İslami terminoloji; savaş stratejisi olarak, güç dengesi aleyhte olduğunda barış yapmanın onursuzluk olduğunu salık verir.
Zira zayıfken barış, zillet getirir.
Güçlüyken sulh, izzet verir.
Üstünlük düşmanın elinde olduğunda, uygulanacak tek strateji; direnmektir.
Aslında bu, kadim ve evrensel bir savaş sanatıdır.
Mücadelesine ve davasına inanan her müfrezenin tabii refleksi budur.
Eğer bir ordu ya da örgüt bu teamülü tersine çeviriyor, zayıf olduğunda zillete düştüğünü bile bile barış diyorsa bilinmeli ki bu hal; mutlak hiledir.
PKK’nın; kendi içi boş, kibirli tanımı ile “savaşı” sebepsiz yere yeniden başlattığı, fiilen sürdürdüğü ve büyük toplumsal uzlaşıya kurşun sıktığı halde, önceki gün dağda dün ovada yaptığı barış ve müzakere çağrısı, ham bir harp taktiğidir.
Nevruz bayramı bahanesiyle güç bela topladıkları kitlenin arkasına sığınarak HDP sözcülerinin göğe uçurduğu güvercinler, bir sihir denemesidir.
PKK ve HDP; uluslararası jeopolitik stratejistlerin kendilerine verdiği sözlere güvenerek yeni bir sevkülceyş oyunu çeviriyorlar.
Öyle görülüyor ki HDP, vizyonu tam bir fiyasko ile sonuçlanan PKK’yı şöyle ikna etti: “ Türkiye’deki muhalefeti konsolide edilebilmenin yolu ancak barış çağrısıyla mümkün!”
Üstelik, Ankara’da otobüs durağında canlı bombanın, çocuk-yaşlı 35 sivili katletmesinin üzerinden bir hafta geçmeden ve onlarca ağır yaralı henüz taburcu edilmeden..
Devlet nedir?
Devlet; hayallere dalıp durakta beklemek gibi bir suç(!) işleyerek şehit olan ve yaralanan vatandaşın kendisidir.
Adalet nedir?
Adalet, bizzat bu kadersiz mağdurların duygusudur.
Bundan sonra takip edilecek temel strateji nedir?
Bir daha asla yapamasınlar ve bir daha bizimle asla oynamasınlar diye terörün beynini vurmaktan geri dönmemektir.
Ölenlerin yakınlarının, yaralıların, görgü şahitlerinin ve toplumun yüreğini soğutmaktır.
Bir devlet bunu yapmayacaksa neye yarayacaktır!
Bundan böyle sokaklarda kim güvenle gezebilecektir?
Güvenpark ne ise takip edilecek en hakikatli strateji odur.
Kızılay ne ise “rasyonalite” odur.
Ankara katliamı bize ne anlatıyorsa “sağduyu” sadece odur!
Hala kafası karışık olan, aklı gidip gelen devlet bürokrasisi varsa atıf olunur!
Bilgelik, süreci okumak ve ona uygun davranmaktır.
Basiret, feraseti var eder.
Tekrarla feraset, sürecin geldiği yeri görmek ve biriken yükü taşıyabilmektir.
Dirlik, kazanımları geri sarmamaktır.
İzzet, yapılması gerekenleri ertelememektir.
İktidar, tereddüde düşmemektir.
Muvaffakiyet; cesaret, azim hatta kesin inançtır.
“Vatandaşın” kanı yerde kurumamışken kim barış ve müzakere çağrısı yapıyorsa bu alçaklıktır!
Güya gerçekten istiyormuş gibi hile dolu çağrıyı, toplumun ve Güvenpark mağdurlarının gözlerinin içine baka baka adeta dalga geçercesine dile getirenlerin kendisi de alçaktır!
Kim ki, PKK ve HDP’nin bu entrikasına uyulmalı diye açıklama yapıyorsa bilin ki o iflah olmaz bir hempadır.
Kim ki, milletin ve Yeni Türkiye iradesinin koşulsuz uzattığı eli boşa düşürenlere ihanetlerinin karşılığının verilmesini 93 konseptine dönülüyor diye eleştiriyorsa, bilin ki o PKK işbirlikçisidir.
