Bir mahşer kurulsun.
Hesap verme vakti gelsin.
Dünya avuç içinde izlensin.
Herkes hakkını alsın.
En önemlisi; her kişinin, her olayın daha önce bilinmeyen gerçek yüzü ortaya çıksın.
Mahşerde Charlie Hebdo olayı da gündeme gelsin.
Charlie Hebdo saldırısının oluşumu, vukuu ve sonrasının bilinmeyen tüm ayrıntıları bir ekranda tek tek izlensin.
Bazı sahnelere ağır çekim tekniği uygulansın.
Charlie Hebdo’nun olgusallığı da ele alınsın. Bu olguyu var eden ve besleyen tarih kesiti, 1000 yıl ya da daha fazla olsa bile, hızlandırılmış yöntemle ya da sabırla normal olarak gösterilsin.
Sonra iki tarafın en uçlarına bu olay nedir diye sorulsun.
2015 Ocak ayında, Charlie, İslami radikalizmdir diyene de sorulsun.
Bugünlerde, Charlie, Müslümanların intikamıdır diyene de.
Onların vereceği cevabı herkes duysun.
Bu Mahşer senaryosu bir faraziye. O nedenle soruları cevaplayacak olanların ne cevap verdiklerini tam olarak bilemeyeceğiz.
Ama fikir yürütebiliriz.
Yüzeyde kalan verilere yaslanarak, ortak kabullerden başlayıp eleme sistemiyle belli sonuçlar çıkarmak mümkün olabilir.
Olay yeryüzündeki yüzlerce başkentten biri olan Paris’te gerçekleşti.
Ama Paris’e ya da Fransa’ya yapılan saldırı olarak kodlanmadı.
Batıya yapılan saldırı olarak kodlandı.
Söz konusu olan coğrafi bir tanımlama ise karşıtının da coğrafi bir tanımlama olması gerekirdi.
Doğu
Bu tercih edilmedi.
Medya dünyası, bunu İslami radikalizm olarak tercüme etti.
Batı karşısına Doğu’yu değil İslam’ı koydular.
Öyleyse önce bu noktaya bir mim koymalı.
Batı böylece; Doğu’nun İslamcı olmayan diğer tüm ideolojik formasyonlarını ligden düşürdü.
Onlarca devletin sınırları içinde, yüzlerce farklı yapısı, bin bir algı ve anlayış biçimiyle İslam dünyasını yekpare bir olgu kabul ettiler.
Bu olguda bir sorun var dediler.
Biz söylemiyoruz ama siz gelin hâkim önüne çıkın amasız olarak hesap verin dediler.
Onlar için, tepki alabildiğine sert olmalıydı. Bunun nedenine ilerleyen satırlarda girilecek.
Hepimiz terleyerek çıktık hesap verdik.
Terleyerek; çünkü kafamızda geçen bin bir türlü fikir antrenmanından doğru bir sonuç çıkaramadık.
Son kararımızı verdik; şimdi hesap verelim sonra düşünürüz dedik.
Evet, biz kendimizi hesaba çekmeliyiz dedik.
Herkes işini bıraksın, Batı şimdi istediği için özeleştiri yapmaya başlasın.
Durumumuz bir travmaya işaret ediyor.
Bunu yaşanmış, derin psişik bir olayla özdeşleştirmekte bir sakınca bulunmuyor.
Yusuf ağabey bir eğitim kurumunda müstahdemdir.
Kurum muhasebecisinin, bankadan kendine yeni ulaşan kredi kartı çalınır. Olay, Yusuf’un yalnız kaldığı mesai saatlerine denk gelir.
Tüm deliller Yusuf ağabeyi gösterir.
Yusuf, baskıya dayanamaz ve itiraf eder.
Evet, kredi kartını ben çaldım der.
Dünya iyisi olan Yusuf’un itirafı herkesi şok eder.
Bir hafta sonra işyerine polis gelir.
Kredi kartını çalan asıl kişinin, civardaki ATM’lerde yapılan kontrollerden sonra yakalandığını ve gözaltına alındığını söyler.
Tüm çalışanlar ikinci bir şokla sarsılırlar.
Peki Yusuf, abi hem de bir hafta boyunca, işlemediğin bir suçu niye üstlendin diye sorarlar.
