Bir garip duygu seliyim
Bir annem bir de Muharrem
Size gelen bana gelsin
Düşeyim boylu boyunca
Dağdağasında dünyanın
Kimseler bilmezdi ben bilirdim
Sen bir bilgeydin anne
Gözlerin bakardı aklıma ve kalbime
İkisini birden görürdün
Şahdamarım her atışında
Hasretin ağıtı ulaşır kulaklarıma
Hadi beri gidin
Başka ağıtlara başka aşklara
Beni bana
Bırakın kelimeler
Bir garip hal içindeyim
Döşeği ucunda Muharrem’in
Bir akordiyon
Bedenim de yüreğim
Sarı kızıldı
Gözleri açık kahve
Tenini kavurmuştu rengiyle
Nişanı koyu kahve
Gök huyluları ayıran
Alnından burun direğine
Müdanasız, beri
Avucunda kalbi
Heybesi kavga
Tuhaf şehirli
Hem nasıl inanmış
Muharrem!
Kaç beşli yıllar yataktasın
Doymadı mı tavanlar hasretine?
Kahretmez mi eMeS kendine?
Yürürdü perçeminde alevler
Zengin dururdu seninle
İstanbul Siyasal kuytu
İlim Yayma Yurdu kesif
Yoksun sen
Nemalanıyorum hayatla ben
Geçerken her seferinde
Boğaziçi’nden Avrupa Yakası’na
Bengisu sarı mavi
Sızlar içim
İçin için
Bir garip duygu seliyim
Bir annem bir Muharrem
Size gelen bana gelsin
Düşeyim boylu boyunca.
* Yadıma annem ile birlikte düşen Muharrem’le, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler koridorunda; elimizde kitap, sırtımızda haki parka, yanağımızda kirli sakal, gözlerimizde davanın ağırlığı, tanıştık. Ama o kendini bulan meşum Emes hastalığı nedeniyle aynı yatakta on yedi yıl boyunca pırıl pırıl bir gençlik baharını avucundaki pisipisiyi üfler gibi uçurdu. Yürüyemiyor ve davranamıyor. Ama metaneti hem dimdik duruyor hem koşuyor. Muharrem, en pak haliyle kutlu davanın aynası demekti. Peşinde koşup yaşamımızın akışını sonsuza kadar değiştirdiğimiz yöntemi ve içeriği yaban ama kutlu bir yadigârın incilerinden. Elinde kir tutmayan beyaz devrim bayrağını hâlâ öylece tutan. Bende saklı fotoğrafı bu onun.