“Kıblesi bozuklarla” Yeni Türkiye kurulamaz!

Kutsanan her ne ise insan ona karşı yüzünü döner.

Bu fiili bir duruştur.

Müslimler, Gayrımüslimler, budistler ve paganlar bunu ibadet bilinciyle yapar.

Modern dönemde, bu gruplar içine girmeyenler de durum ibadet şeklinde değil tutum olarak kendini gösterir.

Dikkatle bakıldığında onlarınkinin de bir tür ibadet olduğu gözlerden kaçmaz.

Ruhlar da bedeni ile aynı kutsala tapınır ve kendine bir kıble edinir.

Kıble ne sadece Kâbe’dir, ne Mescidi Aksa’dır, ne Zerdüştlerde olduğu gibi sadece bir güneş, bir ağaç ne de başka bir totemdir.

Kıble ana yönelim eğrisine konulan noktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük kıblesi İstanbul’dadır, o da Boğaziçi’dir, Boğaz bölgesidir.

Bu belde “mukaddes” bir beldedir.

Emin belde.

Etrafı da haremdir.

Harem’ul Şerifeyn gibi Harem’ul Ciheteyn.

Boğazın iki yakası.

İki şerefli yaka.

Yalılar, villalar, konaklar hattı.

Buralara komşu olan yine kutsal diğer semtler.

Beykoz, Etiler,Bebek, Nişantaşı..

Hiçbir sınıfa, hiçbir inanca, hiçbir etnisiteye mensup olmayan sadece isimleriyle müsemma olan elitist oligarşinin ve oligarşik sermayenin karargâhı.

Kıble merkezi.

Bütün ibreler kendilerini gösterir.

Korunmuştur, masundur bu muhitler.

Oraya giren veya girebilen herkes, her şey sonsuza kadar “eman” içinde olur hatta bireyler totemik bir varlık olarak kabul görür.

O konakların etrafını çeviren taşlar bile daha fiyakalı durur.

Bu ülkenin tek “makbul” insanları boğazlarda ve boğazın iki yakasının “hareminde” yaşayanlardır.

Aklınızdaki bütün sınıfsal kategorileri silin ve toplumsal katmanları unutun.

Politik duruşları, inançsal, ekonomik, kültürel farklılıkları bir kenara atın.

Bu ülkede sadece iki sınıf vardır.

Beyaz Türkler ve diğerleri.

Eskiden Arap Acem vardı.

Müslim gayrı Müslim vardı.

Türk Gavur vardı.

Bunlar bitti.

Son beş yılda bir de Eski Türkiye ve Yeni Türkiye ikilemi çıktı.

Bu yapısal bölünme bile o kutsal tasnifi yürürlükten kaldırmadı.

Beyaz Türkler ve diğerleri.

“Diğerleri” ifadesi inanç, mezhep ve etnisite olarak plural bir içeriğe sahip.

Hiç önemli değil bu, Beyaz Türklük karşısında hepsi tek blok.

Çünkü yüzleri ona dönük.

O kıbleye.

İçlerinden birileri “İktidar” oldular, çok “zengin” oldular yine fark etmedi.

Ben kişisel olarak Türkiye’nin temel çelişkisinin İslamlık ve anti İslamlık olduğunu yazar dururum.

Diğer bütün çaprazlıkların mutlaka bu ana çelişkiden bir şekilde beslendiğini anlatırım.

Bu görüşümü daha üstün, daha büyük, daha reel, daha insani bu ayrım için feda edebilecek noktaya gelmek üzereyim.

Evet, belki de temel çelişki budur: Beyaz Türkler ve diğerleri.

Çünkü PKK militanı Ağrı dağı mağarasında ideolojik tartışmalara kulak verirken ve savaşırken ruhu İstanbul’daydı.

Harem bölgesi içinde bulunduğu şehirde.

Komutanlar aynı duyguları gizleyerek haberleri izlerlerdi.

Kimse kimsenin bu yönünü bilmedi.

Tunceli dağlarının patikalarında yürürken TİKKO elemanının hayallerini hep İstanbul süslüyordu.

Taşralı gençler tutuklu kaldıkları bir alandan salınmış gibi sadece İstanbul tercihlerini kazandıklarında mutlu olabileceklerini çok iyi biliyorlardı.

İstanbul’a “kapak atamayan” gençlerin ruhundaki kırıklık gözlerinin etrafında bir haleye dönüşüp bir daha terk etmedi onları.

Esnafın, tüccarın, akademisyenin, çırağın, ustanın, çobanın, ağanın, imamın, müezzinin, memurun, çiftçinin gözlerinin baktığı bir büyük mabed.

İslamcının, Solcunun, Ülkücünün, Alevinin, Kürdün gözlerinde tüten üst belde.

