Şövalye ve gladyatör gibi bir kahramanı öldürmek bulunmaz bir eğlencedir.
Bu davranış, her toplulukta gayri insani sosyal bir insiyak olarak kendini saklar.
Kolezyum’daki, arenadaki seyirciler de, aktörlerinin ölümünü izlerken daha fazla eğlenmek için duygularını köpürten naralar atarlar.
Yunan mitolojisindeki Herakles de bir kahramandı. Kendine verilen 12 büyük görevi başarıyla yerine getirmişti.
Kuyruğu yılan ve sırtı yılanlı olan üç başlı köpeği öldürmüştü. Yenilmez Nemean arslanını öldürmüştü. Girit Boğası’nı, Erymanthian Yaban Domuzu’nu, dokuz başlı efsanevi canavar Hidrayı öldürmüştü.
Onun bu özelliği başının belalardan kurtulamamasının da en büyük nedeni oldu. Ateşe atıldı. Zehirli gömlek giydirilerek cinnet geçirttiler ve o da çocuklarını öldürdü.
Bunu Herakles’e yakınları yaptı.
Hoş, uzakta olanlar ne/nasıl yapabilirler ki!
Muktedir herkes gibi değilse bir de iktidarı paylaşmıyorsa yok edilir. Kadim ve zımni teamül bu.
Bugünlerde, halkın seçimlerle şövalye muamelesi yaptığı R.T. Erdoğan’ı, geniş yelpazeli muhalefet gladyatör muamelesi yapıp kurban olarak alana çağırıyor.
Son aylarda yaşanan politik gelişmelere baktığınızda Türkiye Başbakanı’nınetrafındaki çemberin gün geçtikçe daraldığını görüyorsunuz. Etrafına; gizli, açık, sert ya da soft yeni muhalefet halkaları ekleniyor.
Persona Non Grata ilan edilen Erdoğan’a cepheden yapılan saldırılar herkesin malumu.
Serseri saldırıların varlığı ise kamuoyuna da yansıyor zaman zaman. Erdoğan’ı direkt hedef aldığı belli olan olaylar dizisi (Uludere, Hakan Fidan olayı, Stratfor vs.) son aylarda peş peşe gelmeye başladı.
Öyle görünüyor ki, Erdoğan Ergenekon tarzı güçlü ve sır organizasyonların direnişiyle karşı karşıya.
Bu olaylar Erdoğan’ın kişisel meselesi olarak değerlendirilebilir mi?
Toplumu ilgilendiren kısımları yeterince gün yüzüne çıkmış değil bu aysbergin. Sorun daha ziyade devletin içinde bürokratik hiyerarşiler zemininde kendini gösteriyor. Ancak bu çatışmanın toplumsallaşmayacağının garantisi değil.
Mit müsteşarı Hakan Fidan’ın özel yetkili cumhuriyet savcısı tarafından ifade verilmeye çağrılması olayını komplo teorilerine itibar etmeden açıklamak hükmünü yitirdi örneğin.
Gelinen noktada Hakan Fidan’ın başsavcı tarafından ifadeye çağrılması olayı şudur: Takiyyeci muhafazakâr ve Nurcu Camia bürokratik muktedirliği ile mukavemetçi, Milli Görüşçü, yeni tarz İslamcı, varlıklı iktidar sahipleri arasında gerçekleşen I. Açık Çatışma vakası.
Kamuoyuna yansımayan gizli çatışmaların kaçıncısının yaşandığını ise bilmiyoruz.
Kendini Camia olarak tanımlayan çevrenin yeni Türkiye’nin oluşumu sürecini birlikte yürüttükleri hükümete karşı hangi saikle operasyon yaptıkları zaman içinde bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacak.
Olayın bu satırların yazarı için şaşırtıcı olan tarafı, her iki bloğun birinci ağızlarının Hakan Fidan olayını kamuoyunun algıladığı şekliyle onaylayarak kabul etmeleri oldu. Böylece olayın Camianın Tayyip Erdoğan’a ve ekibine karşı düzenlediği bir operasyon şeklinde tarihe geçmesi kesinleşti.
Şaka gibi.
Bu muteber veri, bundan sonra irili ufaklı başka çatışmalar zincirinin de habercisi oldu.
Muteber verinin bir de kötü tarafı var; toplumun yeni bir ayrışma üzerinden strese sokulacak olması.
