En tehlikeli fay hattı!

Gezi Parkı olaylarında temel algı

Gezi Parkı olaylarının (GPO) bulandırdığı sular durulduğunda “GPO’ dan Önce” ve “GPO’ dan Sonra” şeklinde bir tanımın literatüre yerleşeceğini ve referans olarak kullanılacağını söylemek mümkün.

Gezi Parkı olayları (GPO) Türkiye’de bazı şeylerin yeniden harmanlanmasına neden oluyor.

Taksim Gezi Parkı olayları, ülkenin büyük dönüşümü karşısında, irdelemeye değer bir “ne olursa olsun kabul etmiyorum, cevabım hayır” olgusunun varlığını bir kez daha pekiştirdi.

Sosyal ve politik olaylarda kendini gösteren ve olumluluk-olumsuzluk önemsenmeden ifade edilen bu “hayır” vakası nedir?

Toplumsal konumları ne olursa olsun bazı bireyler, yapılar ve sınıflar neden bu psikolojiye girerler?

Burada sahici bir sır var mıdır?

Ya da bu tutumu doğuran temel çelişki nedir?

Bu sosyolojinin ne olduğu sorusunun en etkin izahını İslam kaynaklarında yer alan bir metaforda buluyoruz.

İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an, egemen olduğu dönemlerde İslam topluluğunun; adalet, hukuk, birlikte yaşama ve çoğulculuk noktasında bir “Asrı Saadet” inşa ettiğini onaylayan Gayrı Müslim sınıfların şaşırtıcı muhalefetlerini Hz. Muhammed’e şöyle izah eder.

“Sen onların milletine tabi olmadığın sürece ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden hoşlanmayacaklardır.”

İslam peygamberi güven ve erdem temelinde, inanmayanlar tarafından da kabul gören kişiliğine rağmen yüz yüze geldiği entrikaların “anlamsızlığının” yarattığı travmayı Bakara Suresinin bu ayeti ile atlatmış olmalı.

Yahudi ve Hıristiyanların Medine İslam devletinde kendi hukukları ile özgürce yaşadıklarını ama daima dış güçlerin kumpasına ortak olduklarını, bir zamanlar Katolik bir rahibe olan İngiliz tarihçi Karen Armstrongİslam Peygamberinin Biyografisi adlı kitabında akıcı bir üslupla anlatır.

Tarihin tozlu arşivlerinde buna benzer yığınlarca örnek bulmak mümkün.

Güncelde de “inanç değerleri” üzerinden gerçekleşen ayrışmaların izlendiği nice olay kamuoyunun gözlerinin önünden akıp gidiyor.

Samuel P. HuntıngtonMedeniyetler Çatışması adlı kitabını dünya düzeninin yeniden kurulumunun ve çatışma alanlarının “kimlik örüntüleri” üzerinden gerçekleştiğini anlatmak üzere yazmıştır.

Türkiye’de siyasal, sosyal ve kültürel hayat somut formlar içinde yürür gibi görünür.

Oysa insanlar “işlerini” daha çok ahlaki değerler ve inanç referansları ışığında yürütürler.

Devlet, toplum ve bireyler saklı kutsal sözlüklerdeki kelime-kavramlarla ve dağarcıklarındaki mahrem düşüncelerle tutumlarını belirliyorlar.

Çağdaş terimlerin, resmi tebliğlerin, kanun hükmünde kararnamelerin, tamimlerin, bilimsel ölçütlerin, objektif kriterlerin ve teamüllerin yön verdiğini sandığımız olaylar aslında başka “alt verilerle” , ”alt kanaatlerle” harekete geçiyor.

Herkesin gizli ajandası ancak aynı sınıftan insanlarla bir arada olduğunda açılıyor.

Bilinmeli ki toplantı sonrası koridorlarda, lobilerde, serbest ortamlarda, kulislerde, yemekli akşam sohbetlerinde, “kendi aralarında” başka şeyler konuşuluyor.

