Öteden beri insanların mesken inşası için kazdıkları temellerde nice karıncanın yuvası dağılmış ve bu durum umurlarında olmamıştır.
Yaşlı, genç ya da yavru karıncaların feryadı, amacını gerçekleştirmek isteyen insanların kullandıkları makinelerin gürültüsü arasında yok olmuştur.
Birbirini gördüğü an kapışan siyah ve kırmızı karıncalar ve onların açlıkları, toklukları, kol, bacaklarının kopması, ezilmeleri, çalışkanlıkları ve yararlılıkları konuları insan soyunun aklına bile gelmemiştir.
Bu kıyım insanoğlunun sonraki yaşamında da gündem olma başarısı gösteremeyecektir.
İnsanın kendi soyuna, çevresine, milletine, akrabasına ve hatta kardeşine yaptığı kalkışmalar dikkate alındığında söz konusu karıncaların hikâyesi önem bile taşımaz.
28 Şubat 1997 tarihli faşist darbede de böyle bir detay var. On binlerce genç kız ile katsayı mağduru gencin ömür boyu mahkum olacakları, o uğursuz politikanın yarattığı kötü kader .
Siyaset uzmanları, uluslararası siyaset bilimciler, sosyologlar, jeopolitikçiler, partililer, gazeteciler ve aydınlar, 28 Şubat darbesini çok boyutlu olarak analiz ededursunlar.
Yapımcıları, 28 Şubat darbesini Atatürk devrimlerine karşı gelişen toplumsal gerici muhalefeti sonsuza kadar susturmak amacıyla yaptıklarını söylesin.
Birileri, 28 Şubatın İrticaya karşı yapıldığı iddiasının İrticanın i’si kadar gerçekle alakası olmadığını söylesin.
Bazıları, Kemalist rejimin Susurluk Kazası vakasıyla içindeki pisliklerin kamuoyuna yansımasını engellemek amacını taşıdığını belirtsin.
Ötekiler, 28 Şubat darbesi, sınıfsal, siyasal nedenselliklerin koşulladığı ilişkilerden kaynaklanan ve ülkenin kapitalistleşme süreçleri içerisinde şekillenen gelişiminin parçası olan krizlerin yol açtığı asıl kaynakları görmezden gelsin, desin.
Berideki milliyetçiler, biz de askerin gazına geldik aslında desin.
Enternasyonalist hukuk savunucuları , Ne Şeriat Ne Darbe ve Ne Refah Yol ne Hazır ol şeklinde slogan atsın.
CHP, SP ve HAS Parti, 28 Şubat AKP’ye ebelik yapmak için planlanmıştır diye söylensin.
Ve Trans Atlantikçi istihbarat uzmanları, Samuel Huntington’un kitabını okumuş olsunlar. Medeniyetler Çatışması Ve Yeni Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması adlı çok tartışılan önemli kitabı etüt eden ekip, yazarını yuvarlak masa toplantısına çağırmış olsun.
Basına kapalı olarak yapılan toplantı da Huntington oyun kurucu ceosuna şunları izah etsin: Arkadaşlar bakın, dünya artık eski dünya değil, sizler yanlış yoldasınız, küreselleşme sürecini iyi okuyamıyorsunuz.
Atatürk İslam’ın geçmişini reddederek Türkiye’yi parçalanmış bir ülke haline getirdi (Sh.98). Türkiye eninde sonunda bu çelişkisini sırtından atacaktır.
Bu nedenle bize düşen görevler var. Öncelikle demokrasinin Türkiye’de iyice yerleşmesini desteklememiz gerekir. Türkiye, Fas’ta olduğu gibi çok partili sistemi uyguladığı sürece kökten dincilik daha zayıf bir duruma düşürecektir (Sh.161).
Türkiye İslam’ın stratejik çekirdek devletidir. Bir gün Türkiye Batı dünyasına üyelik için yalvarıp duran bir dilenci olarak oynadığı hüsran verici ve aşağılayıcı rolden vazgeçebilir (Sh.263).
Kendi medeniyet kümesinde bir parya konumundan çıkarak bu medeniyetin lideri haline gelebilir. Bunun için Atatürk’ün mirasını tamamen reddetmek zorunda ve bunu yapacaktır. Bu durum Atatürk gibi güçlü bir lideri gerektirir. Onun için biz akıllı olmalıyız. Kemalizmin devrimleri tamamen siyasal devrimler olması nedeniyle jakoben ve halk desteği zayıf (Sh.264).
Samuel, kahvesini usulca yudumladıktan sonra şöyle devam etmiş olsun: Ayrıca daha önemli bir şey var; İran’ın veya Suudların temsil edeceği dini liderliğe karşı Ortadoğu’da, Kafkaslarda ve Balkanlarda Türkiye İslam’ına ihtiyacımız var. Çin ve Rus jeopolitiğini düşünün (Sh.210). Medeniyetler çatışması kendi kara sularına çekilirken Türkiye’nin İslami liderliğine sıcak bakmamız bizim menfaatimize görünüyor.
