“De ki: Herkes kendi tabiatına göre davranır.”
İsrâ 84
Türkiye’de, ideolojik ve politik kavga tamamlandı.
Bundan sonrası profesyonellerin kendi aralarında kriket oyunu olacaktır.
Türkiye’de sosyal algılar da netleşti.
Bundan sonraki süreçlerde; yeni sosyolojik tanımlara ihtiyaç olmayacak. Olgular mecrasını buldu. Yaşanacak her olayın adresi şimdiden belli.
Türkiye siyaseti; politik psikoloji evresine geçti.
Bundan böyle devlete, iktidara, muhalefete ve örgütlere psikolojik unsurlar yön verecek.
Türkiye, “kendini” tedavi ediyor.
Sosyal ve siyasal koşulların çetin geçmesinin esas nedeni bu tedavi süreci.
Türkiye, parçalı kişiliğini topluyor.
Çoklu kimlik bunalımından çıkıp normal bir kişiliğe dönüşüyor.
Zamanında başlayan, durmaksızın devam eden iç çatışmaya son veriyor, kendiyle barışıyor, asil ve özgün bir kimlik ediniyor.
Bütün uç durumlar dâhil Türkiye siyasetinde yaşanan her olayı, organik bir canlının kendi iç çelişkisi olarak görmeli.
Ülkenin; kendini kurma, yeniden var olma mücadelesi, tamamlanmayı bekliyor.
İşbu tekâmül dinamiği, ülkeye, her sorunu alt etme gücü veriyor.
‘Türkiye evreni’ inşa oluyor.
Bazen negatif duygular verseler bile bütün detaylar bu evrene hizmet ediyor.
İşte bu kaçınılmaz gerçeklik nedeniyle, Gülenist her çaba, beklenenin tersine normalleşmeyi çabuklaştırdı.
Gezi ve Sol’un her kalkışması, demokratikleşmenin gücüne güç kattı.
PKK ve illegal örgütlerin her eylemi, kaosu değil birliği pekiştirdi.
Uluslararası her abluka, Türkiye’de, ortak kimliğin oluşumuna hizmet etti.
Hayatın bir sırrı da bu; kötülükler, iyiliği büyütüyor.
Her fırtına gemiyi menziline biraz daha yaklaştırıyor.
Türkiye düne kadar; devlet, millet, tarih, kimlik, benlik, algı ve vizyon olarak normalde bir bütün olarak var olması gereken unsurlarının, her biri ayrı yöne gitmiş bir ülkeydi.
Bu durum psikolojideki “çoklu kişilik” bozukluğunu çağrıştırıyor.
Türkiye, dış dünyanın gerçekliği duygusunu, kendilik ve kendi gerçeklik duygusunu geçici bir süre yitirdi.
Türkiye; I. Dünya savaşı koşullarında yaşadığı ağır travmada, kaldıramadığı, dayanamadığı sorunlar karşısında yokmuş gibi davranarak sorunları bilinçaltına aldı.
Devlet, problemlerle yüzleşmek yerine kendi eliyle yarattığı suni kimliklere tutundu, onlarla özdeşlik kurdu.
Kâh hafızasını silerek, unutarak kâh öz değer ve varlığını reddederek kendini tehlikelerden uzak tutmaya çalıştı.
Tek tipçi Kemalizm, Batıcılık, toplumu iç düşman telakki etme, İslam’ı şeytanlaştırma, Türkçülük, Kürtçülük, PKK, Paralel.. bunların hepsi zayıf bir devletin boşluklarında üreyen hastalıklı organizmalardı.
Her tedavi bir sürece ihtiyaç duyar.
Çoklu ve parçalı kişiliklerin tedavi sürecinde, sona gelindiğinde bazen kişinin kendine direndiği anlatılır. Hasta alışkanlığını değiştirmek istemez. Kopma ve boşluk hissi yaşar. Ayağının altındaki zeminin kayıp gideceği korkusu vardır. Gelecek kaygısı ruhunu yorar. Oysa bu son virajdır direnirse tamamen iyileşecektir.
Bu durum Yeni Türkiye siyasetinde de zaman zaman kendini göstermektedir.
Görünen o ki, son olarak AK Parti kendine direnecektir.
Zaten direnmektedir!
Ulusal ve uluslararası sistemden kopma hissi bazı kurucu kadroların hâlâ ruhunu sarmış görünüyor. Akılları gidip gelmektedir. “Türkiye kutuplaşıyor…Bu gidişin sonu uçurum” duygusu davranış bozukluklarına neden olmaktadır. Tehlike algısı onları gerçek-dışılığa hapsediyor.
Bugüne kadar AK Parti, önüne çıkan tüm engelleri tek tek aştı.
Şimdi tarih onu kendi engeli önüne bıraktı.
Gezi’den Paralel’e, 7 Haziran travmasından PKK’ya süreç son sürat ilerliyor ama her seferinde bazı kurucu kadrolar daima tedirgin, elindeki bayrağı taşırken bile gevşek ve ürkek.
Türkiye, bu çelişkinin de adını illa ki koyacaktır.
Erdoğan’ı çıkarttığımızda bir genellemeyle AK Parti, hâlâ Kemalist olup olmadığı sınavını geçmiş değil.
Zira AK Parti, Erdoğan’ın sür-git verdiği büyük mücadelenin daima gerisinde kalarak ve tutuk davranarak Kemalizm’e yatan nice fotoğraflar verdi.
Bu arada AK Partililerin kendi içlerinde; sanki üslup, metot, vizyon ve ideoloji farklılıkları varmışçasına yaptıkları tartışmaların hakikiliği yoktur.
Bu iddialar, kendine direnmenin entelektüel bahanesi kapsamındadır.
Aslında çatışma Türkiye’nin yaşadığı tedavi sürecinin son merhalesidir.
Millet bunun farkındadır.
Reel politiğin çaprazı ve demokratik devrimin kendini tamamlama enerjisi;
Kemalizm’i yıktığı gibi, AK Parti içerisindeki her statükocu teşebbüsü de bugün ya da yarın tasfiye edecektir.
Kimse merak etmesin!
Tedirgin olunacak bir durum yok.
Kimse heveslenmesin!
Ne Kemalizm ne de statüko geri gelecektir.
Diyalektiğin doğası, sorunları kendi kendine çözecek, engelleri özgücüyle aşacaktır.
Bu ilm-i siyasetin fıtratına aykırı hareket eden her çaba beyhudedir.
Türkiye devrimi diyalektiğinde;
Türkiye, Erdoğan, AK Parti sıralaması değişmemiştir.
“İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirip yan çizer; ona bir zarar dokunacak olsa karamsarlığa düşer.”
İsrâ 83