Blues tarzının öncülerinden Yavuz Çetin’in kendi çaldığı gitarıyla söylediği protest şarkılarından birinin adı ”İstanbul’a Ait”. Dışarıda vahşi bir dünya, evler huzursuz. Arkadaşlar hep sıkıntılı, dostluklar donmuş. Yaşayan bir şey var hala burada. Bir bütünün parçaları olmuşuz. Biz artık yaşamayan insanlar İstanbul’ a ait olduk.
Bu coğrafyada hepimize ait üst değerler vardır, bunlardan biri de İstanbuldur. Hatta İstanbul, ülkemizde İslamlıktan sonra gelen belkide en önemli üst çatılardan biridir. Dağdaki ve şehirdeki muhalif olan ve olmayan insanların tuttukları takımlarını da (Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş) içinde barındıran şehrin halini anlatan Yavuz Çetin, nice çelişkilere ve tüm olumsuzluklara rağmen İstanbul’a ait olma asabiyesinin hikayesini anlatır bize. Hala yaşayan bir şey var buralarda demesine rağmen otuz yaşında kendini boğazın derin sularına bırakarak hayatına son vermesi belki de büyük bir meydan okuyuştur. Bu arada, Çetin’in, Erkan Uğur’la birlikte çalıştığı Dünya adlı nefis enstrümantal parçasını coğrafyamızın ortak ağıdı gibi dinleyebilirsiniz. (http://www.youtube.com/watch?v=5UpAyna6vDo)
Prototip olarak verdiğimiz İstanbul asabiyesi benzerinde olduğu gibi, İslamlığın ülkemizin en önemli üst değeri oluşunun romantik bir özlemin ötesinde bir anlamı olduğunu kabullenmek gerekir.
Hepimiz yaşamışızdır; bazen yaşamın çapraz saldırısı kişiyi hegemonyası altına alır ve olaylara daha geniş perspektiften bakılmasını engeller. Dışarıdan tesadüf eden bir kişi ya da bir olay öyle bir şey söyler ya da gösterir ki siz, içinde boğulup durduğunuz illeti neden o kadar büyüttüğünüze şaşar kalırsınız.
Aynı şekilde toplumlar da peş peşe yaşanan sosyal olaylar dizininden sonra bir davranışa mahkum olur ve artık kendi çabalarıyla içinden çıkamayacakları bir girdaba saplanırlar. Süregelen ve devam edeceği belli olan olayların oluşturduğu fasit bir daire içinde bir gelecek göremeyerek psikolojik olarak da çöküntü yaşarlar. İşte tarih boyunca Rabbimiz bize katından bir yardım gönder(4/75) diye dua eden toplulukların durumu budur.
Günümüzde Kürt sorunu çerçevesinde de benzer bir durumu yaşıyoruz. Kürt sorunu, iki toplumun (Türk ve Kürt) karşılıklı sorunu şeklinde indirgenmiş bir zemine kilitlendi. Sorunun bu temelde konuşulması bazı odaklar tarafından özellikle önerilmektedir. En tehlikeli bu son senaryo gerçekleştiğinde geri dönülmesi imkansız noktaya ulaşılmış olunacağını biliyorlar çünkü.
Toplumu bu şekilde karşı karşıya getirmeyi başaranlar, devlet içinde yuvalanan bazı kripto bürokrat ve politikacılar, kimi batıcı aydınlar ve PKK’nın kripto yönetici kadrosudur. PKK’nın, batıcı aydınların ve devletin birbirleriyle kedi köpek gibi olmalarına karşın bu bağlamda aynı pay altında yer almaları çoğunuzu şaşırtabilir. Kürt ve Türk (Türkiye’de Türk ırkçılığı hiç bir zaman maya tutmamıştır. Özel anlamıyla Türk milliyetçiliği vardır ve bu ayrım oldukça önemlidir) topluluklarının sabrını ısrarla kaşıyan ve birini diğerine öteki yaparak ayrıştıran bu bir avuç üçlü güruhtur.
PKK’ya bir avuç güruh diyerek yanlış ve eksik bir tanım yapanlar söz konusu bu üç sacayaklı gerçeğin iki ayağını ihmal ederler. Millet (halklar!) vicdanıyla bu bir avuç üçlü güruhtan uzaktır. Bu üçlünün her biri ısrarla ayrışmaya direneniki halkı manipülasyonlarla yanlarına çekmek istemektedir. Halkın kendilerine attığı oyların emanet olduğunu ve daha iyisi ve çözüme hizmet etmesi nedeniyle verildiğini ihmal ediyorlar. AKP’ye Kürt sorununu çöz, demokratik açılımı yürüt, BDP’ye sen de normalleşmeye ön ayak ol, anlamıyla verilen oylarda saklı olan çözüm için son demine kadar destek verme sosyal psikolojisini okuyamamaktadırlar. Ok yaydan çıktığında (halk sizi istemiyoruz artık diye karar değiştirdiğinde) ise Firavun tövbesi gibi pişmanlıklar hataların telafi edilmesine imkan vermeyecektir.