Alt düşünce ile kamuoyuna açık düşünce arasında oluşan bu büyük boşluk, bu çift yüz; toplumu geren olguların asıl kaynağı.

Kendi ile barışık olmayan bir devletiz hala, kendi ile barışık olmayan bir toplum, kendi ile asla barışamayacak gibi duran insanlarız.

Konuşmayı bilmiyoruz ve gerçek değer yargılarımızı saklıyoruz.

Yapılar ve insanlar asıl düşüncelerini saklayınca normal hayatta “semboller” öne çıkıyor. Sembollerin dili üzerinden davranışlar belirleniyor.

Gördüğümüz küçük bir işaret, bir kıyafet, kişinin boynundaki bir kolye, ağızdan çıkan bir kelime muhatabın bütün karakterini analiz etmek için yetebiliyor.

Muhatabın karakter yapısı üzerinden değil sahip olduğu çatışma eksenleri çetelenerek hüküm veriliyor. Bütün Mezopotamya ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de çatışma eksenlerinin bolluğundan geçilmiyor.

Bu anlamda ülkemizde “temel çatışma alanı” İslamlık ve anti İslamlık üzerinden şekilleniyor.

Büyük fay hattı, temel çelişki..

Katman katman, üst üste binen diğer teferruat ve yan çelişkiler ayıklandığında çelişkilerin ana rahminin bu olduğu anlaşılıyor.

Öyle görünüyor ki, Yeni Türkiye oluşumu ve demokratikleşme süreci, biçimselliğinin negatif uç vermelerinden biri olarak mevcut bütün çelişkileri ayıklayarak gemiyi bu “sakıncalı limana” sürüklüyor.

Toplumun kendini normalleştirmesi süreci birçok badireyi rahatlıkla aştı. Ancak sürecin hızını yavaşlatan en güçlü direnç yine bu temel çelişki söz konusu olduğunda yaşanıyor.

Yeni Türkiye’nin oluşumunda kendini İslam ile tanımlayan toplulukların sorunları gerekli hamleler yapıldığında suhuletle çözüm sürecine girdi. Kürt meselesinin başarılı bir şekilde barış sürecine sokulması buna iyi bir örnek. Kanlı, uzun çatışmalar yaşanmasına rağmen olay kardeş kavgasına son verme noktasında çözüm buldu.

Ancak kendilerini İslam ile tanımlamayan toplulukların, gayrimüslim sınıfların, kendini yeterince İslami bir ufuk içinde hissedemeyen yapıların ve bile isteye İslam karşıtlığını dünya görüşü olarak benimseyenlerin var olduğu sorunlar ise daima sürüncemede kalıyor.

Bu anlamda otoriter rejimden, askeri vesayetten ve tek tip toplum modeli öneren Kemalizm’den çıkan yeni devlete demokratik açılımlarda destek veren Türkiye’nin gayrı Müslim toplulukları, bazı mezhep, meşrep ve inanışları süreç içinde kendilerini GPO’dan önce kısmen GPO sürecinde tamamen geri çektiler.

Bunun yeni muhafazakâr devletten kaynaklanan sebepleri de var.

Konu burada yeni bir öykü örgüsüne giriyor. Demokratik açılımlarda oluşturulan diyalog zeminlerinin, “çalıştayların” küçük bir aksamada, gergisi serbest bırakılan yay gibi aynı noktaya hatta biraz daha geriye gitmesinin öyküsüne.

Gezi Parkı olaylarında sanatçı Mehmet Ali Alabora’nın “mesele ağaç meselesi değil anlamadın mı” twiti bilinçaltını deşifre eden esaslı bir soruydu.

“Herkesin” sorusu!

“Mesele ağaç meselesi değil; peki asıl mesele nedir?” sorusunun cevabı ise her şeyi açıklayacaktır.

“Mesele ağaç değil” diyenlerin cevaplarının neredeyse tamamının muhafazakâr iktidar (İslamcı iktidar algısı) karşıtlığı kulvarına yerleştiğini gözlemleyebiliyoruz. “Bir tarz dindarlığı” tehdit olarak algılayanların birlikteliği..

