Yürüyen ansiklopedi olarak tanımladığımız ama yazmayı sevmeyen kitap kurdu değerli bir dostum Gezi Parkı olaylarının sıcak günlerinde beklemediğim bir vakitte arayarak buldum demişti.
Yemeğin içindeki tek parça eti bulan bir Arabın sevinçle vecettu vecettu dediği fıkrada olduğu ya da Arşimetin suyun kaldırma kuvveti ile ilgili aklına düşen mucize fikirden sonra buldum buldum diyip feveran etmesi gibi.
Günlerdir düşünüyorum, bu Gezideki olayın künhü nedir diye. Baktım ki Gezide iktidara karşı bir isyan yok, orada aslında muhalefete özellikle CHPye karşı bir öfke var. Onlar gerçekte topyekün muhalefeti bu sertlikle protesto ediyorlar.
Bu düşünce sonraki uzak günlerde daha fazla paylaşılır oldu, bazı akademisyenler tarafından da gecikmeli de olsa gündeme getirildi.
Gezi Parkı Olayları katılanları ve onaylayanları tarafından hala tam olarak kutsanıyor.
Bu arada uyanık bir işadamının hala spesifik oylumlu bir Gezi Parkı ikonu yaparak satışa sunmamasına şaşarım.
Protestolara katılıp gaz yiyen ve içinde bulunduğu politik oyunun umurunda olmadığı kişiler sonsuza kadar da Geziyi kutsayacaklar görünüyor.
Dün Beylikdüzündeki iftarda yan masada oturan ve bu vakitte hala Gezi Parkı macerasını ve yediği gazı iştahla birbirine anlatan iki kız iki erkekte gözlediğim gibi.
Gezi Parkı protestosunu bir Hıdrellez şenliği tadında yaşayıp bitiren nice insan var.
Ancak Gezi Parkında şakanın, kumpasın, kalkışmanın, her türlü dış istismarın ötesinde sahici bir muhalefet dinamiği vardı.
Bu muhalefetin sebepleri ve sonuçlarının detayına yeniden girmeyeceğim.
Gezi Parkı protestoları var olan resmi ve sivil muhalefet araçlarını dışlaması ile ön plana çıktı.
Bu zaten böyle olması planlanan bir kalkışma tarzıydı.
Ortadoğuda uygulanan Uluslararası karşı devrim yöntemi sivil halkın kendiliğinden gelişen itirazı ve başkaldırısı şeklinde tanımlanmıştı.
Sivil itaatsizlik, organik isyan, tabii gelişen direnç dinamikleri.
Buraları geçiyoruz.
Konumuz esasta buna gönüllü yazılan kitlelerin varlığı.
Fanatik bir kısım muktedirlerin huzurunu kaçırsa da, konuşulması rahatsız etse de ve görmemezlikten gelmek isteseler de capcanlı ortada duran sosyal bir gerçek.
Bu kalkışma tarzına bir şekilde katılan, komplo olma ihtimalini hiç önemsemeyen, Türkiyenin kazanımlarını hoyratça harcanmasını zerre kadar ciddiye almayan, ülkenin yapısal değişimi ve demokratik dönüşümünü dikkate almadan davranan yüz binlerce protestocunun varlığı.
Çapulcu gibi manipülatif-politik bir tanımının kapsamına girmeyen kitleler.
Bunlar Gezi Parkı yatışınca Türkiyenin demokratik dönüşümüne katılmış olmayacaklar.
Bunlar olay dinince birdenbire yok da olmayacaklar.
Aksi halde bu haza Kemalizm olur.
Tekke ve Zaviyeleri kapatınca medrese geleneğinin, tarikatların , Aleviliğin ve topluluklarının biteceğini düşünen Kemalizm ..
Protestocular biz tamamen yanılmışız hep birlikte özür dileriz, kusura bakmayın artık siz de demeyecekler.
Peki, bu kitlelerin varlığı neyi göstermiş oldu?
Türkiyedeki klasik muhalefetin bittiğini.
