Senaryo, Darbe ve Devlet

Devleti İzleyin-II

Türkiye’yi; Irak ve Suriye gibi olmakla tehdit ediyorlar.

Yüzüncü yılını doldurmadan II. Lozan’ı imzalamaya icbar ediyorlar.

Devlet, İstiklal Harbi’nden sonra bir kez daha “beka sorunuyla” karşı karşıya.

Bu nedenle “Devlet”, 15 Temmuz gecesi oradaydı.

Başlangıcından sabahın ilk ışıklarına kadar her evrenin tam ortasında…

Onların sır zannettikleri darbe hazırlıkları, devletin avucunun içindeydi.

Tam anlaşılsın diye geriden almalı:

Oyunlarının örgüsü, PKK’nın Barış sürecini bozduğu Ceylanpınar’da netleşti.

Uykudaki polislerin kafasına sıkılan kurşun profesyoneldi.

Devlet, cinayetin tarzından şifreyi çözdü:

Atlantik, bir askeri darbe planını devreye sokuyordu.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Devlet, Batı’ya karşı oyununu, “iki devlet” konseptiyle oynadı.

Biri, herkesin gördüğü ve bildiği resmi devlet.

Diğeri, farkına varılamayan ve çözülemeyen asıl devlet: Ed-Devlet.

Resmi Devlet, darbe hazırlıklarından habersizdi. Elbette tahminde bulunanlar vardı.

Oysa “Ed-Devlet”, bir gölge gibi Batı’nın attığı her adımı izliyordu.

PKK’nın, HDP ile gelen demokratik avantajı hiçe sayması, ani bir kararla silahlı çatışmayı yeniden başlatmasının nedeni, devreye sokulan askeri darbe kararıydı.

Batı; ordu içindeki FETÖ aracılığıyla PKK ile anlaştı.

Hatırlanacağı gibi, Duran Kalkan, o dönem “Türk ordusuna” methiye düzüyordu.

Hendekçi PKK unsurları ezilip geçilince şaşkına döndüler.

Bunun üzerine Duran Kalkan, “Türk Ordusu neden bizimle savaşıyor, anlamış değiliz” şeklinde bir açıklama daha yaparak kendini iyice deşifre etti.

Bu sözlerin alt metni şuydu:

“Hani Ordu, FETÖ kontrolündeydi, bizimle savaşmayacak, karşılıklı savaşıyor gibi bir görüntü verecektik!”

PKK’nın Özyönetim modelinin hedefi,  darbeye zemin hazırlamaktı.

Hendek siyaseti, planladıkları gibi gerçekleşseydi, darbe erken olacaktı.

Hikayenin özü şuydu: Erdoğan’ın güçlü liderliği, içerdeki direnci aşarak orduyu PKK’nın üstüne sürmüş, FETÖ ve PKK ittifakını boşa düşürmüştü.

Uludere,

Diyarbakır mitingi,

Suruç,

Ankara Garı,

Kızılay,

Atatürk Havalimanı,

Ve IŞİD’in yaptığı diğer eylemlerin tamamı Blackwater, Gladyo ve FETÖ tarafından planlandı.

Bir paket program dâhilinde kaosun kaldırım taşları döşendi.

15 Temmuz geldiğinde hazır olan iki kesim vardı.

Cuntacılar ve Devlet.

Cunta kusursuzdu.

“Devlet” tetikte bekliyordu.

Ed-Devlet anlamış, netleştirmişti ki,

Küresel networkle organize edilen bu profesyonel darbeyi engellemek teknik olarak imkânsız.

Darbe geliyordu ve mutlak olacaktı!

Yapılabilecek tek şey, darbeyi aciz ve akim bırakmaktı.

Başka alternatif yoktu.

Olağanüstü çetin olan bu durum atlatıldığında, başka türlü elde edilmesi imkansız avantajlar da olacaktı:

FETÖ, bu çapta bir kalkışmayla, tıpkı PKK’ya uygulandığı gibi açık alana çekilerek tam deşifre olacaktı.

Orduda, emniyette, istihbaratta, siyasette, yuvalandıkları her yerde insan kaynağı su yüzeyine çıkacaktı.

Dünya, sonrasında gerçekleşecek kapsamlı tasfiyeye itiraz edemeyecekti.

Türk kamuoyu, ihanetin devletin kalbine nasıl ulaştığını görecek, büyük temizliğe hazır olacaktı.

Çetenin baskısıyla korkudan titreyen, onlarla mücadele etmeyen bürokratik mekanizmalara cesaret gelecekti.

Ed-Devlet’in emzirdiği Recep Tayyip Erdoğan, bu kritik badireyi de atlatırsa, sadece Muhafazakârların, İslamcıların, sonradan olduğu gibi Ülkücülerin değil, Ulusalcı’dan Solcu’ya, Liberal’den Laik’e ülkenin devşirilmemiş, haysiyetli tüm milli kesimlerinin lideri ve Mustafa Kemal Paşa’dan sonra devletin kurucusu olacaktı.