Şehir ortasında ortaçağ hendeği kazan militanlarla hatıra fotoğrafı çektirenler,
Pespaye teorisyenlerin zırvası Özyönetim aklıevvelliğinin aleni propagandasını yapanlar,
Otobüs durağına dalan canlı bombanın cenazesine katılarak toplumsal duygunun ta köküne balta vuranlar,
Bir imkânsızı/Çözüm sürecini var eden iradeyi yıkmak için yabancı devlet istihbaratlarıyla birlikte çalışanlar,
6-7-8 Ekim barbarlığına, Vandalizm’e, bir utanca methiye dizenler,
PKK’nın terör eylemlerini gözlerde meşrulaştırmak için Meclis içinde gece -gündüz çalışanlar,
Kalıcı barış için toplumun tek yürek olup nice güçlüğü aşarak inkişaf ettiği tarihi iradenin ensesine kurşun sıkanlar,
Suriye devriminde kendi ülkesi için değil Rusya, İran, ABD ve Esed adına çalışanlar:
Utanmadan ve sıkılmadan Nevruzda platformlara çıkıp pişkince barıştan söz ediyorlar!
Çözüm sürecinde; Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısının içini boşaltmak için bizzat kendi serokunu ve putunu yiyen, onu ihanetle ve cahşlıkla suçlayanlar, bir sene sonra, zoru ve tükenişi görünce dün ona selam üstüne selam gönderdiler.
Bir taraftan Demirtaş barış çağrısı yapıyor, diğer taraftan yöneticiler tek tek söz alarak “Demirtaş bunu mecburen söylüyor siz savaşa devam edin” dediler.
Böylesine adi ve ikiyüzlüler.
Bunlar aslında Kürtlerin baş belaları.
Def edildiklerinde herkesten çok Kürtler sevinecek.
Şimdi bizden oynadıkları bu düzmece oyuna gelmemizi istiyorlar.
Belki öngöremiyorlar ama kendilerine son darbeyi devlet değil, Kürtler vuracak.
Kürtler onları bu topraklardan kovacak.
Yaklaşın ve dinleyin.
Dini anlamıyla söylemek bize düşmez.
Ancak ıstılahta bu çağrışımı verecek yedek bir kelime bulunmuyor:
Münafıksınız!
Sizde, küfür ile iman arasında gidip gelen, ruhu bir türlü teskin olamayan baş münafık Abdullah b. Selül fıtratı var.
Münafıklığı; kararsızlık ve inanma kabiliyeti yoksunluğu var eder.
A’raftaki haliniz nedeniyle zayıf karakterlisiniz:
Ne Cizreli’siniz ne Cihangir’li.
Ne Kandil’den vazgeçebiliyorsunuz ne Bebek’ten.
Bedeniniz Diyarbakır’da aklınız İstanbul’da.
Ne tam Kürt’sünüz ne tam Türk olabiliyorsunuz!
Hem dağdaki militana hem şehirdeki beyaz Türk’e “biz aslında sizdeniz”diyorsunuz.
8 Mart Dünya Kadınlar günü haftasında, bir kadın canlı bomba sayenizde kendini patlatıyor.
Müflis “Büyük İnsanlık Proje”nizden, kadınların payına düşen bu.
Namlu ve güvercin arasında,
Terör ve sivil siyaset arasında,
Gâvurluk ve Türkiyelilik arasında,
Hile ve dürüstlük arasında gidip gelen bir DNA’nız var.
Nifak soylusunuz.
Ruhunuz huy tutmaz!
Size güvenilmez.
Barış çağrınız zerre kadar samimi değil.
Bunun için önce iki duruş arasında seçtiğiniz birine “iman” etmelisiniz.
İman edin kişiliğinizi kurtarın.
İmanın, ilk gerek şartı, zıttan tövbe etmektir.
Ne yazık ki onlara iyi haber yok; sosyoloji tarihine bakıldığında münafık sınıfının hiç iman ”edemediğini” görüyoruz.
Ne zaman ki, kinaye ile PKK koşul ileri sürmeden beyaz bayrağı kaldırarak şehre iner,
Barış sözcüğü o zaman bir cemre gibi devletin diline düşer!
Ve yeni bir gün (nev-ruz) doğar.
Sürecin ruhu
Kızılay’ın ruhu budur!