Kürt siyasilere son çağrı!

Jeo-politik durumlar, kendini, bir kader olarak bireylere ve yapılara dayatır mı?

1900’lerden itibaren kurgulanan Türkiye Cumhuriyeti aynı zamanda yeni bir “kader” sahifesiydi.

Yeni devlette, hangi yürüyüş yolu takip edilirse edilsin labirent oyunu gibi sadece tek çıkış yolu bırakılmış.

Türkiye’de tüm kurumlar Batıcılığı bir kader olarak yaşamış ve öyle kurgulanmışlar.

Başka bir ifade ile, belli bir eşiği aşan her birey ve her yapı Batı paradigmasıyla iltisaklanmış.

Türkiye’nin yeni süreci; ideolojisi ne olursa olsun, siyasal hareketlerin ve aydınların aslında bir misyoner olarak işlev gördüğünü açığa çıkardı.

İronik olan, bunlardan bazılarının, anti-batı sloganlarla bu misyona hizmet etmeleri.

Bugün, “Batıcılığın”; bazı İslamcı elitlerin, Türk aydınlarının, Kürt aydınların ve Kürt önderlerinin fıtratı olduğu belli oldu.

Türkiye’nin öze dönüş süreci önünde, aldıkları pozisyon ve verdikleri tepkiler izlediğinde bunu rahatlıkla görüyoruz.

Türkiye’nin eski aydınları, Türkiye’de İslam’a/topluma dair yaptıkları analizlerde, bu nedenle, bir türlü isabet edemiyorlar.

Bu arada Türkiye sosyolojisi söz konusu olduğunda, yukarıdaki cümlede olduğu gibi toplum yerine İslam kelimesini, İslam yerine toplum kelimesini koyabilirsiniz.

Görülen o ki İslam’ın (toplumun) , ruh ve mana dünyasının içine giremeyen aydınlar, daima ikmale kalacaklar.

Çünkü onlar, büyük yanlışı ilk başta yapıyorlar.

İslam’ı, zihinlerinde, kaçınılmaz mütemmim bir unsur ve alınyazısı olarak değil sadece dikkate değer bir materyal olarak kodluyorlar. Üstüne onlar, ailesinin, mahallesinin, halkının yaşadığı ve el altındaki İslam’ı, batılı pozitivist kaynaklardan öğreniyorlar. Bir benzetmeyle açalım. Milli Eğitim sistemi başka bir öğrenim yöntemi sunmadığı için, İslam babaları, babaları da saka olsaydı; onlar bunu yabancı kaynaklardan araştırırlardı. Sonra da gelir, sakalık üzerine öğrendiği teorik bilgiyi kendi babalarına izah ederlerdi.

Bu yönüyle, Türkiye’nin bilinen aydınları, ebeveynini küçümseyen, dejenere bir varlık türüdür.

Aydınlar, kaderlerinden işte böyle kaçarak topluma (İslam’a) karşı yabancılaşıyorlar.

Üstelik bu gayri insanı hal, zaman içinde yeni bir karakter oluşumuna neden oluyor.

İlk düğmeyi yanlış ilikleyen ve en temel insani duruşu bozan bir benlik, zaman içinde daha fazla olumsuzluğu, sorumsuzluğu, yabancılaşmayı, çirkinliği ve mefsedeti içine topluyor.

Bugün, Türk aydını gibi Kürt aydınının ve şiddeti esas alan Kürt önderliğinin birinci özelliği de; toplum-dışılıktır. Toplum dışılık, birey ve yapıları, örf, adet ve gelenek dâhil her şeyden soyutluyor bu durum ise gayri ahlakiliğin ve karaktersizliğin esas kaynağını oluşturuyor.

Türk ve Kürt aydını daima, ilk önce; toplumsal mirası reddediyor.

Sözü ne kadar dolandırırlarsa dolandırsınlar, Türk ve Kürt aydının esas görevi, toplumlarını asimile etmek olarak sonuçlanıyor.

