Bir Mercedes Arması Bir Nükte

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mercedes marka makam arabasının içinde gözaltı morlukları yine belli olmuyordu ve kahretsin yine yakışıklıydı. Erdal acar sendromu mu var ne kendinde, her şeye varım, her şey de yaparım ve bana yakışır da. Anam da böyle dediydi bi keresinde!

İstanbul asilzadelerinden, sanıyorum 24 saat iyi giyimli, temiz yüzlü ve metroseksüel olmasına rağmen hala profilden Bayrampaşalı varlıklı esnaf izlenimi veren Büyükşehir Belediye Başkanı’mız Kadir Topbaş yolcu koltuğunda oturmuş olmasına rağmen frene basıyor gibi tedirgin görünüyordu.

Her Şeye Yetişme Geni toplumlarda iki milyon kişide bir bulunurmuş. Enver Paşa’da da aynı genden varmış.

Bir de Hiçbir Şey Yapmadan Sonuca Ulaşabilme Yetenek Geni de iki milyonda bir olurmuş. Mustafa Kemal Atatürk, Abdullah Gül ve bir de kankam var böyle, bu flora içinde yer alır.

Takdirine ölem Allah’ım nasılda dengelemişsin! Himmetine sual olunmaz desturen, vesselam.

Başbakan, Sarıyer- Çayırbaşı tüneli açılışına da kimseyi yanıltmamak ve gen biliminin yüzünü kara çıkarmamak için son anda da olsa yetişmişti, sağ olsun.

8 Eylül 2012 tarihinin muktedir Başbakanı, yeni ve yenilenen Türkiye’nin en büyük gayrı resmi başşehrinin patronu yanlarına kimseyi almadan gazetelere servis edilen o meşhur fotoğrafı verdiler.

Başbakan’ın bir konuşma yaptığı ya da her zaman olduğu gibi bıkmadan usanmadan hitabet dersi verdiği törende, Sarıyer-Çayırbaşı Tüneli’nin yanı sıra 20 kavşak ve yolu da hizmete açtı.

Açtı çünkü Başbakan Erdoğan her şeyi bizzat kendi yapar.

Herkes çocuktur çünkü. Elinde değil öyle görür, bunda kendi suçu yok, açık kahve gözünün yaratılışında var. Ee çocuğa iş ver arkasından sen git olmaması için, neme lazım gider her şeyi kendi yapar, kafası da bir güzel rahat olur, başını da yastığa huzurla koyar. O değil mi ki Tunceli’lerden şahsen olarak özür diledi. İyice hafızalara kazınsın diye de elini göğsüne koyup kendini doğru şık olarak işaret etti. Katliamı kendinden öncekiler yapmıştı ama o özür diledi. Herkes o güne kadar devleti suçluyordu, kendini kahramanlar gibi öne attı ve özür diledi.

Örneğin Savunma Bakanlığında bir ihtiyaç mı var, Başbakan’ın kendisine söylüyorsun, hemen 5 firmayı bizzat arıyor, teklifleri alıyor. Faksları imine cimine kadar inceliyor sonunda birine karar veriyor. Arabasına atladığı gibi top, tüfek, tank vs. satan mutabık kaldığı mekâna ulaşıyor, bi güzel pazarlığını yapıp arabalara yükletiyor. Tırlar arkada kendi önde. Doğru askeri karargâha.

TOKİ deposunda çimento mu azalmış, Sağlık Bakanı’na ameliyat makası ihtiyacı mı olmuş, Ulaşım Bakanı’nın asfalt çalışmalarında zift oranı standarttan daha az mı kullanılmış, kış çalışması için tuz çuvallarının ağızları iyi mi bağlanmamış, 4+4+4 sistemine herkesin ikna edilmesi mi gerekiyormuş, olimpiyatlarda maratona katılan sporcunun ayakkabısının teki mi kayıp mış, Fehmi koru yazısında biraz abartmış mı ne, ithal ineklerin az süt verdikleri, ya da sütlerinin biraz cıvık aktığı mı tespit edilmiş, Kars’taki anıt biçimsiz mi yapılmış, Ceyhan boru hattında gaz kaçağı mı varmış, Devlet Malzeme Ofisi’nin 72. sırasının 65. rafında mal mı azalmış, Uşak ilinde hali vakti yerinde olmasına rağmen bir çocuktan fazlasına itiraz eden Memiş dayı hala neden ikna edilememiş, Darphane ve Matbaa Genel Müdürlüğü makinelerin mürekkep siparişini verirken biraz üslupsuz mu davranmış, Devlet Planlama Teşkilatı bir istatistiğin toplamında atlama mı yapmış, devletin verdiği bursların listesinin temize çekilmesi için fedakâr bir teşkilat mensubuna mı ihtiyaç varmış, Apo’nun hücresindeki mazgalın demiri biraz ince mi neymiş, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü’nün odasının kapısı mı gıcırdıyormuş, hele hele emniyet müdürlüğünde sipariş edilen ortam dinleme cihazlarının ses kayıt aparatında cızırtı mı varmış? Kendini tutamaz bizzat gider yerinde çözer.