Samuel P. Huntington’u dinleyen deniz aşırı oyun kurucular, ikna olarak Türkiyede daha İslami bir iktidar erkinin göreve gelmesi için plan yapmış olsunlar.
28 Şubat gibi bir darbeyi organize ederek ya da destekleyerek İslami kesime absürt yöntemlerle cepheden saldırıp kamuoyunu iyiden iyiye hazırlamış olsunlar.
Böylece bir taşla iki kuş vurarak hem eski rejimi itibarsızlaştırarak tasfiye etsinler hem de Yeni Türkiye’nin oluşumunda arzu ettikleri şekilde bir köşe kapsınlar.
Darbeci Çevik Bir’in, Demokrasiye balans ayarı yaptık dediği 28 Şubat üzerine hangi senaryo konuşulursa konuşulsun hiçbiri, mağdurlarının vicdanlarına inen asıl darbe yanında kayda değer bir önem kazanmaz.
İnsanlar tarafı oldukları bir sebeple mağdur olduklarında bunu bir şekilde yüreklerinde tolere etme yeteneğine sahipler, unutabilirler. Hiçbir sebebe dayanmadan ve onu haklı gösterebilecek hiçbir girişim içinde bulunmadan başlarına gelen şeylere ise yine dayanır ama ömrü boyunca sorunu oluşturanlara lanet okurlar.
Bu lanetin ülkemizde iki alanda kendini gösterdiğine şahit oluyoruz.
Birincisi, anlamsız bir savaş nedeniyle Doğuya askeri göreve gönderilen gencecik çocukların göğüslerinden vurularak toprağa düşmelerini hayal eden annelerin ve dağa çıkan çocuklarının ardından kardeş kavgasını iliklerine kadar hissederek derdini kimselere anlatma şansı bulamayan annemiz gibi annelerin lanetidir.
Diğeri, bir hiç uğruna bütün bir ömürlerini etkileyen ikna odalarında karşılaştıkları aşağılık, süfli tutumun yarattığı travmayı yaşayan gencecik kızların ve üniversiteye girişte katsayı nedeniyle hayalleri çalınan henüz bıyıkları terlememiş meslek liseli gençlerin derin laneti.
28 Şubatın üzerinden değil 15 yıl değil 1000 yıl geçse bu lanet yaratanlarının alnında izlerini koruyacak.
Nice genç erkek ve nice genç kız Boğaziçi, ODTÜ gibi üniversitelere gidebilecekken çok daha az puanlı fakültelere gitmek durumunda kaldı.
Binlercesi katsayı eşitsizliği nedeniyle sınavda bir fakülteyi kazanacak kadar soru işaretlemesine rağmen ve ailelerinin eğitim masraflarının karşılığını vermek için can atarlarken, hiçbir yeri kazanamadılar.
Arkadaşlarından, mahallelilerinden ve akranlarından geri kaldılar.
Başörtülü oldukları için lisesini ve üniversitesini terk etmek, Tıp Fakültesini, Mühendisliği, Hukuk Fakültesini, Siyasalı bırakmak zorunda kaldılar.
Büyük hayallerle geldikleri büyük şehirlerinden köylerine, şehirlerine dönerek aşmaya çalıştıkları hayata umutsuzca tekrar mahkûm oldular.
Bazıları önce melankolizme sonra şizofreniye düştü, Bakırköyde yattı.
Okuyamadıkları ve moralleri bozuk olduğu için yanlış evlilik yaptılar.
Yanlış iş seçimlerine mecbur kaldılar.
Aynı dönem arkadaşlarının başarılarının ve yükselişlerinin ardından bakakaldılar.
Daha iyi bir eş, daha iyi bir iş, daha iyi bir kariyer için güçlükler içinde yoluna konulmuş bütün imkânları ellerinden alındı.
Kimileri dava arkadaşları ile hayatını kurdu ama eşi sonradan davasından uzaklaşarak bir kez daha yalnız bırakıldı.
İkna odasına çağrılan, inancı nedeniyle maruz kaldığı bu sarsıcı sorgulamaya polis koridorunda giden, annesinin bakkala bile yalnız göndermeyecek kadar üzerine titrediği kızlar size de, sisteminize de özgürlüğüme uzanan ellerinize de hayır diyerek ikna odalarından ayrıldılar.
Yaşadıkları incitici muameleye dayanamayarak gözlerinden yaşlar aktı.
Tam bu sırada bir din adamı, tam da savaşın ortasında Başörtüsü teferruattandır şeklinde bir beyanat verdi.
Demek teferruat ha! Demek bu başımdaki teferruat öyle mi? diyerek katıla katıla ağladılar.
28 Şubatın mağdur ettiği on binlerce gencin hayatlarının geri kalan kısımlarında sosyal ve psikolojik olarak neler yaşadıklarını tahmin etmek zor değil.
Seçilmiş bir milletvekilinin Meclis’te ekranların önünde alkışlarla tempo tutularak Çık dışarı! diye yaka paça dışarı atılmaya çalışıldığı bir ülke burası. Şimdi bu milletvekilinin yıllar sonra itibarının iade edilmesi konuşuluyor.