Milliyetçi Kürtlük, milliyetçi Türklük ve devrimci Solculuk varoluş kodları itibariyle; Türkiye toplumuna karşı savaştır, gerisi detaylardaki doğru ve yanlışlardır. İçlerinde arkadaşlarımızın, bizimle aynı fikirde olmayan bireylerin ve mikro yapıların varlığı bu ontolojik makro gerçeğin tahakkukunu engellemiyor. Onlar kendilerini kandırmaya devam ediyorlar.

PKK habitatında şekillenen Kürt entelektüeller ve Kürt önderlerinin de, ifa etmekten asla kaçamayacakları, varoluşsal misyonları budur.

Kürt milliyetçilerinin de, Türk aydınları gibi, alın yazısında, düz misyonerlik var.

Ruhlarının, alaturka Hristiyanlaştığının farkına varamadılar; onlar, Sosyalizmle ve milliyetçilikle özgürleştiklerini, modernleştiklerini düşünüyorlar.

Genlerinin, alaturka Yahudileştiğinin farkında değiller; onlar, evrensel insan kulübünün, kapıdan en son giren üyesi olduklarını sanıyorlar.

Adları Kürt, İslam ya da Türk adı ama onlar, özüyle, Şark jeopolitiğinde batının ruh ajanılar.

Çağdaş Kürt ve Türk edebiyatının, sanatının, müziğinin, sinemasının, medyasının ve sosyal ağlarının tevarüs eden toplumsal etik değerlere karşı savaş konumunun nedeni bu.

Özünden, soyundan ve ahlakilikten kopmak, Türk ve Kürt aydının fıtratı.

Varlıksal olarak onlar, mahalle, toplum ve tarih terbiyesinden uzaklar.

Yüzlerinde okunan bizden değil bunlar algısının ve bed simalıklarının nedeni de budur.

Onlar; genetik kodların değişmesi nedeniyle, ruh ve mana özellikleri açısından, ana babalarından, toplumundan farklılaşmış ve mutasyona uğramış mutant kişilikler gibiler.

Onları; fiziki yapıları, giyim kuşamları, bakışları ve üsluplarından; yaşam alanlarını toplumdan daha uzağa taşıma telaşından ve sürekli, bilinmeyen bir çekim merkezine doğru meyilli olmanın verdiği eğimli hallerinden rahatlıkla teşhis edersiniz.

Onlar, aslında kendi bahçelerinin meyvelerini sevmezler, kendi ırmaklarında yıkanmazlar.

Onlar, kendi topraklarında seyahat etmezler, kendi dillerinden ve müziklerden hoşlanmazlar.

Hiç tereddüt yok ki, bugün özellikle entelektüel Kürt milliyetçiliğinin yaşadığı budur.

Onların, gözleri, kulakları, güdüleri, akılları, ruhları ve kalpleri kendi halklarına değil İstanbul üzerinden Batı’ya dönüktür.

Türk aydını gibi onlar da, bugüne kadar siyaset ve siyaset dışı analizlerinde daima yanıldılar ve bu tabiatlarıyla sonsuza kadar da ülkeleri ve toplumları bağlamında boşluk hissi yaşayacaklar.

Türkiye’nin yeni dönüşümü, bu temel çelişkilerini deşifre etti. Çözüm Sürecini, aslında istemeyen bir Kürt entelijansiyasının olduğu aklınıza gelir miydi?

Toplum var olduğunda, eski tarz Türk aydını olmayacağı gibi, eski tarz Kürt aydını ve Kürt önderliği de olmayacaktır.

Eski Kürt ve Türk aydını varsa bu demektir ki, toplum henüz özne değildir.

Sol, Sağ, liberal ve Kürt entelektüellerin, yeni Türkiye’nin ilk dönemlerinde sürece verdikleri destek, bu projenin kendi (Batı) projeleri olduğu düşüncesiydi. Çünkü yeni Türkiye, Batı’nın çalıştığı ve önerdiği, mülzem ve mücbir, post Kemalist yeni bir Batı ideolojisiydi.

Türk aydınlarında olduğu gibi, dejenere Kürtlüğün ruh dünyasında; Batı bir tanrı, Batıcılık bir din ve Batı edimleri de vahye denk bir form olarak yerleştiği için, bu projenin; 100 yıl önce TC’de olduğu gibi, baştaki şapkayı çıkarıp yenisini takma kolaylığı ile Türkiye toplumuna giydirileceğinden emindiler.

