Dünya öyle bir yer ki, bir jeopolitik evre devrini tamamlarken diğeri siyaset sahnesindeki yeni rolüne hazırlanır.
Bir değerlendirme yapılırken tarihten günümüze doğru izleme yapmak bir teamül.
Biz bugünden yakın tarihin koridorlarına doğru ışık tutacağız. Projektörün aydınlattığı koridorunda geriye doğru bir dizi jeopolitik evre siluet olarak gözümüze çarpıyor.
Uluslararası ilişkileri etkileme, sosyal, siyasal ve psikolojik algıların yönünü değiştirme yeteneğine sahip söz konusu jeopolitik evrelerin; küçük ölçekli olanları 40 yılda bir, orta ölçekte olanları 100 yılda bir, büyük ölçekte olanları ise 300 yılda bir mesafeyle indekslendiği görülüyor. Daha büyük olan ölçeklerin varlığı ise konumuz dışında.
Yazının yapısı, kişisel deneyimlerden hareket ederek yapılan kabası alınmamış genellemelerden oluşturuldu. Seçici gözlemlerin ışığı altında yaptığımız ivedi değerlendirmelerin avantaj ve dezavantajlarını peşinen kabul ediyoruz.
Dünya olan biten her şeyin altında bir Karaman’ın Koyunu aramaya devam ediyor. Bir ailede her şeyin babanın başı altında çıktığını düşünmeye alışmış beyinler siyasal ve sosyal olayların oluşumunda da mutlaka bir dünya lideri aramak refleksini göstermekte.
Bu uluslararası gören ve yönlendiren göz bazen Roma oldu, bazen Osmanlı oldu, yeni dönemde ise bu konumda Amerika Birleşik Devletleri var.
Bir değerlendirme kriteri daha var. Bu kriterin kuramsal yapısıyla dünya sahnesinde hak ettiği yeri alması için pozitivizmin biraz daha gerilemesini beklemek gerekecek.
Tanımlanması güç büyük olayların izahı kendine sorulduğunda, mabedin avlusunda gevşemiş bedenini güneşe tutan yaşlı dindar (sadece İslam’a inananlar değil, diğer dinlere inananlar da buna dahildir); Allah’ın işi, Sünnetullah, Allahın da kanunları var, döner dolaşır oğul! şeklinde cevap verir.
Kaynağının ne olduğu ile ilgili tartışmaları bir kenara bırakacak olursak dünya büyük, orta ve küçük değişimlerin iç içe yaşandığı ciddi bir evreden geçmektedir.
Liberal ekonominin yarattığı ve anti-Hıristiyanlığın palazlandırdığı Pozitivizm tartışılmazlığını kaybediyor. Batı, modernleşmenin batılılaşma ile eş anlamlı olduğu rüyasından uyanmak üzere.
Doğu ve diğer toplumlar insanlık tarihinin en ikna edici medeniyet sunumunun da bir yanılsama olabileceği görüşüne evirilmekte.
Finans kapitalin dini, ideolojisi olan Liberal ekonomik düzen sonsuza kadar gidemeyebileceğini, alternatif ekonomik sistemlerin geriden gelip geçebileceğini gördükçe hırçınlaşmakta.
Bireyselciliğin dayanılmaz hafifliğinin insanı felakete götürecek zararlı bir bencillik yarattığı fikri gün geçtikçe daha fazla taraftar toplamakta.
Maddeci ideolojilerin ayakaltına alarak küçümsedikleri ve asırlardır yok saydıkları dinlerin hiçbirinin tanrısı ölmedi. Yeni süreçte dünya genelinde bu Tanrıların Rövanş için hazırlık yaptığı gözleniyor.
Soğuk savaş dönemin paktlarının içerik olarak yapısının bozulduğuna, güvenlik temelli konumlanmanın yerini kültür ve kimlik esaslı bir konjonktüre terk ettiğine şahit olunuyor.
Anglo Sakson ittifakın İngiliz müttefikinin zirveden aşağıya inmeye başladığı dönemin aslında 1930 yıllar olduğu daha fazla gün yüzüne çıkıyor.
Amerika Birleşik Devletlerinin siyasal egemenlik zirvesinin de baba-oğul Bush’lar döneminde yaşandığını ve artık geri dönüşün imparatorlukların izlediği çöküş kanunlarına uygun olacağını söylemekte sakınca görmüyoruz.
Dünya da çok hızlı dönüyor ama Fizik kanunlarına göre bazı hızlar hareket etmiyor gibi algılanır. Sakın tarih boyunca imparatorluklar da çöküş hızlarını görememiş olmasın!
Dünya siyasetini yönlendiren ve bundan sonra da sevk edecek olan ekonomik büyümenin ağırlık merkezinin Doğu Asya’ya kayması eski nizamın yerini yeni nizamlara terk edeceğinin işareti olarak görmek kimseye garip gelmemeye başladı.