Sonrada muhalefet öle böle der!

Hiçbir bakan, “Başbakan’ım ben 60 yaşında adamım bana çocuk muamelesi yapma, benim Bakan’ım deyip durma, anam gızıyı, hem ayıp oluyor, ele güne rezil oluyoruz, herkes sadece sen çalışıyorsun biz de senin yanında süs bitkisi polenleri gibi izliyoruz zannediyor” diyemiyor.

Özel zamanlarda da yanında bulanabilen uzmanlara göre Başbakan en fazla o meşhur yanak okşanmasını kaldıramıyormuş. Hala içinden atamamış. Bir şekilde onu hatırlatacak bir şey olduğunda kulaklarından ateş çıkıyormuş. Mehmet Barlas’ı tek yakalasa yani kameraların olmadığı her hangi bir yerde karşılaşsa onunla, Newcorsi’deki vukuatta olduğu gibi yanağını kopartıp eline verebilirmiş.

İşte bu hizmetlerine yenisi ekleyen ve İstanbul’un 7 tepesine 7 tünel anlayışıyla yola çıktıklarını dile getiren Başbakan Erdoğan “Biz bu ülkenin kurumları, evlatları, bu devletin birimleri olarak birbirimizle dayanışma halinde olmazsak kiminle dayanışma halinde olacağız. Bu tünelle birlikte Hacı Osman çayırından Kilyos Caddesine ulaşmak isteyen sürücülerimiz artık bir saatlik yolu 5 dakikada kat edebilirler” diyerek göğsündeki hizmet madalyalarına bir yenisini ekledi.

Ancak söz konusu fotoğraf biraz espriden öte bir anlam fırtınası oluşturdu.

Biliyorsunuz “soyha” fikir geldi mi, onun sevk ediciliğini ne kimse ne bişey engelleyemiyor. O fikirler paylaşımlarda biraz hit alınca da kanaate dönüşüyor. Halk bir kanaat sahibi olduğunda ise herhangi bir propagandif güç o mereti değiştiremiyor.

Burun hizasında bakıldığında o tarihi fotoğrafa, koca kasalı Mercedes marka arabanın Mercedes arması Başbakan’dan önce görünüyor.

Bir kaşık akılda mantıksal önermeler heyulası, kahve muhabbeti kıvamında ideolojik kritikler hortumu oluşmasına neden olan bu anlamatik fırtına, Rüzgâr Gülü danışmanlar tarafından Başbakan’ın dikkatine soysa-meteorolojik ön rapor olarak sunulmuş mudur dersiniz?

Durum buyken, korumaların Mercedes’in iki tarafında içinde yer aldıkları Mamut hayvanı gibi iki cip bile Türkiye malı değilken, mazot da ithalattan outletse Ortadoğu’yu dizayn ederken abartıya girmesek mi?

Sakin mi olsak ne dersiniz Kejeler? Aşama aşama gitsek bari. Tek sıra olsak, ayaklarımızı yere balet gibi, pembe panter gibi belli belirsiz mi bassak, nasıl yapsak bilmem ki? Ayar verirken kendi ayarımızı fazla kaçırmasak, ha böyle olur mu?

Hani ekonomik bağımsızlığı olmayan işçinin cesareti trafikteki kolaycı kahramanların ki kadar sert. Ama o işçileri her zaman, o trafik canavarlarını da her daim bir de patron odasında ya da arabadan inildiğinde gözleyelim. İlk refleks “oldu mu şimdi yani” oluyor galiba.

Birinci Dünya savaşında yenim yenim yenildiğimizde acı ötesi psikolojiler içindeki Mehmetlerin travmasında bu temelde bir çağrışım söz konusu muydu?

Günlük tutan bir Mehmet’in ifadelerini Zeytindağı adlı önemli eserin 147. Sahifesinden okuyalım. Geçici bir zaferi anlatan Anadolu komutanı şöyle yazıyor; “İngiliz atları ve ganimetleri bütün neşesizliğimizi giderdi. İnsan önce köy atlarından İngiliz kısraklarına geçince yalnız hayvan değil, vasıta değiştirmiş gibi. Kuvvetleri bu kadar muti, süratleri kat’i bir makine gibi saniye saniye idare edilir hayvan görmemiştim”, “her gün tam yem alan güzel atlarıyla, iklime göre yapılmış esvaplarıyla ve lüzumsuz ölümler için ön saflara atılmış müstemlekat askerleriyle geliyorlar”, “atlarımız zayıf adedimiz az, her ölen nefer yüreğimizden.”

Ekonomi ve savaş, ekonomi ve siyasal bağımsızlık.

O dönemde de fikirlerimiz süperdi.

Çağrışım işte n’aparsın oluştu mu engelleyemiyorsun.

omeraltass@gmail.com

twitter.com/altasyalvac

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s