Şehit Erol Olçak, Mustafa Cambaz ve diğer şehitlerimizin anısına….
“De ki ey kafirler!”
Kuran-ı Kerim
Ayşe Rânâ, 5. yaşına işgalden iki gün sonra girdi.
15 Temmuz 2016’da, vatana yönelik küresel işgal girişimi gecesi annesiyle birlikte tatildeydi.
O uzun geceden birkaç gün sonra telefonda “baba, bugün sana dua ettim” dedi.
“Ben de seni özledim kızım!”
Ayşe bir an duraksayınca, babası kızına verdiği bu cevabın sorunlu olduğunu anladı.
“Bana niçin dua ettin?” diye sordu.
“Orada savaş varmış” dedi.
“Evet, kızım burada “savaş” var.”
“Ama merak edecek bir şey yok; kötüler yenildi. İyiler kazandı.”
Cevap her yaş grubunun anlayacağı sadelikte bir örgüydü. Zira çocukların oynadığı tüm oyunlar, izlediği filmler, ‘iyiler ve kötüler’ şeklinde kurgulanıyordu.
İyiler ve kötüler: Millet ve darbeciler.
İyiler, kötüleri yendi: Millet, darbecileri püskürttü.
Bundan önce yaşanan hiçbir siyasi çatışma ve ideolojik mücadelede fotoğraf, 15 Temmuz Cuma gecesindeki kadar net ve berrak olmamıştı:
İşgalciler, darbeciler, emperyalistler, sömürgeciler, hainler, haçlı zihniyetliler, şeytanın çocukları, nihilistler, şeref yoksunları, ‘küfür’, ‘batıl’; vatan, millet, devlet, toprak, ümmet, din, insan ve demokrasi düşmanları bir tarafta;
Vatandaş, millet, ümmet; devlet, ülke, vatan, bayrak; tarih ve din, hak ve hakikat, antiemperyalistler, darbe karşıtları, demokrasi yanlıları, özgürlükçüler, barışseverler; ideolojik haysiyetini kaybetmemiş İslamcılar, Ülkücüler, Kürtçüler, Solcular, Liberaller, Laikler, Geziciler, Ulusalcılar diğer tarafta…
Hala müşevveş bir akıldan kurtulamayan, ruhu bir türlü tatmin olmayan ne kadar İslamcı, Kürtçü, Türkçü, Laik, Ulusalcı, Solcu, Liberal varsa bilsin ki “bizden” değil!
Yakın tarihte ilk kez bu netlikte ârâfı, gri alanı, ara formu olmayan ve soru işaretlerine müsamaha etmeyen kesinlik ve keskinlikte siyasi bir mücadele yaşanıyor.
Yeni devleti ve yeni toplumsal mutabakatı bu son fotoğraftan okuyarak ve tutarak ikame etmeli.
Eski Türkiye, Cumhuriyet mitingleri, Gezi Kalkışması, Kürt meselesi, Milliyetçilik, Türkçülük, Atatürkçülük, Muhafazakârlık vb. olgular arasında yaşanan çelişkilerin yeniden tanımlanması gerektiği ortada.
Darbe girişimi; Gezi kalkışmasından bu yana dile getirdiğimiz Müslüman Demokrasi teorisinin inşasının nihai sınırlarını belirlemesi açısından da son derece değerli. “Efradını cami, ağyarını mani” bir kuram bu.
Tam bu aşamada iki cepheden birinde kendine yer bulamayan kişi ve yapıların artık hükmü yok.
Böyle bir kimliğin; dinini, inancını, değerlerini, milliyetini, vatandaşlığını, ideolojisini, aklını ve vicdanını sorgulamasında sakınca yok.
Hak ve batıl
Doğru ve yanlış
İyi ve kötü
Birlik ve fitne
Demokrasi ve darbe
15 Temmuz’da saatler gece yarısını göstermeden bu olgular maksimum istiabına ulaştı.
Ancak ibretle izliyoruz ki; hakikat kendini ne kadar berrak gösterirse göstersin hainlik ve düşmanlıkta ayak direyen iflah olmaz bir güruh var!
