Yüreğine Arnavut taşları dizilsin
Nasıl kıydınların çoktur dünya senin
Bir korsan gemisi yanaşsın
Bedliğinin limanına
Kahrın, ırak bir sürgüne mahkum
Ederken bile kifayetsiz
Yağmur sonrası toprağının
Kokusunu yerlinin
Tandır ocaklarının elini bırakmaya
Zorlanan köylülerin
Sahibinin ensesine bakakaldı köpekler
Ardından zulüm zulüm yakıldı
Üsküp’ün meyve çiçekleri
Yardım edemedi kelebeğin kanat rüzgarları
Ellerin kaç avuç toprak alır senin
Bir sepet içinde saklı
Vardar nehrine bırakılan mazi
Görmedim daha önce bitişi böylece
Beje, Berat, Ustrumca
Hala yokluğa direnirken
Davutoğlu ağlar
Virane minare önünde
Kırık ve yalnız
Sen Üsküp’e hiç gelme
Kalbin var yaşlısın anneanne
Bir altı yüz bir on dokuz
Dökülmüş Adriyetik’e çer gibi
Toprak rengine döneyazan
Kubbe uçları
Neden ürkütür hala tufeylileri
Stiletto ayaklar yürüdü mabette
Fotoğrafa duran
Reşit mi o mankenler minber üzerinde.
Hasret hasret ölüyor kelebekleri Üsküp’ün
Çığlıklarını yutuyor uğultusu
Yabancı yabancı akan Vardar’ın
Dizlerimi kırdım
Kollarımı açarak avuçlarımı
Şanım olsun istedim ilk kez
Sınır boyunda
Toprağa düşen
Son Osmanlı
Vur beni burada
Vur beni de kaderim
Kalbimden
*Arnavutluk, Makedonya ve Kosova seyahatlerimde, müşahede ettiklerim karşısında ellerim arasındaki başımın önüme düştüğünü fark ettiğimde.