Geçiş ideolojisi
Dönüşen Türkiyenin siyaset ideolojisi olan Muhafazakâr Demokrasi artık bir geçiş projesi olarak tanımlanmalı.
Muhafazakâr Demokrasi vesayet rejiminden demokratik sisteme geçiş aşamasında kurucu ve olumlu rol oynamıştı.
Ancak Yeni Türkiyenin inşa sürecinde daha gerçekçi sosyal ve siyasal bir doktrinin gündeme gelmesi gerektiği apaçık ortada.
Sosyo-politik geçiş sürecinde büyük başarılara imza atan Muhafazakâr Demokrasinin, inşa sürecini de aynı müktesebatla başaracağı en azından tartışmalıdır.
Meşruiyet ve komitacılık
Türkiyede Askeri vesayet üzerine kurulu sistem, toplum iradesi baskısıyla dönüşmek zorunda kaldı.
Türkiyede toplumun değişim arzusu ve eylemi, uluslararası sistemler tarafından onaylandı.
Bu dönüşüm devlet aklı tarafından da kabul gördü.
Devlet öylesine kararlı bir şekilde bu iradeye paralel yürüdü ki devletin anayasal kurumları şu an tam bir mutabakat içinde.
Kuşbakışı izlediğimizde Yeni Türkiye olgusal olarak devlet tarafından onaylanan bir proje.
Bu nedenle göz önünde cereyan eden ve edecek olan bütün çatışmalar ve komplolar içeriği ve boyutu ne olursa olsun devlete karşı bir kalkışma olarak kabul görecektir.
Toplumsal algısı da doğal olarak bu yönde seyredecektir.
Gezi Parkı olayları ardından gelişen devlet refleksi ve Barış Sürecinin toplamı bunun ispatı gibidir.
Artık geride ya da karşı cephede sadece kaos yaratan unsurlar kalmış durumdadır.
Bu unsurlar; demokratik Türkiyenin inşasını Ak Partinin tek başına gerçekleştirmesini istemeyenler ya da Ak Parti yerine kendilerinin bu projeyi yürütmesi gerektiğine inananlar, görüldüğü kadar gücünü koruyan Ergenekon yapılanmaları, el değiştirme sancısı yaşayan ya da yanına rakip kabul etmek istemeyen oligarşik büyük sermaye, çöküş sancısının en fazla rahatsız ettiği Kemalist medya, Kemalist sanat ve Kemalist entelektüel yapılar, Türkiyenin büyümesini ve Ortadoğuda aldığı rolün kendi çıkarının aleyhine olduğuna inanan uluslararası yapılar, iş görme kapasitesine sahip Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya, İran ve Suriye istihbarat örgütleri olarak sayılabilir.
Sonuçta bu unsurların tamamı pozisyon olarak gayrı meşru bir zemindeler; gayrı resmi, illegal ve komitacı.
Toplum devleti ile buluştu çünkü.
Artık Türkiye devleti büyük kırılmayı gerçekleştirdi.
Yeni Devlet rotasını Müslümanlık üzerinden çizmekte sakınca görmüyor.
Öyleyse yeni şeyler konuşma zamanı gelmiş bulunuyor.
Fobiyi Yenmek
Ortadoğu halklarında olduğu gibi Türkiyede de yönetim erkleri Müslümanlık üzerinde oluşmak zorundadır.
Sorun tam da bu noktada doğuyor.
Görünen o ki yeni evrede Ortadoğu devletlerini Müslüman yapılar yönetecektir.
Ancak Türkiyede Müslümanlık henüz cesaretle ağza alınabilen bir kavram değildir.
Toplumun ve siyasetin daha ileriye taşınabilmesi açısından bu aşağılık kompleksinin de tamamen atılması gerekmektedir.
Herkes ne olarak adlandırılmak istiyorsa bütün gerekleriyle birlikte rahatça bunu yapabilmelidir.
Muhafazakâr Demokrasi bu anlamda kısır bir tanımlamadır.
Takiyecidir, kararsızdır, çift yönlüdür.
Demokrasinin Yumuşak Karnı
Bu toprakların çok dinli, çok mezhepli, çok sınıflı ve çok milletli yapısı her zaman söylediğimiz gibi demokrasi olgusunu tartışmalı kılmaktadır.
Demokrasi, devlet yönetiminde diktatörlük ya da askeri vesayetin olmasından pekâlâ iyidir.