Gün oldu; Cumhuriyetin başında Osmanlıcılar-Batıcılar diye toplumu ayrışmaya zorladılar. Batıcılar Osmanlı normlarını bir asır boyunca ezdi. Gün oldu yapay ucube bir Türklük icat edildi Kürtlerin üzerine basıldı. Gün oldu yüzyıllardır Alevi olanlar Kemalist sahte Sünnilik maskesi altında yok sayıldı. Ermeni vatandaşlarımızı buraya yazacak düzeye gelmediğimizi hatırlatayım. Uzun yıllar Sağcı-Solcu çatışması toplumun iki tarafından en parlak beyinleri yedi. Sonra çağdaş Laik-gerici İslamcı çatışması alevlendirilerek on binlerin geleceği karartıldı.
Şimdi Yeni Türkiye-Eski Türkiye tartışması, Kürtlerin haklarının anayasal güvence altına alınması gibi hayati meseleleri adeta kapatırcasına nur topu gibi sürpriz bir erken doğum bebeğimiz oldu: Camiacı mısın Tayyipçi misin?
Bir noktayı peşin olarak belirtmekte yarar var, bu olayı taraflar zaman içinde dozunu artırarak daha ideolojik, daha dini bir perspektifle ve dünya görüşü farklılığı temelinde vermeye çalışacaklar. Ancak olayın saf haliyle bir iktidar mücadelesi olduğunu unutmamak gerekir.
Daha önemlisi, geniş taraftar kitlesi söz konusu çatışmanın ülke sınırları içinde olup biten bir kavga olduğunu sanarak işlerine gidip geleceklerdir.
Uluslararası siyaset teorilerini az çok irdelemiş olanlar, uluslar arası güç odaklarının oluşmakta olan Yeni Türkiye’nin; yerli, bağımsız, özgürlükçü Müslüman potansiyelini sabote etmek için, Ergenekoncu, Laik, Solcu, Milli Görüşçü, Türkçü, Kürtçü, İrancı, Alevici vb. görünen çeşitli yerli partnerlerle çalıştıklarını ve bundan sonra da böyle yapacaklarını pekâlâ bilirler.
Son aylarda Türkiye Başbakanı’nı da ülkenin en büyük arenası ortasında başka kahramanlara ya da sorunlara parçalatmak arzusu artık sosyal bir olgu ve duygu olarak zirvesini yaşıyor.
Tamtam seslerinin uzaktan yaklaşan Kızılderili saldırısını hatırlatması gibi etrafta değişik savaş sayhaları volümünü artırıyor, bizler izliyoruz.
Recep Tayyip Erdoğan yok edilince muarızlarının ellerine ne geçecek? Ya da Recep Tayyip Erdoğan’dan istekleri nelerdir? Bir soru daha: Erdoğan onlara iktidar nimetinden bir kısmını verirse çatışmayı sonlandırırlar mı? Dibacede kayıtlı soru da şu: Erdoğanın Açılımı durdurması aralarında yapılan al gülüm ver gülüm bir anlaşmanın mı işareti?
Dünya yeni bir düzenden başka düzenlere doğru yol alıyor. Tayyip Erdoğansızbir düzen arayışı süreci Türkiye’yi amansız çok sert mecralara çekecek gibi görünüyor.
Yeni Türkiye sözcüğü kendini askıya aldı. Hükümet, iç mücadeleler ve gelecek kaygısı sendromu, bireysel ve partisel anksiyete hali yaşadığını gösteren işaretler veriyor.
Erdoğan ameliyatının ağrıları yanında kendine destek verenlerin etrafından çekilmesi ya da çekilme tehditlerinin olduğu bu yeni sürece uyum sağlama sancıları da çekiyor(dur).
Liberal aydınlar, bir kısım Nur camiası, Milli Görüş oligarşisi, bazı radikal Sol gruplar/daha ziyade örgütler, Aydınlıkçılar, dini hayatlarından sonsuza kadar çıkarmış olan Beyaz Türkler ve hinterlandı, bazı eski düzen sermaye çevreleri, Suriye sorunuyla birlikte karşıtlığa meşruiyet dayanağı yakalayan angaje İslamcı çevreler, sistemin henüz içine alamadığı kimi bağımsız İslamcı çevreler, açılımın durduğunu gören küskün Kürt, Alevi çevreler, Ülkücü camia içinde dini duygularını sıfırlamış Türkçü gruplar ve sistemdeki çürümeye dikkat çekip buna dayanamayarak tavır koyan Müslüman kimlikler ve umutsuzlaşarak geri çekilen sol ve sağdan duyarlı kişiler yeni tür muhalefet yelpazesinin katmanlarını oluşturuyor.
