Ekim ayının ikinci haftasından itibaren medyada ülkenin en can alıcı gündemi üzerinden kıvılcım alan bir tartışma alevlenerek yayıldı. Cemal Uşşak’ın Radikal gazetesine 10 Ekim’de verdiği röportajda altını çizdiği noktalar değişik uçlardaki çevrelerde akis buldu. Tanınmamış dergi, gazete ve internet sitelerinde gündeme geldiğinde ilgi görmeyen bir bilgiye, popüler medyada yer alınca daha önce onu okumuş yazarlar bile köşelerinde yer açıyor. Bize ait bir durum bu, kendimden biliyorum!
Nüfus cüzdanında Uşak olan soyadının müziğe olan ilgisi nedeniyle maruf müzik makamına atfen Uşşak olarak değişip çalımlı bir şekil aldığını öğrencilerinin ifadelerinden anladığımız Cemal Uşşak’ın tüm tartışmaların temeline çekilen sözlerinin özeti şu paragrafta saklı.
Milliyetçi resmi söyleme kapılınca benim camiam da Kürtlerin varlığını kabul etse de vicdani gerekliliğini yapamamıştı. Genelde milliyetçiler ve biz dindarlar, ‘Çin zulmü altında’ anadillerini konuşmaktan men edilen Türkistanlı ırkdaşlarımızın veya Bulgaristan’da Türkçe isim alamayan kardeşlerimizin derdine yandık. Onlar için ağıtlar düzdük ama burnumuzun dibindeki Kürtlerin anadilleri konuşamamasının ıstırabını hissetmedik.”
Cemal Uşşakın meramı makalelerde şu spotla tanımlanır oldu; Biz dindarlar Kürtlerin ıstırabını hissetmedik.
Radikal gazetesindeki ikinci yazısında da dindarlar derken kimi kastettiğini de açıkça ortaya koydu; Milli Görüş çizgisi, Nur camiası ve Tasavvuf eksenli yapılar.
Uşşak, biz dindarlar diyerek farklı çatılarda da olsa cemaatler arasında bir kardeşlik ünsiyeti ve empati oluşturmak, Kürtler diyerek biz dindarlar ifadesinin avangart olduğu bir ortamda içlerinde hala bu ifadeyi kullanmakta zorlananların da sürece eklemlenmesini sağlamak, ıstırabını diyerek taleplerden ziyade çekilen acıların oluşturduğu kederi önceleyip insani yöne dikkate çekmek, hissetmedik diyerek bunun entelektüel faaliyetle anlaşılamayacağının altını çizmek istemiş olabilir. Sonuçta geç gelen aşkta olduğu gibi geçmiş bir zamanlaması da olsa tanımlamada kullanılan kelimeler kastı açıklamak için yeterince doyurucu.
Geniş bir yelpazede farklı görüşteki insanları harekete geçiren, üzerine düzinelerce makale yazılan ve televizyonlarda tartışılan konuyu Cengiz Çandar’ın bu bir milat diyerek abarttığını da hatırlatırsam az kalsın bu gündemi kaçırıyormuşuz duygusuna kapılmanızı başarmış olacağım.
Kürt sorunu söz konusu olduğunda adı geçen toplulukların duyarlılık göstermedikleri mahallenin ayak üstü sohbetlerinde bolca konuşulmaktan sıradanlaşmış olan bir mevzu. Ama Radikal gazetesinde, camia adına konuşma hakkı olan biri tarafından söylenince çok yeni ve bulunmaz değerde bir tespite dönüştü. Bu bana, ülkedeki değişik toplulukların birbirlerinden keskin hatlarla ayrılan özel alanları olduğunu ve yaygın medyanın çekiciliğini işaret ediyor.
Kürt meselesinde ”Kürtlerin ıstırabını hissetmedik” başlığı zamanlaması açısından problemli. Öncelikle Kürtlerin ıstırabını hissetmedik diyebilmek için bu saate kadar beklemenin trajedisi her şeyi açıklıyor. İyi saatlerde olsunlar kıvamındaki itirafın sorunun çözümüne katkısı olabilecek mi? Gecikmiş ilginin samimiyeti her zaman tartışmaya açık olur. Bu empati kapalı kaldığı yerden çıkıp neden şimdi gündeme geliyor? Bu durumlarda akıllara düşecek ilk soru bu olur. Acımı sonuna kadar yaşarken yalnız bırakanlar çözümünde yanımda yer almaya çalışıyorlarsa bu dostluk su götürür. Atı alan Üskadar’ı geçti sahiden. Milyonlarca çocuğumuz bu duyarsızlık ve tavır geliştirememe nedeniyle yaban ellerde çözüm arayışını sürdürüyor. Canımızın bir parçası olan bir Müslüman halkın çocuklarını artık ayırt etmeden topluma silah sıkmayı reva görür hale getiren öfkenin kaynakları arasında bu ilgisizliğin payı ne kadar? Bir katre bile katkı payı varsa bu, dindarların vicdanını isteselerde istemeselerde sonsuza kadar sızlatır sanıyorum.