Bu çerçevede Kürt sorununa çözüm arayışında İslami perspektifin büyük bir cesaretle ve yapı bozan nitelikle organize ettiği Açılım süreci yeni oluşan bir gerçeği yok edemiyor, artık elimizde nur topu gibi bir de Türk sorunu mevcut. Kürt sorunu diye bir fenomeni yaratanlar yarattıkları o sorunu çözmek adına şimdi de Türk sorunu diye bir olguyu üzeri külle kaplı kor gibi avucumuza bırakmaktadırlar; meselenin can yakıcılığı altında kuluçkaya yatmış olan ve hiç kuşkusuz zamanı geldiğinde kendi yeteneğiyle kabuğunu çatlatarak kamuoyunun gündeminde bir yara halinde belirecek olan Türk sorunudur bu. İleriki yıllarda nasıl oldu da Türk sorunu bu hale geldi tartışmalarının yapıldığı televizyon programlarının can sıkıcılığı şimdiden mazisine gölge bırakmaktadır.
Toplumumuzun yaşadığı bu sorunun taraflarını Kürtler ve Türkler şeklinde ortaya koyarak Kürt hareketi kapsamı dışından konuşan batıcı liberal düşünce ve Avrupa perspektifi, sakıncalı ve ayrımcıdır. Bu, PKK içindeki Kripto (Alevicilik, Sosyalizm, Ermeni maskesini kullanan Avrupacı)unsurların dili ile aynı dildir. (Alevi ve Ermeni halklarını bu fitneden kendimizi tenzih ettiğimiz kadar tenzih ederiz.) Derin Avrupa ve Britanya dilinin; tarihi, günümüzü ve geleceği, lineer çizgici, batıcı perspektifle okuyan ve modern terminoloji disiplinine sahip liberalleri etki altına alması anlaşılabilir. Ama gelin görün ki Yeni Türkiye Devleti kendini bu Yeni’ye taşıması için projelerini ve standartlarını ehlileştirerek uyum sağladığı politik derin Avrupa sisteminin oyununa gelmiş durumdadır. Avrupa sistemini tartışmaksızın (politik Avrupa-hukuki Avrupa) massetmeye çalışan kimliksiz müesses rejim, Kürt meselesinde kardeşlik kültüründen yoksun muhayyilenin yarattığı standartları ve o zararlı dili kullanarak açılım sürecini organize etmiş ve ayrımcı kripto terör diliyle aynı zemine düşmüştür.
Olayı Türkler ve Kürtler diye oldukça sakıncalı bir dille ortaya koyduğunuzda (ki bu teşhis yanlıştır) olayın çözümünü sadece zorlaştırırsınız. Farkında mısınız, Kürt tarafı, Türk tarafı, Kürt işadamları toplandı, Kürt’ün özgürlüğü, ezen Türk, ezilen Kürt vb. yapay ve sonucu düşünülmeden yapılan sorunlu tanımlama ve analizlerle toplum, bilerek veya bilmeyerek ısrarla bir yere taşınmaya çalışılıyor. Sanki ırk temelinde bir Türklük varmış gibi (ki kafatasçı gerici Türk ırkçıları altın çağlarını yaşıyorlar bu nedenle), bu ırk, Kürt ırkını (ki terör altın çağını yaşıyor bu nedenle), bile isteye yok etmek istemektedir! Bu yaklaşımın reel ve hatta bilimsel temelden yoksun olduğunu sağduyu sahibi aydınlar teslim ederler. Olan bitende bir terslik olduğunu herkes hissediyor, işte o şey budur.
Bilinmeli ki bazen zihinde inşa edilmiş olgular ve referans alınan kabuller aslında öyle olmayabilir. Çünkü yaşamı oluşturan hiç bir parametre durağan değildir, bir canlı gibi sürekli değişmektedir. Aynı olgunun üzerindeki bir katmanı kaldırdığımızda kendini gizleyen ya da gizlemeye çalışan yeni bir olgu ile karşılaşmamız imkan dahilindedir.