Ancak Türkiye’nin dönüşüm dinamikleri ve süreçleri; kör nokta dedikleri merkezden gücünü aldıkça, yeni Türkiye toplum tarafından kurgulandıkça, bunun aslında her zamankinden daha büyük bir tehdit olduğunu anlamakta gecikmediler.

O güne kadar, monde bir salon beyefendisi profili içinde olan Türk aydınları açıktan; dava adamı, halk kahramanı profili içinde olan Kürt aydın ve Kürt önderliği de gizlice, tırnaklarını çıkarmış, burnundan solan, öfkesini kontrol edemeyen mafya kişiliklere dönüştüler.

Topluma dönüşün en önemli evrimi, Çözüm Süreci ile gerçekleşiyor. Ama çözüm derinleştikçe ters orantılı olarak Kürt-Türk entelijansiyası ile toplum arasındaki makas daha fazla açılıyor.

Ulusal kurtuluş mücadelesi verenlerin kafalarında başka bir mücadelenin kodlarının gizlendiğini ve tabiatlarının onları bilerek ve bilmeyerek bu kodlara uygun davranmaya zorladığını daha önce kim kime inandırabilirdi!

Batıcı, misyoner Kürt, Türk ve İslamcı aydınları; bugün toplumu dönüştüren dinamiklere karşı abartılı öfkeliler, öyle ki 28 Şubat faşizminden daha katılar. Ancak bunu, öfkelerinin ana nedenini saklayarak cari sorunlar üzerinden kamuoyuna sunuyorlar.

6,7,8 Ekim Kobani olayları Kürt milliyetçiliğinin, ontolojik, temel çelişkisinin kusmuğuydu. Kobani olaylarının, iki taraf için de milat olduğunu beş-on yıl sonra herkes çok daha iyi fark edecektir.

Kürt aydını ve Kürt önderliği, son şanslarını değerlendirmezlerse, tıpkı Türk aydınları gibi milliyetçilik üzerinden var ettikleri toplum (İslam) dışı, hastalıklı yapılarının ve tasavvur dünyalarının esiri olacak, toplumları içinde tükenecekler.

Çözüm Süreci, Türk aydınlarının ve iltisaklı dinci elitlerin olduğu gibi Kürt aydınlarının yüzündeki son maskeyi de çekip aldı.

Bugünden sonra Kürt aydınlarına düşen; öze dönüş sürecini tahkim etmektir.

İstemsizce benliklerine yerleşen Batı’nın tabii misyonerliğinin farkına varmalarıdır.

Türk solunun neye mal olursa olsun Çözüm sürecinin başarıya ulaşmaması konusundaki refleksinin kodlarını iyi okumalı ve bunun nedenleri üzerinde düşünerek ders çıkarmalılar.

Bunu kendileri yapmadığında, Türkiye’nin yeni süreci, çok geçmeden, şiddeti temel alan Kürt hareketinin tüm vagonlarını lokomotifinden tek tek koparacaktır.

PKK, önündeki uçurumu bildirmek için yapılan çağrıya kulak vermeli ve kendi istekleriyle lokomotifi son istasyonda durdurmalı.

Kürt halkını tüm meşru gerekçelere rağmen kaderinden koparamadığını görmeliler.

Yetiştirdiği neslin marjının en fazla ne olduğunu, siyasi hareketin kırk yıllık eserinin ne ürettiğini ve bu yolun no go away olduğunu Kobani olayları sonucunda görmüş olmalılar.

Coğrafyanın ve iklim koşullarının insana bir kader dayattığı analizini yapan İbn-i Haldun’dan ilham alarak diyoruz ki İslam; Kürt’ün ve Türk’ün kaderidir.

Müttehit toplum olmak ortak kaderimizdir.

Türk ve dinci aydınların akıbetine siz de düşmeden, Jeopolitiğin mücbir bıçağı kemiğe dayanmadan, gelin, kaderinizden daha fazla kaçmayın!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s