Yeni Muhafazakâr İktidar’ın kalbinde yatan aslan.

Yükselen Anadolu sermayesinin hayali.

Yükselen İslamcılığın gizli mabedi.

Genel müdürlerin, bürokratların, bakanların, yüksek rütbeli askerlerin, son noktaya gelmiş kariyeristlerin içine dahil olmak istedikleri Firdevs cenneti.

Yazarların, çizerlerin, aydınların, akademisyenlerin, eli kalem tutanların, dünya çapında Türk sanatçıların, popüler oyuncuların, hatta zirvedeki şarkıcıların öykünüp durdukları ve kabul görmek istedikleri makbul sınıf alanı.

Arş-ala.

Herkes sadece onlar gibi olamayacağını bildiği için muhalif. O ihtimal belirdiği anda uğruna her şeyini feda edebileceği kadar da potansiyel sahibi.

Her biri; örneğin boğazın iki yakasından birinde oturmadan, örneğin onların gazetelerinde yazmadan, televizyonlarına çıkmadan, röportaj vermeden, örneğin onların bindiği arabalara binmeden, onlar gibi yaşayıp onlar gibi giyip onların gittiği mekânlara gidip onların tatil beldelerinde boy gösterip aynı şarkıları terennüm etmeden, o makbul sınıfa mensup bir kızla çıkmadan rahatlayamayacaklar.

Özellikle yeni dönem büyük müteahhitlerin bunun için nasıl “yırtındıklarını” ibretle izlemiyor muyuz?

Her birinin içinde olmak istediği bir “idol isim” var.

Ömürleri sürekli bu yöne eğilimli olarak tükeniyor.

Gözlemlediğim kadar bu duyguyu aşan tek bir sınıf var; Müslüman kadınlar. Üniversiteli ve başörtü mücadelesinde alınlarının akıyla çıkmış Müslüman kadınlar.

Yeni Türkiye’nin demokratik dönüşümü inşasında gerçektende en büyük paya sahip olan 28 Şubat post modern darbesiyle yenilen, ruhları çiğnenen erkekler camiasını ayakta tutan, domine eden o kadınlar.

Bu muhafazakar erkeklere kalsa Yeni Türkiye’nin demokratik kadife devrimini, oligarşik sermaye sınıfı beyaz Türklere çoktan teslim etmişlerdi.

Küçük coğrafya parçası Beykoz-Etiler hattı çoktan bütün Türkiye’nin yönetimini devralmıştı.

Dışarıdan izlediğim kadarıyla Yeni Türkiye’yi, kıble tercihlerini son derece net yapıp sadece Kabe’ye yönelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve etrafında sınırlı bulunan insanlar ve bu kadınlar inşa ediyor.

Gezi Parkı Olaylarında ve sonrasında göreceğimizi gördük.

En büyük darbeydi Gezi Parkı. Önceki darbelerin ulusal karakteri ön plan çıkarken bunun uluslararası karakteri daha fazla öne çıktı. Bu nedenle Gezi Parkı darbesi en büyük darbe olarak literatüre geçmeli.

Masumlar ve haklılar her zaman vardı. Onları savunmak boynumuzun borcu. Savunduk. Savunmaya da devam edeceğiz.

Ancak bu en büyük darbeye muhatap olan iktidarın yeni politik ve ekonomik elitlerinin bu darbeyi yapan oligarşik sermaye ve öncülerine karşı duruşlarını, ilkesizliklerini, tavırsızlıklarını, boyun eğişlerini, onlara yaranmalarını, onlar tarafından taltif alma çabasını gördükçe yazık diyoruz.

Kim bilir siz kapalı kapılar ardından ve gizli online iletişimler içinde neler yapıyorsunuz, neler yazışıyor ve neler konuşuyorsunuz!

Müslüman olanın bir tek kıblesi vardır. Başınızı oraya buraya çevirmeyin!

Ona dönün.

Siz bu karakter yapınızla demokratik dönüşümü içten bozuyorsunuz.

Bozuk insanlarla iş tutuyorsunuz.

Farkında mısınız sürekli onlara konuşuyor, sadece onları dikkate alarak oturup kalkıyorsunuz.

“Nerede olursanız olun yüzünüzü ona çevirin. Artık sadece Mescidi Harama yüzünüzü çevirin” (2/144)

Aksi halde sanıyorum ki Yeni Türkiye oluşumu ve ileri demokratik dönüşüm sürecinin ruhu sizleri de eleyecek ya da oligarşinin mezarlığına defnederek yoluna devam edecektir.

omeraltass@gmail.com

twitter.com/altasyalvac

http://www.facebook.com/Ömer Altaş

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s