Bu davranış, tersten Ak Parti hükümetinin tek başına Türkiye İslamlığını temsil ettiği inancını pekiştiriyor.

Bu çok gereksiz ve gerçeklikten uzak bir veri.

Gezi Parkı olaylarında Türkiye’nin temel çelişkisi (İslamlık ve anti İslamlık) olgusu daha fazla belirginleşti, hatta üzülerek belirtiyorum ki “güçlenerek” çıktı.

Oysaki bu çelişkinin demokratik çoğulculuk ve ortak yaşam bilincinin yerleşmesi için zayıf kalması gerekir.

Bu çelişki zaman içinde nötr bir duruma evirilmeli, bir tanımlama aracı olmanın ötesine geçmemelidir.

Artık insanlar ”iktidardakiler çok yararlı işler yaptılar, yapıyorlar ama ben onlardan nefret ediyorum” demek zorunda kalmamalılar.

Olayların ağaç meselesi olmadığı ortaya çıkıp ulusal ve uluslararası çapta bir “ayaklanma provasına” dönüşmesi ile birlikte Ak Partili olmayan bütün Müslüman referanslı sınıflar Ak Parti ve Recep Tayyip Erdoğan etrafında birleşmeye başladı.

Bu büyük kitle Gezi olayını “İslam düşmanlığı” çaprazına oturtarak analiz etmeye başladı.

Anadolu’nun algısı bu fikre “iman etti”, “kuşkusuz bu böyleydi.”

Gezi Parkı olayları halk algısındaki yerini Müslüman ve Müslüman olmayanların mücadelesi olarak işaretledi.

Gezi Parkı Olaylarında karşı cephede (!) olanların kimliği ışık hızıyla kulaktan kulağa aktarıldı.

Bazı Ermeni, Rum, Yahudi, Alevi platformları bu fikre su taşıdı. Bu ateş korunu körükledi. Laiklikler, ulusalcı sol Kemalistler, Türkçüler, Kürtçüler, Nusayriler, Türk Solcuları, Beyaz Türkler meydanlarda, sosyal medyada ve diğer platformlarda son derece aktif bir şekilde boy gösterdiler. Bu cümleyi yazarken zorlandığımı bilmenizi isterim. Amacım asla ayrıştırmak değil realitelerle yüzleşerek çözüm yolunu kolaylaştırmaktır.

GPO çatışmasının kompakt oluşu, şiddeti, oligarşik sermayenin savaşı bizzat yürütmesi, neye mal olursa olsun Erdoğan’ı yok etmeye yönelmesi ve Gezi’nin çıkış amacını fersah fersah aşması ve Türkiye’nin demokratikleşme serüvenine sanki hiç yaşanmamış gibi kör-sağır olması güven olgusunu dibe çekti. Katılımcılardan masum olan sıradan vatandaşın, İslami eğilimli olanların o bilinen büyük kitleler tarafından zerre kadar dikkate alınmamasına da bu durum sebep oldu.

Gezi Parkı olayları ile birlikte en kötü şey olmuş, ülke ekolojik ve şehirleşme kültürü üzerinden özellikle solcuların çok büyük emeğiyle (!) haklı bir muhalefeti beceremeyerek son derece hızlı bir şekilde mantıksızca ideolojik muhalefetin kucağına atmıştı kendini.

Bu, Türkiye’nin büyük demokratik dönüşümünün ve sessiz ılımlı devriminin, iri dolu tanelerinin meyveleri yaralaması gibi yaralanmasına yol açtı.

Ülkenin normalleşme, çoğulculuk ve sivilizasyon noktasındaki kazanımlarını kayba uğrattı.