Uşşak’ın dindarlar diye tanımlayıp Milli Görüş çizgisi, Nur camiası ve Tasavvuf çevreleri olarak sınırladığı yapılara biz Türkiye Dindarlar Hareketi (TDH) diyelim. Bu tanımlama literatürümüze sosyolojik bir veri olarak girmeyi hak ediyor bence. Bu sorunlu ve eksik tanımlamanın dışında kalan İslami yapılanmaları sonraki yazımıza bırakalım. Bu üç büyük kitle İslami taleplerini, geleneksel ve kendine özel bir cemaat yapılanması içine girerek, içten içe büyük bir organize eylemsellik ile yürüterek ve toplumun damarları arasında adeta durur gibi görünerek akıp durdular. Dindarların sadece Kürt meselesine değil yapılarını direk ilgilendirmeyen ülkenin diğer alengirli ve yakıcı sorunlarına karşı gösterdikleri duyarsızlık bu çevrelerin kemikleşmiş takiyyeci devletçi karakteristiğinin en önemli göstergesi. Kendini sürekli gizleyerek ve devletle hiçbir çatışma alanında karşı karşıya gelmeden Müslümanlığı maslahat çatısı altında sadece risksiz menasiki ile yaşamak dışında bir davranış içinde olmamaları geçmişlerinin altına çizilen kalın çizginin paydasında kalan açık, acı bir gerçek. Aynaya yansıyan resim bu.
Tabi ki bunu, batıcı, laik totaliter sistemin kendi vatandaşlarına karşı yok sayıcı ve acımasız yöntemlerle uyguladığı sindirme politikaları ışığında düşündüğümüzde söz konusu tutumların anlaşılır bir mantığı olduğu görülür. Müesses nizam, Laik temelli anayasalarıyla topluma ve tabi ki dindarlara; sisteme eklemlenmek, içe çekilmek ya da silahlı muhalefet oluşturmak şeklinde üçlü alternatif bıraktı. Türkiye Dindarlar Hareketi öncü kadroları da söz birliği etmişçesine dayatılan bu üç alternatif arasında içe çekilmeyi uygun gördü. Onlar kamuoyuna yansıyan bütün davranışlarını da buna göre organize ettiler. Bu söz birliği olgusunun mazurcu kodlarını İslamın geleneksel kültür mirası içinde aramak gerekir.
Aynı şekilde ulusçuluk projesiyle başına varlık yokluk betonu bırakılan Kürt halkı içinden çıkan bir grup, bu metazori üç alternatif arasından silahlı mücadeleyi tercih etti. Müslümanlığı son derece güçlü bir halk, Kürt fıtratını inkara karşı oluşan haklı bir muhalefet ve bu hakları savunan hatta savunmayan herkesi ayıt etmeksizin döven elitist rejime başkaldırmış, Müslümanlığa mesafeli Marksist kökenli başarılı bir silahlı örgüt. Ve üstüne krema; Türkiye Dindarlar Hareketini oluşturan çevrelerin en yoğun olarak yerleşik oldukları bir bölge. Bu açıya oturan bir sürecin zamanla nasıl işin içinden çıkılmaz bir hal alacağını o zaman tahmin etmek mümkün olmayabilirdi.
Gün geldi devran döndü. Özellikle dindarlar bağlamında politik ve askeri açıdan sorunsuz bir ortam oluştu. Yeni Türkiye koşullarında siyasete uzak duranların bile siyasal katılımları maksimum seviyeye çıktı. Ergenekon başlığı altında verilen bürokratik iç savaş lehlerine gelişti. Eskiden bir hayli riskli olduğu için dile bile gelmeyen nice politik ve kültürel sorunlar devlet televizyonlarında bile tartışılır oldu. Bedel ödeme ihtimali sıfıra yaklaştığı için herkes (dindarlar) istediğini rahatlıkla söyleyebiliyor.
Yasakların kalkmasının sevindirici özelliği yanında bu tatlı su koşullarında Kürt sorunu etrafında söylenecek her söz dindarların kendini tatmin amacına yazılır öncelikle. Gecikmiş tövbenin kabul edilmediğini biliyoruz da günah çıkarmanın ne kadar makbul olduğunu ise zaman içinde göreceğiz. Gerekli ve yararlı olan bu öz eleştirinin konaklayacağı ilk istasyon burası, tek taraflı tatmin. Diğer olası iyi sonuçları ise -ki öyle- bu entelektüel tatmin bağlamından sonra kendine yer bulacaktır. Elli bine yakın inanın ölümüne neden olan, bunların aileleri ve çevreleri de dikkate alınırsa vahametiyle toplumu temelinden sarsan bir olayın üzerinden nerdeyse otuz küsur yıl (seksen küsur yıl) geçmiş ama bu ülkenin en büyük gücünü temsil eden dindarlar şu nihai günde, biz bu ıstırabı hissedemedik diyor. Günaydın!
