Türkiyede sosyal-siyasal “dönüşümün” ya da Gezi Parkı olaylarından sonra bir kez daha teyit edildi ki “Türkiye devriminin” ardından oluşan yeni devleti kim kuruyor ve bu inşa nasıl gerçekleşiyor?
Yeni devletin kadrolarının ana rahmi nedir?
Bu soruya kestirmeden cevap vermek de pekela mümkün.
Oluşum aşamasındaki ya da cenin durumundaki yeni devletin kalbine hangi olayla ateş açıldıysa o olay devletin ana rahmininin göstergesidir.
Türkiyedeki büyük düzen değişimi, Ortadaoğu’daki diğer devrimlerin aksine demokratik ölçütleri yerine getirerip zamana yayılarak olağan bir görüntüyle gerçekleşiyor.
Oysa herbiri kendi içinde bir “evre” değeri taşıyor.
Ergenekon kalkışmalarından kanlı Danıştay saldırısına demokratikleşen ve normalleşen Türkiye nice badireleri halkına yaslanarak ve bedeller ödeyerek atlattı.
Bugüne kadar “müesses” uluslararası düzen, ülke içindeki partnerleriyle işbirliği yaparak etkili büyük komplolar planladı. Mısır örneği bu oyunların labartuar ortamlarında hazırlandığının isbatı oldu.
Cepheden saldırdılar.
Bürokrasi savaşı verdiler.
Yargı savaşı verdiler.
Hiç birinde istedikleri sonucu alamadılar.
En dikkat çekici spesifik eylem olarak 7 Şubat 2012’de kamuoyuna MİT krizi olarak yansıyan olayla yeni devletin kalbini hedef aldılar.
“Yeni Türkiye’nin liderinin” atadığı bir Müsteşarı KCK zanlısı gibi basiretsiz suçlama ile belki de aşağılatıcı bir fotoğraf servisiyle Renault marka arabaya başını eğerek bindirip içeri atmak istediler.
Kurucu liderin devletlerin en özel kurumuna yaptığı Yeni Türkiye kadrosunun ilk atamasını “zelil” etmek istediler. Böylece Yeni devletin “kalbini” çıkarmak istediler
“İlkel” dönemlerde kabile savaşlarında üstünlüğün nişanesini bilinir. Uhud savaşında Hz. Hamza’ya karşı kini dinmeyen Hind örneğinde olduğu gibi: Göğsü deşerek kalbi avucuna alıp nara atmak!
Modern zamanlar olmasına rağmen sanıyorum bunu yapacaklardı.
Onları bu kadar öfkelendiren ve gözlerini döndüren şeyin ne olduğunu hala kestiremiyorum!
7 Şubat 2012 günü bunlar oldu: İstanbul’da özel yetkili, adı sanı belli, açık, ortada bir savcı, Sadrettin Sarıkaya yani “haza devlet”, yeni devletin prensini, PKK’lı bahanesiyle, hem de Başbakan Erdoğan hastahanede kendi fiziki sancıları ile meşgulken ifade vermeye çağırdı.
Eski devlet yeni devletin kalbini “ha yedi ha yiyecekti.”
Ricat gerçekleşecekti.
Herkes operasyonun kusursuz işleyerek başarıya ulaşacağından emindi.
Ancak tam tersi bir etki oldu.
Yeni devlet o an doğdu.
Eski devlet yanlışlıkla kurşunu kendi kalbine atmış oldu.
Operasyona katılan ve ilgili olan bütün kişi, çete, kurum, kuruluş ve sosyal yapıların yeni devletin dışına atılması kararının alınmasında öyle görünüyor ki bu olay milat oldu.
O zamandan bu zamana; kim “biz neden yeni devlette yokuz” diyip duruyorsa bunlar o kişi, çete, kurum, kuruluş ve sosyal yapılardır.
Yıkmak istediler, yok etmek istediler, olmayınca bu kez ortak olmak istiyorlar.
Az bir paha karşılığı devlette en büyük hissenin kendilerine verilmesini “iyilikle” talep ediyorlar.
Kamuoyuna yansıyan olaylardan çıkardığımız sonuçlara göre yeni devletin kalbini eline alıp zafer narası atmak isteyen monarşik-oligarşik illegal oluşumlar artmış durumda.
Bütün veriler yeni devletin 7 Şubat kriziyle doğduğu, kurulduğu ve kurulumunun devam ettiği işaretini veriyor.
7 Şubat kalkışmasını gerçekleştirenler ve bir şekilde destek verenler yeni devlette yer alamayacaklar.
Sosyal-siyasal izler son zamanlarda sıkça gördüğümüz kamuoyuna da yansıyan devletteki asıl krizin bu yarılmadan doğduğuna işaret ediyor. 7 Şubat krizi ile ilgisi olanların tasfiye edilmesi ile açığa çıkan ses yansımaları.
Tersinden de bir doğru var; Yeni Türkiye’nin bütün kadroları 7 Şubat krizinde ayakta kalan, çarpışan unsurlardan oluşuyor.
Devrimler tarihi projeksiyonu altında baktığımızda, Yeni Türkiye kurucu kadrosunun ana rahmi 7 Şubat krizidir diyebiliyoruz.
Bundan sonraki süreçte, “o an” meydanda var olmayanlar -önceki kadrolarda aktif görev almış dahi olsalar- Yeni Türkiye’nin “karar alıcı ve uygulayıcı” platformlarında rol alamayacaklar, kendi jargonlarıyla söyleyecek olursak bir makam “kapamayacaklar”.
Kamuoyuna yansıyan “savaş” asıl sınırlı sayıdaki bu kurucu öz kadroya karşı yapılıyor.
Diğerleri rahat olsun(!)
1917 Ekim devriminden 1979 İran devrimine kadar yeni devletleri her zaman sarsıcı şartların zorunlu bir şekilde süzüp çelik bir iradeye dönüştürdüğü kadrolar kurmuştur.
Türkiye sureti haktan görünenlerin çokluğu nedeniyle bu aşamaya biraz gecikerek geldi.
Bu zaten olacaktı. Yürütmenin tabii kanunu buydu.
Bu olgu Yeni Türkiye’nin içerden yıkılamayacağı anlamına geliyor artık.
7 şubat krizi şartları özelde, Gezi Parkı olayları genelde iki cephenin adını ortaya koydu.
Tereddüt edenler yok olacak.
Ara unsurlar ve araftakiler eriyip bitecekler.
Gerçekten, büyük trajedilerin yaşanmaması, az hasarla atlatılması duasıyla.
omeraltass@gmail.com
twitter.com/omraltas