Gezi Parkı olayları, iktidarın Barış Süreci sarhoşluğuna kapılıp, onun başarısına ve politik avantajlarına gereğinden fazla güvenerek demokratik açılımları durdurmasının bir sonucudur. Alevi açılımında gösterdikleri zikzakları, empatisizlikleri, Nusayri topluluklarını unutmuş olmaları, gayrı Müslim toplulukların haklarının iadesi ve muhatap alınmalarındaki gevşeklikleri, laik cumhuriyetçi toplulukların yaşam değerlerini dikkate almadan totaliter Kemalist rejime açılan savaşın onlara da genellenmesi ve Yeni Türkiye yürütücü kadrolarının, bürokratların ve belediyecilerinin bu süreçlerdeki performanslarının ve ahlaki artı değerlerinin son derece az olması Gezi Parkı olaylarının maya tutmasının ve büyümesinin ana havzasını oluşturdu.

Birikmiş bir enerjinin beslediği kayda değer bir altyapı olmasaydı hangi provakasyon başarılı olabilirdi?

En büyük muhasebeyi muhafazakâr iktidarın kendisi yapmalıdır.

Toplumu inançlar temelinde kalıcı bir şekilde parçalayacak ve Kürt meselesinden çok daha tehlikeli bir senaryonun önünü ancak demokratik açılımlara ara vermeden onu etkin bir şekilde sürdürerek yapabileceğini unutmamalıdır.

Dinler, inançlar, meşrepler, mezhepler ve değerler üzerinden bir ayrışma sağlıksız sonuçlar doğurur. Her zaman olduğu gibi reel sorunları gölgeler ve çürütür.

Gezi Parkı olayları bir kez daha gösterdi ki, Alevi ve Gayrı Müslim kanaat önderlerinin serinkanlı olarak topluluklarını Türkiye’deki temel çelişkiyi derinleştirecek davranışlardan ve gençlerini istihbarat örgütlerinden, nihilizmden, silahlı sol ve ırkçı örgütlerden uzak tutmaları gerekmektedir. Yarım kalmış süreçlerin zararının hiç olmamasından daha tehlikeli olduğunu akıldan çıkarmadan hareket ederek yılmamalı, ümitsizliğe düşmemelidirler. Gezi parkı olayları sürecinde tedavülden kaldırdıkları “Türkiye için iyi olan bizim için de iyidir” sloganına daha sıkı sarılmalılar. Tam demokratik Türkiye şartlarının oluşmasına destek vermeliler.

Gezi Parkı olayları sonrasında, laik toplulukların kadim, İslam’a karşı olan üretilmiş ve köpürtülmüş düşmanlıklarını tekrar gözden geçirmeleri gerektiğini, hiç gereği yokken korku üretmelerinin reel bir karşılığı olmadığını, aksi tutumun toplumsal barışa son derece zarar verdiğini, ülkenin en yakıcı temel çelişkisini derinleştirdiğini ve yaşam standardını üçüncü dünya ülkesine çevirdiğini artık fark etmeliler.

Bir Irak, bir Afganistan, bir Pakistan konumuna düşmemek için toplum içindeki sınıflar birbirlerinden hoşlanmasalar bile birlikte yaşamanın yolunu bularak geleceklerini inşa etmeli çocuklarına daha iyi bir gelecek bırakma duyarlılığı ile başlarını yastığa koymalılar.

Bundan böyle Türkiye toplumu, ekstazy soyut değerler, kör ideolojik, totemik değil yaşam kalitesinin daha fazla iyileştirilmesi mücadelelerine sahne olmalıdır artık.

omeraltass@gmail.com

twitter.com/altasyalvac

http://www.facebook.com/Ömer Altaş

Not: Bu inceleme bir önceki yazımda ilan ettiğim gibi Star Gazetesi Açık Görüş için hazırlanmıştı. Ancak mail trafiğinde bir aksama oldu. Gündem oldukça sıcak olduğu için haftayı beklemek istemedim. Yayınlanmamış yazıyı önceden ilan etme acemiliğim nedeniyle arkadaşlarımdan yediğim “fırçalar” da işin cabası.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s