Amerikalı evrim biyoloğu Jared Diamond, Tüfek Mikrop Çelik adlı önemli kitabında kıtaların bir ekseni olduğunu iddia eder ve bunun insanın yayılış tarihi üzerindeki etkisini araştırır. Amerika kıtasının ve Afrika kıtasının Sahra çölünün güneyinde kalan bölgesinin eksenini kuzeyden güneye doğru olarak açıklarken Asya kıtasının ekseninin doğudan batıya doğru olduğunu söyler.
Benzer bir çıkarsama ile toplumların da yapılarından kaynaklanan karekteristik eksenleri vardır. Örneğin Rusların ekseni güneye doğrudur. Çinlilerin ve Kürtlerin ekseni ikamet esaslıdır. Farisilerinki yarı ileri yarı ikamettir. Türk karakteristiğinin ana ekseni ise hep batıya doğru yatay-ileri olmuştur.
Türklükün yapısını oluşturan dairelerin son halkası ise jeo-politik bir halkadır. Kültür, siyaset, din, ekonomi ve tarih gibi olgular bu jeopolitik çatı altında kendine yer bulur. Bu tanımlama içte kalan söz konusu dairelerin ne değerini küçültür ne de son halkayı kutsallaştırır. Bu sadece bir tanımlamadır.
Türke katılan değerler manzumesinin her zaman geometrik bir form kazandığını görüyoruz. Oluşlar, Türkün öz bünyesine girerken ana eksene uygun bir değişime uğruyor. Kadim dönemlerden bugüne doğrusal bir çizgi üzerinde yürüyen bu topluluktan beklenen tabii vasıf, disiplindir. Ana eksenin birinci türevi olan Disiplin, Türk topluluğunun bütün değerlerini kendi içinde bir sisteme sokar.
Öyle ki Türk, sonradan tanıştığı İslamı bu form içine buyur etti. İslamı misafir odasına aldı ve başının tacı yaptı. Sonra benliğini İslama teslim etti. Ancak İslamın, Cihat ilkesi yapısına kendi istikametçi yapısını ekledi. Savunma esasına dayalı Cihat, hegamonik bir fetih mefkûresine dönüştü. Türk, ana ekseninin yönü ile örtüşen ve ona kutsallık katan bir dinle tanıştı. Meskensizlik insiyakı daha iyi ve daha meşru bir neden bulamazdı; İlayı-ı Kelimetullahı arzın her köşesine ulaştırmak.
Türkün seciyesi onu serbest zamanlarda sürekli olarak ileri doğru iter. Olduğu yere bırakıldığında öne doğru eğim alır. Türk her zaman arkada, yukarıda ve yanlarda değil sadece ileride mucizeler olduğunu düşünür. Türkün tarihi gelecektir. Tarih, göçerken közleri sönen bir ocak gibi sadece iziyle yaşar. Her Türkün gönlünde hala bir komutanlık duygusu yatar, liderlik günümüzde bile bu topraklarda en gözde özelliktir.
Türkün en büyük iki hayal kırıklığı vardır, iki de en büyük nefreti. Biri Moğol saldırısı, diğeri Viyana bozgunudur. Birincisinden arkadan geldiği için nefret eder. İkincisinden ontolojik eksen kırılmasına yol açtığı, yürüyüşünü durdurduğu için nefret eder.
Viyana Kapısından geri döndükten sonra Türk artık iflah olmayacak, içinde bir inhitata, gerilemeye gidecektir.
İnhitat, Cumhuriyet kurucularının (Rumeli ekibi ) Türkü geriye ve içe doğru bir pozisyona zorlaması ile kronikleşecektir.
Rumeli ekibi tanımı ile yaşanan travmalarla karakteristik dezenformasyona uğrayan, öz benliğinin başkalaşmasına izin veren ve uluslararası konjonktüre koşulsuz teslim olan bir yapıdan bahsediyoruz. II. Meşrutiyetten sonra belirginleşen Türkçülük akımının, Yusuf Akçuranın tabiri ile Türklüğün ve Türk tarihinin İslamiyetten önce de var olduğu bilinmektedir diyerek içinden İslamı atmaya çalışması ve Lozanda batıya onursuz bir şekilde boyun eğmesidir. Türkçülük akımının oluşumunun yerli olmayan karakteristik yapısı Cemil Meriçten Baykan Sezere, Ahmet Özcan’dan Sinan Tavukçu’ya birçok aydın tarafından irdelenmiştir. (Bu çerçevede Sinan Tavukçu’nun, haber10’da yayımlanan İstiklal Harbi’nde Silah Kaçakçılığı ve İngiliz, Fransız Yardımları I,IIadlı araştırmasını ek olarak okumakta fayda var.)
Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti aslında bir Türk Cumhuriyeti değildir.
Türkiye, Enver Paşa mefkûresi gerçekleşmiş olsaydı Türkiye Cumhuriyeti (Asya-Doğu milletler ve dinler topluluğu) olacaktı. Enver Paşa’nın projesi gerçekleşseydi, günümüzdeki toplumsal parçalanmışlık muhtemeldir ki daha sınırlı kalacaktı.
Bu nedenle 1925 ve sonraki süreçte Kemalizm ve İnönücülükle yapısını tamamlayan Türkiye Cumhuriyeti aslında bir Rumeli Cumhuriyeti’dir.