Yeni Türkiyenin oluşmaya başladığını ancak buna karşın yeni muhalefetinin henüz şekillenmediğini.
Yeni Türkiyenin, tüm resmi ve sivil muhalefet öbekleri içinden bir gruba değerek rahatsız ettiği kitlelerin bir sahibinin olmadığını.
Yeni Türkiyeye karşı duran geniş bir yelpazenin olduğunu, bu sınıfların çatı ve lider arayışının henüz karşılanamadığını.
Kemalizmin sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel avantajlarında yaralanan topluluklar, sermayedar Kemalist oluşumlar, her şeye rağmen her daim müzmin mutsuz, melenkolik solcular, sağcılar, ülkücüler, İslamcılar, Nusayriler, Aleviler, Gayrı Müslimler, Kürtler ve diğer oluşumların işte bu dediği bir liderinin olmadığını.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir nokta var, protestoya aktif katılan sınıflar sayıldığında bunların aynı tanımlı toplulukların tamamını kapsamadığı açık, protestoya katılanlar için Aleviler diyarsam bütün Aleviler değil, Solcularsa bütün solcular değil, İslamcılarsa bütün İslamcılar değil.
Gezi Parkının önemli karakteristik yapısından biri de bu; var olan bütün ayrımların içinden kendi bloğuna çekip aldığı kitleler.
Eski sosyal ve siyasal yarılmalara bir yenisi eklenmiş oldu.
Bu o geleneksel toplumsal ayrışmaların bittiği anlamına gelmiyor.
Nur topu gibi yeni bir ayrışmanın Türkiyenin kucağına düştüğü anlamına geliyor.
Yeni Türkiyenin yeni bir muhalefetinin olmaması mantıklı değil.
Ancak nereden bakarsanız bakınız Gezi Parkı olgusunun gerçekçi bir muhalefet olma ihtimali görünmüyor.
Gezi Parkının, en sıcak günlerinde ortaya çıkan karmaşık-zıt olguların uyum içinde bir arada bulunma yeteneği geleceğe taşınamayacak gibi görünüyor.
Bunu test etmenin bir yolu da Gezi Parkı olaylarının kendi içinden bir lider çıkaramamasıdır.
Oysaki Ülke gündemini sahici bir şekilde meşgul etmiş bir olaylar dizinin sosyal-siyasal olayların kaderine uygun davranıp bir önderi kitlelerin önüne bırakması gerekirdi.
Kitle, Fransız devrimindeki devrimci kadın önder gibi bayrağı eline alıp molozların üzerinden göğe bakmasını çok bekledi. Ya da Alman devrimci Rosa Luxemburgu..
Bu kadar etkili başlayan protestolar çıkış dinamiklerine en zıt yapay bir İslamcı itirazdan beslenerek ve ona tutunarak büyümeyi istememeliydi.
Bu çok ironik bir olguydu gerçekten de. Hala da öyle.
Bu protesto biçimi saman alevi karakteriyle toplumdaki gerçekçi muhalefeti bir kez daha puç etti.
Hoyrat çakallar; toplumda, özellikle genç kızların ve etrafındaki erkeklerin içinden çıkan bir dinamiğin üzerine çullanarak itirazı bulunduğundan başka bir vadiye bıraktı, itibarsızlaştırdı.
Hepsine birden çapulcular denmesinin önünü açtılar.
Bu anlamda demokratik toplum kaybetti.
Devlet mekanizması bir kez daha kazandı.
Yeni Türkiyenin yeni bir muhalefete ihtiyacı var.
Recep Tayyip Erdoğan, M. Fethullah Gülen, Abdullah Öcalan, Devlet Bahçeli gibi belli sınıflara karşılık gelen kimliklerin karşısına Gezi Parkı dinamiğine sahiplik edip siyasete taşıyacak yeni bir lidere ihtiyaç var.
Bu lider bir kadın olursa ‘konu’nun anlam ve önemine uygun olur.
Bu kadın lider örneğin Gezi Parkı olgusuyla özdeşlik gösteren Ayşe Arman olabilir mi?