Bu perspektiften bakıldığında, toplumumuzun, kendini Hıristiyan ve Yahudi olarak tanımlayan az bir topluluğu hariç tuttuğumuzda üzerine serilen nice yapay katmanlara karşın tamamı Müslümandır, Müslüman bir dünyanın, Müslüman bir kültürün insanıdır. Kürtler ve özellikle Türkler’in , Kürt sorununun oluşmasından önceki özlerine ( hilafetin ilgasından önceki dönem), o bakış açısına dönüp toplumu, sosyal yapıyı daha fazla ayrıştırmaya ve yabancılaştırmaya matuf davranış ve ifade tarzlarına son vermeleri ve büyük toplum modeline yönelmeleri gerekir. Yabancı oryantalist tezlerin doktrine ettiği insanların söylevlerinin nereye kadar uzadığını ve uzayacağını düşünmeden yapılan konuşmaların sakıncalarını yaşıyoruz günümüzde. Kendine, özüne ve atalarına ait ( örf, adet, gelenek, aile, mahalle, temayüller, din, vicdani normlar, doğu kültürü, kardeşlik ahlakı ) değerler dururken batının kendi sosyo-politik ve stratejik-fikir dünyası ürünü olan her etnisitenin kendi kaderini tayin hakkı gibi oldukça tartışmalı, eskimiş ve gerici ezberleri bozmak gerekir. Can alıcı ve haklı nedenlere dayanan Kürt sorununun çözüm yollarını da kendi kültürümüz içinde bulduğumuzda ancak kalıcı sonuçlara ulaşılacaktır.
Osmanlı’nın, Balkan Savaşı travması ve 1. Dünya Savaşı sonrası yeni dünya sistemine karşı ölüm-kalım savaşı içinde var olabilmek için devlet iç güdüsüyleher şeyini kalıbıyla birlikte küçülterek içine koyduğu Türklük temelli Mikro Osmanlı siyasetini, sonradan amacının dışına taşırarak ve saptırarak bizatihi Türkçülük üzerine inşa eden gavur ( Tanzimatçı, batıcı) zihniyet; problemi yaratan, sürdüren ve şu an tıkayan zihniyettir. Demokratik açılım operasyonu, Yaşayan Osmanlı’nın ruhunun mahcubiyet içinde kendiyle yüzleşmesidir
Sistem kendi yarattığı ve kendi yöneticilerinin eline yüzüne bulaştırdığı sorunları yine kendi kodlarına uygun İslam mefkuresi ile çözüleceğinin farkına varmıştır. Bu da İslamlık diliyle konuşmaktır, eğer dikkat edilirse bundan başka sorunu çözebilecek ikinci bir terminoloji bulunmamaktadır. Samimiyet testini ise süreç kendi iç mekanizması ile düzenleyecektir. Batıcı, hegemonik ve totaliter Türk ulus devleti dili artık toparlayıcı değildir. Aynı şekilde Kripto Kürtçülüğünün son noktası da ayrışma ve yabancılaşmadır. Batıcı Liberallerin tuzaklarla dolu ve yaraları sarmaya yetmeyen soğuk, mekanik ve samimiyetsiz çözüm önerilerinin de sonuç vermesi güç görünüyor, kullandıkları dil oldukça tehlikeli bir şekilde sonuna kadar ayırmaya yönelik çünkü. Onlar başka bir yerden bakıyorlar özcesi.
Demokrasi, kimlik, özgürlük vb. modern terminolojilerin tamamının altında geç bırakılmış projelerin küflü kokusu geliyor ve bir olanı ikiye üçe dörde parçalamak amacını taşıyor. Batılı güçler, toplumun batı ucunda yenilen Kemalizmi (İslamsız Türklük) doğu ucunda başka bir formatla Apoizm(İslamsız Kürtlük) olarak yeniden üretip iktidarı sonsuza kadar teslim alma şanslarını bir daha denemek istemektedir. Bu nedenle direnen ve çözümcü iradeyi yukarıda bilerek İslami perspektifin cesareti olarak tanımladık ve unutulmamalıdır ki süreci buraya taşıyan olgu da bir önceki yazımızda çerçevesini çizdiğimiz Sıla ışığı altındaki İslami harekettir. Kimilerinin sosyo-politik gelişmeleri hazırlayan çoklu koşulların ana damarının İslami hareket olduğunu asla istememesi ve kabullenememesi bu gerçeği değiştirmeyecektir. Onların mevzunun bu yüzünü görmesi sanıyorum on yıllarını alacaktır.
Sistemin bu çok boyutlu Kürt sorununun çözümü için İslama sarılması elbette ki iyi bir şeydir. Aynı şekilde Kürt hareketinin yönünü İslama dönmeden bir sonuca ulaşamayacağına görerek karar değiştirmesi de iyi bir şeydir. Yeter ki birbirlerinden hiç farkı olmayan, herkesin uğruna canını vermekten kaçınmayacağı senin-benim-onun” annesi ağlamasın;, bahsi geçen bu, politikanın İslam’la tehlikeli dansına bile razı olunmak gerekir. Zira, hepsinin, İslam’la samimi olan ve olmayan ilişkisini asıl mecrasına taşıyacak aşkın ve dinamik İslami hareketin (pozitif düzenleyici) varlığı, malın, canın, neslin, dilin ve özgürlüğün en büyük emniyet sübabıdır.
Yeni dönemde asıl sorun ise, bir taraftan müesses nizam ve diğer taraftan müesses hareket içine yuvalanmış iki yüzlü politik münafık karakterlerin manipülasyonlarının tasfiye edilmesidir.