Peki, üniversite hazırlıktaki katsayı eşitsizliği nedeniyle ve başlarına bir şekilde taktıkları başörtüleri nedeniyle hayatları kararan bu gencecik çocukların itibarlarını kim iade edecek?
Bu çocukların hak mahrumiyetlerini telafi edecek bir sistem var mı bu dünyada?
Biz sizi birtakım eksiltmelerle imtihan edeceğiz ( Bakara Suresi 155.Ayet), Üzülmeyiniz, gevşemeyiniz, inanıyorsanız siz üstünsünüz ( Ali İmran Suresi 139.Ayet ), Allah sabredenleri, direnenleri sever ( Ali İmran Suresi 146.Ayet ) diyen Kuranı Kerim’in ayetlerinde teselli bulmak kolay mı?
Eskiden insanların sınavları mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile gerçekleşirken bu gençlerin sınavları hayallerinden, geleceklerinden, kariyerlerinden ve itibarlarından eksiltme ile gerçekleşti.
Ne çetin bir sınav değil mi?
Oramiral Güven Erkayanın 24 şubat 1997 tarihinde söylediği İrtica PKK dan daha tehlikelidir sözü Kürt bölgesindeki kanın oluk gibi aktığı bir dönemde söylenmişti.
Batı Çalışma Grubu adlı illegal faşist organizasyon başkanı Güven Erkaya’nın bu açıklamasından tam bir gün sonra 25 Şubat’ta, Türk-İş, DİSK ve TESK’in Laiklik Ve Demokrasi Sahipsiz Değil bildirisinin kamuoyuna sunulması orada burada görülen başörtülü genç kızların eşarpları altına saklanmış zehrin varlığına mı işaret etmek amacını taşıyordu?
Bu genç kızlar başörtülerinin, erkeler ise kirli sakallarının diplerine ve meslek liseliler kitap sahifelerinin arasına yerleştirdikleri Şarbon zehiri sporlarını, Japonya’nın 1942 yılında Çin’e karşı kullandıkları ve başarılı oldukları Biyolojik Silahlar gibi modern, batılı ve üstinsan (bkz. Nietzsche) laik elitlere karşı mı kullanacaklardı acaba?
Yoksa ömürlerinin sonlarına gelmiş bu apoletli mağrur koca adamlar çocukları yaşındaki bu gencecik fidanlara neden kast etsinler!
Hele iki dil bilen, eğitimli, çekirdekten yetişme ticaret adamı, kaliteli kumaşlardan imal edilmiş takım elbiselerine uyumlu ipek kravatları ve kreatif ipek cep mendilleriyle binlerce kişiyi istihdam edecek kadar yetenekli, her koşulda görünebilen marka saatli, her biri ayrı seksi ve güçlü salon beyefendileri durup dururken böyle bir şeye neden kalkışsınlar ki!
Kendi oluşturup manipüle ettikleri kirli organizasyonlar hariç içinde bir tek illegal silahlı örgüt dahi barındırmayan irtica dünyası bizim bilmediğimiz özel nedenlerle PKK’dan daha tehlikeli olsun.
Ama irtica tanımı içine alınan bütün kötülüklerin suçu neden nice güçlükler içinde üniversitelerinde ve liselerinde anne kuzusu olarak okuyan başları örtülü genç kızlara ve meslek liselilere yüklenmişti?
Kolluk kuvvetlerini, üniversite kapılarına, lise önlerine, hatta sokaklara salan başlarına örtü koyan insanlara karşı kırmızı pelerin gördüğünde yerinde duramayan boğalar gibi hareket etmesini sağlayan derin nefrette neyin nesiydi?
Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun tarihi ifadesiyle bin yıl süreceğini ifade ettiği argümanın altı ne kadar boşmuş ki bütün iktidar aygıtları kendilerinde olmasına rağmen on yıl geçmeden yok oldu?
Kemalist rejimin jakoben oligarşisini böylesine kötü bir politikaya kimler itmiş olabilir?
Samuel Huntington’un kitabının giriş bölümündeki haritalara bir bakın.
İnsanlar uyurken şeytanın kölelerinin yarattığı güvenlik kuşağı bölgelerinde yer alan ülkelere ve oralarda bitmek bilmeyen iç ve dış çatışmalara göz atın.
Asıl düşmanın entelektüel perde arkasındaki çirkin yüzünü fark edeceksiniz.
Deşifre olan asker-sivil darbecilerin hiçbiri şaşırtıcı bir şekilde çıkıp mertçe Evet halkıma karşı savaştım ve sebepleri şunlardır, pişman değilim, yine yaparım diyemedi.
Bu toprakların insanları sadece bir nedenle mert olmazlar; ihanet!
Karıncayı bile ezmemek kültürüne sahip bu topraklarda sadece bir nedenle çocuklarına kıyılır; vesayet!
Bu topraklarda, millete ve milletin değerlerine kastedenlere karşı her zaman varız, tarafız ve bu savaşta cephenin en önündeyiz.
28 Şubatın çoluk çocuğa karışan mağdurlarının bu kez kendi çocuklarının itibarlarının telafisinin mahşere kalmasını sağlayacak yeni kalkışmalar olmasın diye, önce bizi vurun.