Yusuf abi, yine boncuk boncuk terler ve yine susar!
Charlie Hebdo olayıyla da, İslam dünyasından mesul olmadığı bir suçu üstlenmesi istenir, İslam dünyası da bilinmeyen bir sebeple bunu kabullenir.
Bizim fıtratımız kötü.
Biz kirliyiz.
Ontolojik suçluyuz.
Biz geri kalmışız.
Biz üçüncü dünya karakterliyiz.
Bu nedenle şiddete eğilimliyiz.
Maalesef vahşi bir yaratık gibi hangimizin, ne zaman tırnaklarını ve azı dişini çıkaracağını kestiremiyoruz.
Burada bir Yusuf abi sendromu yaşıyoruz.
Bir Charlie Hebdo sendromu.
Ana çark dönmeden, içine yerleştirilmiş sayısız çarkların hiçbiri dönmez.
Küresel siyaset evirilmeden, Charlie Hebdo meydana gelmez.
Onay almayan bu boyutlarda bir eylem Batı ve Amerika topraklarına giremez.
Hatırlayın fi tarihinde, dünyanın yeni döngüsünü herkesten önce gören ABD’nin önünde iki seçenek vardı.
Ya medeniyetler çatışması yaratacaktı.
Ya da medeniyetler barışı.
Derin Amerika, Bush’a; medeniyet çatışmasının daha rantabl olduğunu ve iktisadi sonuçlarının daha fazla olacağını dayattı.
Ancak bu çatışma; olağanüstü bir referansa dayanmalıydı.
Derin Pentagon, asla ispatlanamayacak yöntemlerle 11 Eylül olayına onay verdi.
11 Eylül olayı elbette ki radikal dinci örgütlere yaptırılacaktı.
Eylemi Müslümanlar gerçekleştirecek, hem de ödüllerini alacak, gururlanacaklardı. Afganistan dağlarında ‘bizimkiler yaptı’ diyerek tekbir sesleri yükselecek, kanepesine uzanan nice modern Müslümanın kalbinde de garip bir serinlik hissi oluşacaktı.
Bu, devasa Amerikan siyaset gemisinin dümeninin kırılması yanında önemsiz bir ayrıntıydı.
Olay “Brzezinskigiller”den çıkmıştı.
Felsefe yoktu.
Eylem vardı.
Ancak kısa zaman içinde görüldü ki gemi, hızla bir aysberge doğru gidiyordu.
Amerikan titaniği hesap edilmeyen, daha büyük bir tehlike ile karşı karşıyaydı.
Derin Pentagon ön aldı.
Obama seçildi.
Herkes bu seçimi, siyahi bir liderin seçilmişliğiyle çağdaş medeniyetler seviyesinin zirvesi olarak algıladı.
Obama bile öyle düşünmüştü.
Oysa yeni dünya Bushçuluğu kaldıramamıştı. Anlaşıldı ki, Haçlı ruhu bir kez yaşanmıştı. Bir daha hiçbir şeyi eskisi gibi domine edemiyecekti.
Yanlışlarından döndüler.
Charlie Hebdo olayı da, tıpkı 11 Eylül gibi koca bir kıtanın refleksidir.
Avrupa (ve Rusya) merkezli küresel bir hiledir.
Bunu hırsızın şecaat arz ederken sirkatini söylemesinden çıkarıyoruz.
AB bilinci, Charlie Hebdo olayını kavramsallaştırmaya çalışırken planı da deşifre etti.
Avrupa’nın 11 Eylül’ü.
Evet Charlie Hebdo olayı Avrupa Birliği’nin 11 Eylül’ü idi.
Yine Müslümanlar’ın hiçbir dahli olmayan bir 11 Eylül.
Tıpkı Amerika gibi kendi merkezlerinde profesyonelce tasarladıkları 11 Eylül.
Avrupa’nın da, olağanüstü bir referansa ihtiyacı vardı.
Batı; yeni bir evre için kırılan, yeni dünya düzeninde, daralan çemberin farkında.
Her şeyde normallik algısı var ama ilgili kurucu odaklar, bunun yeterince farkında.