Rumeli karakteristiği, her şeyi kendi içine çeken jeolojik ve psikolojik bir mizaca sahip. Bu karakter derin platolar gibi kendine özgü bir dünya yaratıp etrafına suni setler oluşturur. Yaşadığı depremlerin şokunu atlatamaz, büzülür, bekler, yetinir.
Cumhuriyetin kuruluşu sürecinde İngilizlerle muhtemelen gizli anlaşmalar yapan Rumeli ekibi, Türk’ün ontolojik yönünü, kendi korkularının platosu içine çekerek kadük bıraktı.
Günümüzde Devlet’in en tepesinde patlayan ve devam eden kavganın özünde bu var.
Şu an ülkede izlediğimiz, Türkiye Cumhuriyeti içindeki iki tarz Türklük ekolünün birbiriyle mücadelesi, geri kalanlar ise bu mücadelenin türev fenomenlerinden ibaret. Kültürüyle birlikte terakki etmek isteyen Türkler ile asabiyesi dâhil her şeyini elini tersiyle iten Rumeli karakterli Türkler arasındaki canhıraş kavga. Anadolu Türklüğü ile Türklüğün Rumeli ekolü arasındaki sert iktidar mücadelesi. Beyaz Türkler (asker, bürokrat ve burjuvazi ) ile beyazlaşmayı tefessüh olarak gören kavruk Türklerin ( Türkmen, Laz, Çeçen, Kürt – evet Kürt- ve Kafkas Türkleri ) hayata bakışlarındaki derin ayrışma.
Devlet şatosunun son odasında yapılan kavga iki kanat arasında yapılan bir kavga; biri Derin Devlet diğeri Türklüğün Otantik Devleti. Bu anlamda Teşkilatı Mahsusa’nın kavruk Türklük ekolünün şeklen fesh olmasına rağmen fiilen yaşadığı ve günümüzde iktidar mücadelesini sürdürdüğünü görüyoruz.
Bugün, kökü Özallı yıllara dayanan ama 2002-2012 yıllarında sistemleşen sürecin ilk yarısında, kendi içinde uyum yolları arayan iki ekip, uyuşmanın artık mümkün olmadığını gördü. İkinci yarısında ise biri diğerini yok etmeye çalıştı. Geride kalan bütün değerler bu ana kavganın taraflarının yarattığı güçlendirici ve zayıflatıcı araçlardan ibaret.
Rumeli ekolü, köklerine karşı topyekûn bir inkâra giriştiği için tek çözüm yolu olarak toplumun idaresini askeri seçeneğe bıraktı. Bu mantık Cumhuriyet rejimini inkarcı, faşizan bir yapıya itti. Yapı, Batı ve NATO bloğunun gereklerini harfiyen uygulayarak sonsuza kadar iktidarlarını sürdüreceklerine inandı.
Ama zaman içinde her iki tarafta değişti. Batı bloğu, daha demokratik bir Türkiye Cumhuriyetinin Ortadoğu menfaatleri açısından tehlikeli olabileceği fikrine evirildi. Türkiye Cumhuriyeti oligarşisi ise sahte bir anti batıcı söylemle kendini meşrulaştırıp ulusalcılık kılıfıyla Batı-İngiliz çıkarlarının yeni dilini üretti.
Ergenekon’un yapısını inceleyenlerin, anti Amerikan ve anti Batı söylemlere rastlaması şaşırtmış olabilir. Eski rejim oligarşisinin bağımsız politikaları, toplumsal bağımsızlık ve özgürlük arayışı bağlamında sahici değildi. Oligarşinin politikaları sadece öznel menfaatler zincirinin işgüzarca organizasyonundan, sivil ve askeri diktanın sürdürülebilir kılınmasından ibaret.
Bu eski rejimin yeni, ulusalcı söylemine bazı eski solcu ve dini hiziplerin de katılması, eski Türkiye’de kurulmuş olan düzeneğin aslında ne kadar yaygın ve derin olduğunu da göstermiş oldu.
İşin tamamen çığırından çıktığını gösteren siyasal ve toplumsal olayların yaşandığı 90’lı yıllar ve sonrası süreçte Anadolu Türklüğü, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında teslim ettiği iktidarı yeniden devralmak için şartları uygun buldu. Anadolu Türklüğü, Rumeli Türklüğünün kendini en muktedir gördüğü bir zaman diliminde aslında en zayıf sosyo-politik evrede olduğu tespitini yaparak Yeni Dünya Düzeni konjonktürü ışığı altında sahneye çıktı.
Anadolu Türklüğü, Rumeli Türklüğüne karşı verdiği varlık yokluk mücadelesinde başarılı olabilmek için toplumun bütün cüzlerini arkasına almak zorunda. Anadolu Türklüğünü harekete geçiren en büyük iç dinamiğinin, Rumeli Türklüğünün bu gidişle Türklüğü de yok edeceğini düşünmesidir. Bunun için toplumun üç büyük parçası ile yeniden barışmak istiyor, İslamcılar, Kürtler ve Aleviler. Hikâyemizin özeti budur.
Tabii-tarihsel Türklük, yatay serüvenini devam ettirmek için, derununda ve arkasında sorun bırakmamak mecburiyetinde.
Amerika ve Avrupa birliği ile ilişkilerin çıkar ilişkisine dayandığı net, ancak bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde Demokratik Açılım kapsamında gündeme gelen yapı bozucu değişimlerin tamamının birer enstrüman mı yoksa değişimin özü mü olduğunu birlikte göreceğiz.
Bu durum, yeni Türkiye düzenin en önemli sınavı olacak.