Bâtıl’ın ve Batı’nın, bu topraklarda azımsanmayacak sayıda bir gâvur kitlesi var edebildiğine de şahitlik ettik.
Bugün Türkiye’de rasyonel temelde iki yapı var artık:
Darbeciler ve millet.
İşbirlikçiler ve demokrasi.
İşgalciler ve “ed-Devlet”.
Dominyoncular ve bağımsız Türkiye.
Mandacılar ve vatanseverler.
Geride bıraktığımız fay hatlarının ve çatışma dinamiklerinin son tahlilde kendi iç dünyamız olarak tanımlanabileceğini idrak ettik.
Sahici haliyle saflar, o gece şafak sökmeden nihai ufkuna vardı.
15 Temmuz 2016 bu anlamda bir milat.
Dinler, devletler, devrimler, medeniyetler; bu tür sosyal, siyasal ve psikolojik kesinlik ve keskinliklerin üzerine inşa olur.
Hz. Peygamber’in (AS) “lekûm dinikum veliye din” şeklinde vazettiği tarihselliğe, sosyolojiye ve psikolojik koşullara ferasetle bakılmalı.
Tevhidî mücadele, belli bir olgunluğa ulaşınca süreci tanımlama ihtiyacı doğdu. Yeni bir toplumun, yeni bir inşanın sınırları şöyle çizildi:
“De ki ey kâfirler!
Sizin ibadet ettiklerinize ben ibadet etmem.
Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz.
Bundan böyle ne ben sizin, ne siz benim kulluk ettiğime ibadet edersiniz.
Sizin dininiz size benim dinim bana!”
Bağımsız ortak bir ufuk inşa etmenin yolu net, hakiki, organik, rasyonel ve makul bir zıtlık üzerinde mümkün olur.
Şeytani olanı, fitne ve fesadı yayan, annesine, babasına, ailesine, toprağına, vatanına, milletin ortak evine (Meclis’ine) düşmanlık edene, başlarına bomba atana, üzerlerinden paletle geçene, “seni ben doğurdum” diyen anaya kurşun sıkana kucak açacak kadar sapkın bir zihinde olanlar, kim olursa olsun, şerdir.
Ne acınır ne şüpheye düşülür!
Ayan beyan görüldü ki, onlar bu toprakların insanı değiller.
Tamamı devşirildiler.
Şeytanın soyu oldular.
Onlar Haçlı zihniyetine teslim oldular.
Emperyalistlerle iş tutular.
Özlerine ihanet ettiler.
Ailelerinin yolunu, örflerini terk ettiler.
Onların yolu, yordamı; inancı, istikameti ayrı.
Vatanı, milleti; milliyeti, medeniyeti ayrı.
Onların Allah’ı, elçisi, kitabı ayrı.
Kuşku yok ki onların dini ayrı.
Bu büyük mefkûreyi en iyi tanımlayan kavram olarak din; Şark’ın ruhu, medeniyet telakkisi, asli ve öze dair kimliği de bağlamına katan filolojik kapsamıyla, bir kez daha önümüze yol haritası koyuyor.
Millet tek yürek diyor ki:
Biz sizin boyunduruğunuza girmeyiz.
Siz de bize hainlik etmekte geri durmayacaksınız.
Bundan sonra da bizimle sürekli savaş içinde olacaksınız.
Mutlak hukuksuzlukla bize dair her şeye kast ediyorsunuz, çıldırmış gibi saldırıyorsunuz.
Sizin ekseniniz, bloğunuz, paktınız, kuşağınız, jeopolitik stratejileriniz size bizim eksenimiz, bloğumuz, paktımız, kuşağımız, jeopolitik stratejilerimiz bize!
Tabii olarak kendimizi; kimliğimizi var eden ve koruyan en güçlü dinamiğimiz ve silahımızla savunuyoruz:
Ey darbeciler!
Sizin dininiz size bizim dinimiz bize!