Ayrıca Cemal Uşşak beyin tartışmaların sürgitliği ardından yazdığı ikinci yazısında ortaya koyduğu duygu ise bilinçaltımızın ne kadar titrek olduğunu açık ediyor. Cemal Uşşak’ın kendi deyimiyle vicdanının sesini ifade ettiğini ve yaraların sarılmasına bir katkı olması dileğiyle duygu ve düşüncelerini açıkladığına inanıyorum. Ayrıca kendisi benim ve sitemiz yazarlarından Mustafa Ekici’nin daha iyi anlama amaçlı iletişimimize büyük bir kibarlıkla karşılık vermiştir. Bunda bir sorun yok ancak tepemize çöreklenmiş ontolojik problemlerin sürdüğüne ve en önemlisi devlete nasıl güvenilmediğine ve bunun gayet anlaşılır bir gerçeklik olduğuna birlikte bakalım.
Endişeye gerek yok. Türk devleti büyüktür. Özgürlük alanlarını genişletmek onu küçültmez; tam tersine, daha da büyütür. Asıl, bunun gereğini yerine getirdiği zaman gerçekten büyüyecektir. Aksi takdirde sorun, paçalarından aşağı çekmeye devam edecektir.
Uşşak’ın onca güzel tespitlerinin altına son paragraf olarak yazdığı bu ifadeler önemle üzerinde durulması gereken bir insiyaka da telmih ediyor. N’olur, n’olmaz, ülkemizde hala yoğun bir belirsizlik ve yalancı bahar var tedirginliği. O nedenle Türk devleti büyüktür diyerek anlatılanların güvenlik sınırını da belirlemiş oluyor. Bir tür olası tehlikelere karşı ön ve önlem alma. Bu sadece Cemal beye has bir bilinçaltı değil gerçekten, hepimizi saran bir tedirginlik bu. Korkuyoruz. Meçhul planların hala pusuda olduğunu bildiğimiz şu ortamda Türk devleti büyüktür bayrağını sınır ucuna dikerek konuşmalarımızı yine devlete yapıyoruz. Bu da çözümü zorlaştırıyor aslında. Konuşmaları kendi aramızda değil sorunun gerçek muhatabı olan Kürt halkına dönük olarak yapmak daha müspet sonuçlar doğuracaktır.
Şu gün bile devletin ve giderek manidar şekilde bir haçlı gavuru gibi davranan PKK lider kadrosunun arasında vicdanı ezilmiş halkın duygularına hitap eden bir mefkureye sahip çıkmak yığınlarca beklenmedik muhatara barındırıyor. Geçmişte her iki tarafın serseri, acımasız ve anlamsız politikalarının ne faili meçhuller ne manipülasyonlar ve ne çift başlı yalanlar ürettiğini hepimiz gördük. Bu meşum girift sorunu en başından devleti kurarken toplumu kaale almadan kim icat ettiyse şimdi de bizden yardım istemeden yine kendileri çözsün. Gidin başımızdan! İlk sözümüz bu bir defa. Devlet duvara çarpıp zora düşünce, ulusal ve uluslararası alanlarda yaşadığınız sistemsel tıkanıklıklardan sonra yanımıza ilişmenize anlam vermediğimizi sanmayın. Ülkemizin topluluklarını özgür bırakın onların üzerinde politik manevralarınıza meşruiyet zemini aramayın. Önce halklara karşı meşruiyetinizi kazanın ve buna ikna edin, ondan sonra gelin halkın huzuruna gönül huzuruyla çıkın. Halkına hesap veren Ömer’in adaleti sizin de hoşunuza gidiyorsa Kerim Devlet olmanızın başka bir yolunu bulamazsınız. Sırtınıza büyük imkanları alarak psikolojik üstünlüğünüzün öz güveniyle hemen şimdi diye topluma dayattığınız siyasetlerin samimiyetinin anayasal teminata ihtiyacı var. Değilse de dönün bize karanlık size aydınlık mahfillerinizdeki dar, hesapçı ve kirli ulusalcı cahiliye politikalarınıza devam edin!
Son zamanlardaki yapı bozucu müspet gelişmelerle halktan anlayış ve kadirşinaslık bekleyen politikacılar, entelektüeller ve aktivistler bu yakın geçmişi dikkate alan değerlendirmelerin ağırlığını fark etmezlerse acelecilikle daha fazla ve daha kötü bir yanlışın içine, o habis girdaba düşeceklerdir. Bu sürecin, her şey yapıldı daha ne olsun diyerek artık patlama noktasına gelmiş Kürt hareketinin kapsamı dışındaki kitlelerin durumunu fark eden ileri görüşlü aydınlara ihtiyacı var. Son aylardaki amaçsız ve çıldırmış bir şekilde sivillere dönük saldırılar pusuda bekleyiveren eski devlet geleneğinin hortlamasına ve her şeyin en başa dönmesine sebep olmaması her şeye rağmen serin davranabilen vicdanlı ve akıllı aydınların ve karar vericilerin elinde.