Devlet, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde pozisyon üstünlüğünü ele geçirecek, sahil kesimleri Erdoğan’ın devlet olduğunu anlayarak yeni devlete rızayla katılacak; ülkenin Doğu ve Batı sınırlarında zayıf kalan milli siyaset konsolide olacaktı.

İdeolojik gruplar, birbirine karşı yeterince bedel ödeten düşmanlık konseptindençıkıp artı değer üreten rekabet konseptine geçecekti.

Devlet, darbe hazırlığı sürecinde bilinen iletişim araçlarını kullanmadı. TSK, MİT, Emniyet gibi resmi kurumlara bilgi vermedi. En mahrem kurumların bile hain kaynadığını biliyordu.

Dışarı sızacak en küçük bir bilgi, telafisi mümkün olmayan tehlikelere neden olurdu. Başarı için mutlak gizlilik şarttı.

Bu sırrın ikinci bir faydası daha olacaktı:

Böylece TSK, MİT ve Emniyet bir bütün olarak samimiyet, güvenirlilik ve millilik testine tabi tutulacaktı.

Öyle bir sırat dengesi vardı ki, Erdoğan normal yaşamını sürdürmeliydi.

Cunta, son dakika değişiklikleriyle süreci öne alır ya da erteleyebilirdi.

Ve FETÖ’ye, beklenen komut gelince,

Devlet de;

Sadece “beka sorunu” yaşadığı dönemlerde devreye soktuğu, kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı stand by’da bekleyen hücrelerini harekete geçirdi.

Devletin tetikteki hücreleri şunlardı:

Ordunun derununda Özel Kuvvetler.

Milletin derununda Beyaz Kuvvetler.

Her iki güç aynı anda harekete geçti.

Devlet darbe günü, TSK ve MİT’te, yapay bir hareketlilik organize etti.

Basit bir dedikodu yaydılar.

Bu sızıntı, darbecilerin komuta merkezinde paniğe neden oldu.

Devlet amacına ulaşmıştı.

03.00’da yapılması planlanan darbe erkene alındı.

“İnkârcıların kalbine korku salacağım!”

En kritik hamle buydu.

Artık arkası gelirdi.

Cumhurbaşkanı’nın güvenliği sağlanmıştı.

Otele gelen suikast timini imha edecek, havalandığında uçağı koruyacak güçler hazırdı.

Sürecin kaderini değiştirecek tek parola “Enişte” idi.

Yeri ve kimliği belirsiz, bütün şüphelerden uzak bir ses “Enişte” koduyla, Cumhurbaşkanı’nı dinlemeye takılması asla mümkün olmayan bir numaradan aradı.

O sırada özel kuvvetler, nizamiyelerde savaşıyordu.

Şehir merkezlerinde ise beyaz kuvvetler direniyordu.

Peşpeşe iki tankın önüne dikilen, bombardıman uçağının üzerine atlamaya çalışan, tarlasında ekini yakarak F-16’ların görüş açısını kapatan, köprüde daha kimse yokken kadın kimliğiyle tek başına darbecilere “defolun!” diyen, tankı durdurmak için egzozuna giysi sıkıştıma fikrini verip kalabalık içinde kaybolan, elinde sopayla emniyetin önünde görülen anne bunların hepsi beyaz kuvvetlerdendi.

Özel kuvvetlerin ilk şehidi Ömer Halisdemir, beyaz kuvvetlerin ilk şehidi Erol Olçok’tu.

“Allah meleklere vahiy etti, iman edenlerin ayaklarını güçlendirin.”

Bedir gecesi, 350 münafığın son anda geri çekilmesi, düşmanın sayıca kat be kat fazla olması ve diğer olumsuzluklar nedeniyle sahabenin gözlerine uyku girmemişti.

TRT spikeri darbe bildirisini okuduğunda vatanın üzerine kesif bir umutsuzluk çökmüştü.

“Hani siz o gece Rabbinize yalvarıp duruyordunuz…”

Birdenbire Doğubayazıt’tan Esenler’e ülkenin dört bir yanından aynı komutu almış, önceden çalışılmış gibi birbirine benzer direniş yöntemleriyle korku duvarını aşan on binler akın akın darbecilere karşı bedenini siper etti.

“O da size icabet etti: Size birbiri ardına inen bin melekle yardım edeceğim!”

Darbe girişimi, varoluşsal ortak bir maneviyata yenildi.

Mutlak kötülük, mutlak iyiliği harekete geçirdi.

Millet o gece, mutlak çaresizlik içindeki Musa’nın annesi gibi, kalbe inen ilhamla yönünü buldu.

O gün, semaya yükselen nice yakarışın geri çevrilmeyeceği belliydi!

Bedir Savaşı’nda, müminler kesin zafer elde ederek Medine’ye döndüler.

Ama Allah, müminlere bir uyarıda bulundu.

Ey Muhammet!

Okları “attığında sen atmadın Allah attı.”

“Şüphesiz ki, Allah’ın indinden başka zafer yoktur!”

One Comment Kendi yorumunu ekle

  1. cccihaddd dedi ki:

    Mukemmel bir yazı olmus.

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s