Ancak anlaşıldı ki, Avrupa kendini Bush ideolojisine kurban etmeyecek; Haçlı siyaseti gütmeyecek.
Kol kola olmalıyız! siyaseti güdecek.
Charlie Hebdo olayı Batı – İslam çelişkisinden doğmuyor.
Charlie Hebdo saldırısının kurbanları; ABD-Avrupa çelişkisinin kurbanı.
Şeytanı taşlamak isteyenler; ABD-Avrupa çelişkisinden bir ikon yapsınlar, ceplerine doldurdukları taşları o şeytana atsınlar.
Sahi Pentagon, Paris yürüyüşüne katılmamıştı değil mi?
Yeni yüz yılda, ABD, kendi beka sorunu ve iç çelişkileriyle uğraşıyor.
Görece zayıflamaya başlamasıyla ruh müttefiki olan Avrupa’yı bile, bu nedenle, kendi başına bıraktı.
Pasifik esaslı modern ekonomik savaşa ve oluşacak yeni binyılın düzenine Avrupa’nın katabileceği yeni bir değer yok.
Yeni binyılda, Amerika, Müslüman coğrafyayı yanına partner olarak almak zorunda hissediyor.
ABD, Müslüman jeo-politiğine mecbur.
İçindeki Neo-Con’lara ve çıbanbaşı İsrail’e rağmen başka şansı yok.
Bu nedenle, Amerikan iç çelişkisi; uzun bir aradan sonra, bu anlamda, kapsamlı, kalıcı, ciddi ve şiddet içeren bir çatışmaya dönüşme potansiyeli taşıyor.
Amerika’nın yeni çaprazı, içindeki Siyonist lobiyi; ya Müslümanlar’la söz konusu edilen metazori birliğe zorlayacak ya da bu lobiye karşı tasfiye süreci başlatacak.
Yakın-uzak gelecekte Amerika iç çatışması, ilk defa, su yüzüne çıkacak.
Derin Avrupa; yeni ittifakın farkında, önlenemeyecek şekilde yeni düzeni bu neo-birliğin kuracağını biliyor.
İslam haritasının, yeni binyılda oyunun baş aktörlerinden olacağı varsayılıyor.
Derin Avrupa’nın tanık olunan stresi bu: Yeni ittifakı kıskanıyor.
Yeni küresel ekonomik düzeni kıskanıyor.
Ne, 11 Eylül 2001 olayının içinde tek bir kelimelik İslam vardı.
Ne de, Charlie Hebdo olayının gerçekliği içinde tek bir kelimelik İslam var!
İslam-Hristiyanlık kimsenin umrunda değil.
Dünya düzeninin birinci eylemi, öncelikle jeopolitiktir.
Evrensel ve bölge devletlerinin, temel çelişkisi, devletin öncelikleridir.
Din dâhil tüm değerler sonra gelir.
Önce beka sorunu vardır.
İnsanda ve devlette beka sorunu varsa hiçbir şeyin kıymeti olmaz.
Beka sorunu yaşayan Avrupa, kendi organize ettiği bir oyunla, üstten sıkılan, alttan emilen çikolata tüpü modeliyle, Müslüman coğrafyayı kendisiyle ittifaka zorluyor.
İsrail lobisine rağmen Filistin meselesindeki son olumlu tavrını da göz önüne alarak farkediyoruz ki, Müslüman demokrasiye destek atarak ön alınıyor.
Arap Baharı ve İsrail’in temerrütleriyle, Ortadoğu halklarına karşı zor durumda kalan Amerika’nın oluşturduğu büyük boşluğu, lehine çevirmeye çalışmak, imparatorluk tecrübesine sahip derin Fransa’nın payına düştü.
Bazı zavallılar, Fransa’yı François Hollende adının yönettiğini sanıyor.
Bazı zavallılarda Almanya’yı Angela Merkel isminin yönettiğini düşünüyor.
Farazi mahşerde; radikal Batıcıların ve radikal dincilerin kendilerine sorulan soruya hangi kelimelerle cevap verdiklerini hala bilmiyoruz.
Ama mahşer ekranında yayımlanan videoları izledikten sonra, birinci grubun aldatılmış erkek, ikinci grubun aldatılmış kadın psikolojisi içine düştüğünden adeta mutmainiz.