Buraya kadar olanları politik dünyanın draması olarak görüp normal karşımalı.
Dikkat çeken nokta ise, söz konusu yeni muhalefet yelpazesinin altındaki yeni orijinal oluşum. Geçmişte totaliter Kemalist rejime karşı yapılanmalar içinde yer almış İdeolojik grupların (sol, sağ, muhafazakâr ve İslamcı) Tayyip Erdoğan ve hükümetine karşı tek çatı altında toplanması çabası dikkat çekiyor. Bu grubun şu an itibariyle Camia ile bir ünsiyet içinde olmadığı ve ayrı bir cephede durduğu görülüyor. Zaman içinde ..bu iki muhalefet birbirine yaklaşır mı, uzaklaşır mı tam olarak kestirilemez.
Şimdilerde, Namuslu Solculuk gücünü tamamen (maalesef) kaybettiği için Solculuk kendini İslam la klonlama arzusu taşıyor.
Devrimci İslamcılığın konvansiyonel oluşumlar dışında kalan yaygın kitlesi, tutunamamasını solculuk üzerinden yeniden üreterek örgütlü toplumsallıkyaratmaya çalışıyor.
Türkiye gizliden gizliye dramatik tuhaf dönüşümlere tanıklık ediyor.
Kürtçü hareketin kapsamında kalan Solcular ve İslamcılar ile Kürtçü hareketin bir türlü kapsamına almadığı İslamcı, Solcu ve Kürt çevreleri ayrı çatılar oluşturuyorlar.
Kürtçü hareketinin kontrol ettiği İslamcı, solcu, Alevici, milliyetçi ve militan Kürtlerden oluşan çatı Halkların Demokratik Kongresi (HDK) şeklinde kuruldu. Sürdürülebilir olup olmadığını bilemiyoruz.
Ama Kürtçülerin boş bıraktığı alanlara hitap eden geniş alanda ise henüz örgütlenmesini tamamlamayan bir hareketlilik var. Dilimize yakıştırmadığımız ama bir sosyal olgu olarak kendini dayattığı için teknik bir tanım olarak söyleyelim; Türk kamuoyu radikal muhalefet çatısı oluşmuş değil. Buna militan bir İslamcılık üzerinden sahiplenmeye çalışan faaliyetler göze çarpıyor. Tabela ismi olarak Türkiye Büyük Muhalefeti (TBH) şeklinde bir isim seçebilirler belki.
Ürkütücü olan bu hareketlenmenin Ergenekon ve militarist cumhuriyetçilerin de enerjisinden yararlanma arzusu.
İki çatı altında toplanan İdeolojik grupların bu çabası bir ihtiyaca verilen cevap mı yoksa suni bir muhalefet yaratma çabası mı zaman gösterecek.
Sonuçta iki çatı, bir camia, bir liberal aydın blokajı, Hyde Park alanında yer almış durumda.
Ancak göze çarpacak kadar güçlü bir talep var dört odakta; ne olursa olsun Tayyip Erdoğan yok olsun!
Türkiyenin yer üstü ve yer altı kaynakları, genç enerjisi ve geleceğinde gözü olan uluslar arası güç merkezlerinde de bu yönde güçlü bir talep var.
Ancak yerli ve yabancı iki talebin aynı zeminde olması behemehâl işbirliği içinde oldukları anlamına gelmez. Ama her zaman potansiyel bir tehlikenin işareti olarak varlığını korur.
Recep Tayyip Erdoğan, birilerinin yok etmeyi hayatlarının odağına koyacakları kadar önemli işler yaptı, Herakles’in yaptığı gibi.
Gladyatör Maximus’un krala yaptığı gibi devletin gardını bozdu.
Şövalye William Wallace’ın bölgesinde yaptığı gibi jeopolitik dengelere biz de varız dedi.
Hatta sol, sağ, İslamcı ideolojik yapıların argümanlarını sistemin içine çekip hepsinin ayaklarının altındaki halıyı alırcasına şuur sarstı.
Bu kişi yok olmalı, gereğinden biraz fazla güçlü çünkü!