Ancak söz konusu totaliter yönetim sistemleri olmadığı zaman bu kez demokrasi alternatif olarak yetersiz kalmaktadır.
Daha iyi bir sistem için Demokrasi olgusu eleştiriye tabi tutulmalıdır.
Demokratik sistem geleneksel yapısı itibariyle Ortadoğuda tam huzuru getirme şansına sahip değildir. Bunu Türkiyede, Mısırda ve Libyada çok iyi izledik.
Bu ülkede de bilinen demokratik teamüller yerine getirildiğinde herkese susmak önerilmektedir. İstatistik olarak çoğunluğu elde edenlerin krallığı meşruluk kazanmaktadır. Oy oranı yeterli olmayan topluluklar temsiliyet yoksunu olmakta ve iktidar erkinden yararlanamamaktadırlar. Bu büyük bir zaafiyettir.
Ancak biliyoruz ki yığınlarca reel olgu önerilen suskunluğun altında kalmakta ve giderek militarize olmaktadır.
Muhafazakâr Demokrasi Mağdurları
Türkiyede Kemalist-İnönücü Cumhuriyet projesi Kürtü, Müslümanı, Aleviyi ve Gayri Müslimleri sosyal ve siyasal yaşamın dışına itmişti.
Bunun bedelini hep birlikte ödüyoruz.
Yeni dönemde bu anlamda yeni bir siyasal hata yapılmamalıdır. Haklarını diğer mağdurlardan daha çok alan Müslümanlık rehavet yaşamamalıdır. Kendileri rahatlayınca psikolojik kolaycılıkla her şeyin bittiği düşüncesine girmemelidir. Bilakis çok büyük sorumluluklar nedeniyle omuzları çökmeli, tevazuları artmalıdır.
Yeni dönemde bu kez Aleviler, Ermeniler, Türklükler, katı dini oluşumlar, diğer Gayrı Müslimler, solcular, liberaller ve Cumhuriyetçi-Laik topluluklar kendilerini sosyal ve siyasal yaşamın dışına itilmiş hissetmemeliler.
Bu nedenle Aleviler, Hıristiyanlar, Yahudiler ve Yezidilerle ilgili açılımlar devam etmelidir.
Süreç içinde Türklük olgusu üzerinden yaralanan topluluklar dikkate alınmalıdır.
Müslüman-Laik Barış Süreci
Batılı yaşam modelini benimseyen, Cumhuriyetçi ilkeler doğrultusunda yaşamını sürdüren ve kendi tanımladıkları şekliyle laik olan toplulukların daha fazla ezilmeden ve incitilmeden sürece katılmalarını sağlamak gerekir.
Teknik bir tanımlama ile etkin bir şekilde Müslüman Laik barış süreci başlatılmalıdır.
Türkiyede muhafazakâr demokrasinin önünde bu anlamda çok güç iki sınav vardır.
Bunlar Alevilik ve Laik-Cumhuriyetçi toplulukları olgularıdır.
Sınavın başarı ile sonuçlanması için “klasik” demokrasi ve “klasik” muhafazakârlık yeterli olmamaktadır.
Müslüman Demokrasi
Hem ülkemizin geleceği için hem de Ortadoğu, Asya ve hatta Balkan bölgelerine model teşkil etmesi için bir Müslüman Demokrasi projesine ihtiyaç vardır.
Müslüman Demokrasi, demokrasinin bütün altın kurallarını uygulayarak sistemik sorunlarını çözecek, İslamlığın merhamet, adalet, samimiyet, Medine Vesikası ruhu, istişare, ümmet, kardeşlik, hizmet, liyakat ve ehliyet kurallarını icra ederek de hiçbir olgunun fiziki ve duygusal olarak sistem dışına düşmesine izin vermeyecektir.
Bölgenin jeopolitik gerçeğinde kalıcı ve reel öncü rolü almak için Müslüman demokrasi konuşulmalıdır.
Öyle görünüyor ki devlet ve siyaset bu anlamda yine aydınların önüne geçecektir.
Batılı paradigmaların gölgesine çekilip hazır teorileri tüketen ve geliştiren aydınlarımız özlerine dönüp kendi kültürel kodları ile -illa Müslüman olmaları gerekmediği ortada- konuşmadıkları sürece bu doğal, tarihi ve büyük evirilme onları da geride bırakacaktır.