Yeni Dünya düzeni, çok başlı medeniyetler harmonisi ya da kaosu olacaktır ifadesi artık kehanet olmaktan çıktı.
Konfüçyüsçü ve Budacı Çin ve hinterlandı, Ortodoks Slavcı Rusya ve hinterlandı, Şii İslamcı İran ve hinterlandı, Osmanlıcı Türkiye ve hinterlandı, kadim medeniyetçi, Arapçı İslamcı Mısır ve hinterlandı, Katolik Güney Amerika, doğal sınırlarına çekilme sancıları yaşayan Amerika Birleşik devletleri, gelecek kaygısı nedeniyle terapist arayışına girmiş bir Avrupa ve Güney Asya İslamcılığı gibi kutup başları söz konusu yeni dünya nizamının aktörleri olacak.
İşte Somali ülkesi bu konjonktürde değerli bir jeostratejik konum elde ediyor.
Afrika ne bir bütün olarak ne de bir iç eksen ülke etrafında toplanacak yeteneğe sahip değil. Yenidünya nizamının yeni aktörleri; güç temerküzü, siyasal itibarın pekişmesi, ekonomik kaynakların artırılması, insan kaynakları ve nüfusun soft gücü, kültürel ve dini performans için Afrika ülkelerine yönelecek.
Afrika ülkelerinin tepesinde akbabalar gibi dolaşarak sömürgeciliğin yeni biçimlerini harekete geçirmenin yollarını planlayacaklar.
İbret almamış gibi Batılıları taklit ederek, kendi kutup başı ve hinterlandı daha iyi bir yaşam koşulu içinde olsun diye başka insanların hayatlarına kastetmekten geri durmayacaklar.
Türkiye, istese de istemese de Osmanlı mirasına dayanarak kendi bölgesinde jeopolitik bir kutup başı olacak.
Afrika ülkeleri bu anlamda Türkiye için de stratejik öneme sahip.
Saha izlenimlerinde objektif olarak görülüyor ki Türkiye, Somali de açlık, sefalet ve güvenlik krizi içinde yaşayan halkın gönlünde büyük bir avantaj elde etmiş durumda.
Türkiye cumhuriyeti başbakanının ancak pozitif mahalle kabadayılarında olan bir cesaretle ailesi ile birlikte Somali’ye gitmesi Somali’de dünya kamuoyundaki One Minute tesirine benzer bir etki yapmış. Bir gün Somali halkı Türkiye’yi kalbinde silme durumu yaşasa bile Tayyip Erdoğan’ı yüreğinden dışarı atmamak için çırpınacaktır.
Ancak Türkiye hatalarıyla bu imkânı da harcama potansiyeline sahip görünüyor. Oradaki hizmetleri ve yardımları karşılıksız, hesapsız, kardeşçe ve insani duygularla yaptığı mantığının dışına çıkma eğilimleri gösteriyor.
Somali halkı ihtiyaç zamanında bu psikolojiyi önemsemez görünecek. Ancak ekonomik ve siyasal şartlar olumlu bir seyir izlemeye başlayıp yaşam kalitesinde düzelme olduğunda aşağılayıcı bütün yaklaşımlarla hesaplaşacaktır.
Kendini kurtarmaya gelen güçlerle, bir süre sonra silahlı ya da silahsız olarak savaşan bir millet ile karşılaşmak istenmiyorsa sömürgeci emperyalistlerin aşağılık yöntemleri taklit edilmemeli.
Kardeşlik, Komşusu Açken Kendi Tok Yatan Bizden Değildir, Sevdiğiniz Şeylerden Vermedikçe İyiliğe Ulaşamazsınız, Bir Elin Verdiğini Diğer El Bilmemeli gibi İslami referansları kendine ölçü almayan İslamcılar bunun bedelini de ödemeye hazır olmalı.
Gördüğümüz kadarıyla Türkiye dış siyaseti Somali özelinde ikinci bir hata yapmakta. Uluslar arası emperyalist literatürün dilini kullanarak ve o verilere inanarak Somali halkının bakışında olumlu bir imaja sahip İslamcı oluşumlara yokmuş gibi muamele etmekte.
Unutulmasın, Somali’ye demokrasi geldiğinde ki yeni dünya nizamında onlar da bu nimetten yaralanacaklar, elin tersiyle itilen organize İslami oluşumlar Arap ülkelerinde olduğu gibi iktidara gelecek.
Türkiye’nin iç ve dış siyasette dar ufuklu olan kimi entelektüel elitleri, günü geldiğinde, Doğuda Kürtleri, Batıda Balkanlıları, Kuzeyde Kafkaslıları ve uzak asabiye kıtası Afrika’yı ellerinden kaçırdıklarını gördüklerinde halkın önüne çıkıp ağlamasınlar.