nedir sorusunu yüzüne çarptı. O hakikati anlamak yerine klasik bir insan gibi davranarak kolay olanı yaptı; kendini ve tebaasını aldattı. İsa’yı alaya alma yöntemiyle; hakikati bir maskeye dönüştürüp kendi yüzüne taktı.

Hakikat benim. Hakikat biziz. Hakikat Romadır! dedi.

Hakikat, çarmıhta, yapayalnızdı kaldı.

Üstelik hakikat, o an; günahkâr ve suçluydu.

Hem insan; o an, bu varoluşsal çelişkiye karşı çıkmadığı hem de yeryüzü, bu kahır nedeniyle paramparça olup bu olayı gerçekliği ile tanımlamadığı için, o günden bugüne, hakikat; yalnız, günahkâr ve suçlu olarak kaldı. İnsanlık, Habil-Kabil’den bu yana ıskaladığı, gerçeği egemen kılma fırsatını bir kez daha ve galiba bu kez sonsuza kadar elinden kaçırdı.

İşte bu nedenle, bütün bozulmamış dinlerin ve öğretilerin konusu daima hakikatin doğası oldu.

Felsefe ise, bu hakikat mirasını devraldı, latinceye tercüme etti, seküler bir boya ile boyayarak soruyu yeniden üretti: Gerçek nedir?

Böylece, İlahi felsefe ile Pozitivist felsefe arasında en büyük kırılma, hakikat ve gerçeklik ekseninde meydana geldi.

Pozitivizm; hakikat nedir sorusunu gerçek nedir sorusu ile değiştirme gitgelleri, inkırazı ve bunalımının yarattığı büyük külliyatın ve mirasın adı oldu.

Akli gerçeklik vurgusu; Hakikati bir aldanma dünyasına, oradan da, tersten bir mefkûre ve içeriksiz bir ülkücülük olgusuna mahkûm etti.

Dünya düzeni, tanımlanmış pratik gerçekler ile saf haliyle hakikatin yeryüzüne inişini ya engelledi ya da kısa süre içinde deforme ederek yeni sürümleriyle sundu.

Bu nedenle, İsa’nın saf İslamı, Hıristiyanlık; Musa’nın orijinal İslam’ı, Yahudilik oldu.

Konfüçyüs’ün ilahiyat öğretileri, Konfüçyanizm; Buda’nın etik değerleri; Budizm’e dönüştü.

Marx’ın da Lafargue’ye hitaben söylediği “Eğer Marksizm buysa, ben Marksist değilim” cümlenin anlamı aslında budur.

Henüz İslamiyet’in ilk evresinde, Kuranı Kerim’in Maun suresinin dördüncü ayetinde Vay o namaz kılanların haline! denmesinin aynı bağlamda sarsıcı bir yeri var.

İslam bir -izme dönüştürülemedi ama softa din adamları onu bambaşka formlar içine yerleştirmeye devam ediyorlar.

Hakikat hakkında konuşmak, hakikati uygulamak, hakikati inşa etmek, doğrudan ve derhal hakikatin idrakine hiçbir şekilde eşit değil.

Bunu bilmeyen din adamları, kanaat önderleri, filozoflar, aydınlar, entelektüeller, komutanlar ve siyasetçiler nedeniyle daima faşizmlere mahkûm oluyoruz.

Hiçbir hakikat yoktur ki, o hakikatin, kendinden daha alımlı imitasyonu üretilmesin ve içinden faşizm çıkarılmasın.

İmam el- Gazali gibi İslam teologları, aydınları ve mütefekkirleri; devlet ve toplumlara yön vermediği sürece hakikat despotizminden kurtuluş olmaz.

Bu nedenle, devletler ve toplumlar; her zaman olduğu gibi yine ve daima, erdemli bilgeler ve rasih münevverlerin feneri etrafında örgütlenmeli.

İmam El-Gazali, on birinci yüzyılın bidayetinde; –Aldous Huxley’in güçlü ifadeleriyle- hakikatin mütalaa edilmesinden, hakikatin tefekkürüne ve doğrudan idrakine, filozofların saf entelektüel disiplininden mutasavvıfların ahlaki ve manevi disiplinine dikkat çekmişti.

Dün ve bugün, insan, sadece hakikati mütalaa ediyor. Bir hakikat disiplini kurgulamıyor ve bilakis böyle bir idrakten uzak kalmak istiyor.

Bugün Türkiye devleti ve Türkiye sosyolojisi, milletin feraseti ve irfanıyla yeni bir gerçeklik üzerinden yapısal dönüşüm yaşıyor.

Yeni gerçeklik, yelpaze eski yapıları bir bir yendi.

Bugün, yeni gerçekliğin imtihanı; artık eski ile savaşta değil.

Yeni’nin imtihanı; hakikat ile aldanma ve aldatma arasında olacaktır. Dönüşüm dinamiklerinin hakikati ile aynı dinamikler üzerinden aldananlar ve yanıltanlar arasında olacaktır.

Devlet; tabiatı gereği, bu yeni süreçte de, yine ve hızla, hakikat yerine, imitasyon hakikat altına yerleşmek isteyecektir.

Devletin bu doğası, toplumu, hakikatin derinliğine ve idrak etmeye doğru değil, hakikatin dışına, içeriksizliğe ve tiyatrosuna zorlayacaktır.

Devlet erki, bunu daha önce; Sağ ve Sol gruplar üzerinden üzerinden yaparak genç nesilleri kendine kurban aldı. Nice idealist topluluklar, bu nedenle, bir gerçeklik dahi olamadan kendi içlerine çöküp ideolojik olarak tükendiler.

Şimdi devlet refleksle, -işaretlerine fazlasıyla tanık olduğumuz- dönüşümün özünü anlamadan, onu yaşamında uygulamadan, devrimciliğin kabuğuna tutunarak, doğru-yanlış demeden, sorgulamadan, her sunulanı körü körüne savunan, en küçük bir olumsuzluğa tahammül edemeyen, şekilci, fetişist, fanatik yeni tür bir sağcılık inşa etme eğilimleri gösteriyor.

Devlet leviathanı/canavarı; Müslümanlığı da, keyfiyetsiz ve kifayetsiz yeni bir şekle hapsederek yamyam kazanı içinde haşlamak istiyor.

Görünürde kurucu felsefenin yetersizliği ve yön verici düşünsel çoraklık; devlet gücünün, İslamlık referansını da bu anlamda alt edebileceğine dair işaretler veriyor.

Ancak, bir ihtimal daha var; bu kez projektör devletin değil toplumun elinde. Toplum bu projektörü devletin yüzüne tutmuş bulunuyor.

Avcı ışığı önünde, açıkta, öylece savunmasız kalan bir tavşan gibi yakalanan devletin bu oyunu oynamasına izin vermemek için her zamankinden daha çok şans var.

Unutmayalım ki, ihtiyacımız olan yeni Türkiye şekilciliği değil yeni Türkiye’nin hakikati.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s