Ancak Erdoğan da her kahramanın yaptığı gibi büyük bir hata içinde bulunuyor.
12 büyük görevi yerine getiren Herakles bunun kendine verilmiş bir görev olduğunu unuttu. Yapıp ettiklerinin tanrısı Zeus’un kontrolünde, konjonktürün gölgesinde ve çevresinin bir eseri olarak yaptığını ve en önemlisi kendisini var eden millet duygusunu kaybettiği için yok oldu.
Kuyruğu yılan olan ve sırtı yılanlarla kaplı üç başlı mitolojik bir köpek gibi olan iç-dış güçlerle savaşmak kolay değil. Diğer 11 büyük görevlerde de büyük aşamalar katedildi.
Kimliklerin, milletlerin ve etnik yapıların özgürlüklerinden gasp ettiklerini itiraf etmek ve kirli devletin çaldıklarını iade edeceklerini ifade etmek ise bir devrim terminolojisiydi.
Güç odaklarının ve ideolojik çevrelerin gözü dönmüş bir şekilde öldürme şehvetine düşmelerini tespit ve bu nedenle tenkit ediyoruz. Hatta Özal’da ıskalanan süreci Erdoğan’da yapmamak gibi bir tecrübeyi gündeme taşıyoruz. Gururlandıkları günleri şöyle bir gözlerinin önlerine getirsinler doktriner aydınlar.
Görünen o ki Türkiye toplumu da onu arenada yok edilmek üzere aslanların önüne atmayacaktır.
Recep Tayyip Erdoğan’ın bizim kendisini savunmamıza ihtiyacı var mı? Sanmıyorum, etrafında yeterince müdafaa edeni partilisi, seçmeni ve yandaşları var.
Ancak ortada duran bir gerçek var vatandaş olarak bizi o ilgilendiriyor. Yeni Türkiye; derin ve reel toplumsal bir talepti. Bir okuyucumuzun yerinde tanımlamasıyla Tayyip Erdoğan olmasaydı da değişik formatlarda bu talep liderini çıkaracaktı.
Ancak, Ufuk Güldemir’in mahallelerine gelen Ahmet Hakan için yazdığı yazıdaki güzel icazı kullanarak, Tayyip Erdoğan ölüm şehvetine kapılanlara teslim edilemeyecek kadar bize ait, Özal gibi.
Ancak bağlamı farklı da olsa Kuranı Kerim bir metafor kullanır. Bir devenin hikâyesini akletmeleri için insanlara sunar. Onların hali der, iyi bir şekilde beslenen ve karşıdan bakıldığında semiz görünen devenin hali gibidir. Aslında o deve zehirli otlarla beslenmiştir ve çok geçmeden çatlayacaktır.
Recep Tayyip Erdoğan hak ve özgürlükler anlamında o kadar çok vaatte bulundu ki eğer bunların tamamı yasal güvenceye alınmazsa ortaya çıkacak kaos onu da yutacak. Toplumda sosyal ve psikolojik çatlamalar yaşanacak. Herakles’in yaşadığı cinnet halinin toplumsallaşacağını da tahmin etmek zor değil.
12. ve en büyük görevi olan Anayasa yapma konusunda toplumda oluşan umutsuzlukları aşıp verdiği sözlerinin kanunlarını çıkarmazsa ilaç gibi vaatler bu kez ağu gibi kendini ve toplumu zehirleyecektir.
Ayrıca bu zehir, Evren’in, Demirel’in, Mesut Yılmaz’ın ve diğerlerinki gibi düşük yoğunluklu olmaz, çünkü bilinen tüm evrensel hukuk kaideleri ve kutsal metinler terminolojisi kullanıldı.
Anayasa, Anayasa, Anayasa Ama meydanlardaki sözleri ile çelişmeyen bir Anayasa. Erdoğan toplumu ve kendini kurtaracak tek enstrümanın bu olduğunun umarım farkındadır.
Çevresine yerleşmiş ve bir çoğunun içten çürümüş olduğu kamuoyuna da yansıyan ekibinin, bayrağını taşıyamayacak kadar güçsüz kaldığını da unutmasın!
Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, milletin 300 yıllık makûs talihinin değişimini göğüsleyen bir şövalye mi yoksa yenik düşmüş eski bir kahraman gibi ölümü ancak Kolezyum’da gerçekleşecek olan bir gladyatör mü olacağına karar verecek!