İstanbulda üniversite yıllarımda 90ların çok sıcak politik ortamı içinde maceracı ruhumu elime kalem alarak teskin etmeye çalışıyordum.
Kürt sorunu en önemli gündem maddesiydi.
O zaman kendimce önemli bir derdim vardı. Kendilerini İslami hareket olarak adlandıran oluşumların Kürt sorununa mesafeli davranışına dikkat çekmekti. Kürt halkı Müslümandı neden haklarını savunmak Marksistlerin işi olsundu!
Bu nedenle başımı alır doğuya gider, şehirleri, köyleri gezer, ortamı gözlemleyerek analizler yapardım.
Konuyla ilgili yazılarım hem Yeryüzü dergisinde hem de Değişim dergisinde yayınlandı. Yazılar, bu dergilerde bazen Fedli Yayla imzasıyla çıkardı. Müstear isim kullanmak o zamanın popüler modası idi. Bu, illagalite psikolojisinin fiyakalı göstergelerinden biriydi.
90 yılların ilk yarısında Doğuda bazı Müslüman oluşumların varlıklarını sıra dışı bir tutumla kendilerini ayırarak kamuoyuna ilan ettiğini gördük.
Genel ve en hassas İslami kavramları kendi yapıları için kullanıyorlardı.
O dönemde bir organizasyon, kamuoyuna resmi bir açıklama yapmamasına rağmen Hizbullah ismi ile anıldı.
Bu grubun o güne kadar İslam geleneğinde olmayan akıl almaz sert (faşizm) yöntemlerle adını duyurmaya başladığı herkes tarafından konuşulur oldu.
Doğru ile yanlış hızla birbirine karıştı.
PKKya karşı mücadele etmek için gibi netameli bir taktik ile hareket eden bu oluşum diğer Müslüman referanslı yapılara ya bize katılırsınız y a da sizi tasfiye ederiz dediği iddia ediliyordu.
Bu nedenle kamuoyuna; ölümlerden yaralanmalara, kaçırılmaktan kayıplara ve inanılmaz tehdit telefonlarına ve pusulalarına kadar bir dizi olay yansıyordu.
Büyük bir korku oluşmuştu.
Eline hiç silah almamış ve asla düşünmemiş, tebliğden ve davetten başka bir şey bilmeyen o dönemin radikal İslami grupları akıllarına bile getiremedikleri olaylarla iliklerine kadar sarsılıyorlardı.
Eleştirdiği iddiasıyla bugün aktif politikada yer alan popüler bir ismin evine girerken apartman girişinde köşeye sıkıştırıp gözüne doğru kırık şişe ile saldırıldığı kulaktan kulağa yayılıyordu.
Aslı bilinmeyen nice “miş-muşlar” başını almış yürümüştü.
En basitine ben tanık olmuştum.
Değişim dergisinde birlikte yazdığım ve kalemi çok güçlü olan arkadaşım Doğudaki olayların seyrinin olumsuzluğu ile ilgili olarak sadece bir kelime ile imada bulunmuştu.
Akşam evinden kendini “bölgeye” atfeden kim olduğu meçhul olan biri tarafından telefonla arandı. Sarsıcı bir tehdit aldı. O günden bugüne arkadaşım yazı hayatına son verdi.
O gün benim gibi içten duygularla bireysel yapılan çabaların hiçbir karşılığının olmadığını, doğudaki olayların boyumu fazlasıyla aştığını görerek hızla geri çekilmiştim.
Bugünlerde aynı duyguyu bir kez daha yaşıyorum.
Türkiyede nice kötülüklerin ana kaynağı olan askeri vesayetin kaldırılması, Ergenekon terör örgütü olarak faaliyet gösteren bir çeşit Kemalist derin devletin tasfiye edilmesi, Kürt sorunu açılımı, Barış süreci, Alevi ve gayrı Müslimler ile ilgili demokratik açılımlar, emasya 35. maddenin kaldırılaması, başörtü sorununu çözüm yoluna koyulması, halk iradesinin merkeze taşınma süreci ve diğer dönüşümler, reforumlar ve demokratik açılımlarla toplum ve devletin normalleşme eğilimi göstermesi ve Kemalizmin çürüttüğü siyasal ve sosyal sistemin yeniden hayat bulması anlamında kullandığımız Yeni Türkiye olgusunu dile getirmenin içimizden birileri tarafından suç sayılabileceğini tahmin etmemiştim.
Bütün avantajını Kemalizmden alan ve hayat damarlarının tamamı oligarşik eski sistemin merkezine bağlamış yapılar ve kişiler hariç Yeni Türkiye, bütün Türkiye, sosyal ve siyasal sınıflar için iyi bir şeydi ve zaten alkışladılar.
Bu nedenle sermaye sınıfının, sanat camiasının, bürokrasinin ve anti İslamlığı yaşamının merkezine koymuş kitlelerin yeni Türkiye olgusuna karşı savaş açması normal.
Aydınlıkın, Sözcünün, Hürriyetin, Radikalin, Koç sermayesinin, Boynerin..
Anormal olan bu sürece aktif bir şekilde katılmış olan ve büyük yararlılıklar gösterdiği artık herkesçe kabul gören bazı elit sosyal ve siyasal yapıların sonradan yukarıda her ne olduysa Yeni Türkiye sürecine karşı tutum almalarıdır.
Yeni Türkiye olgusunu bir tehdit olgusu olarak tanımlamalarının şaşkınlığını üzerimde taşıyorum.
Bu olgu, hem kendilerini rahatsız ediyor hem de demokratikleşen Türkiyeyi daha iyi noktalara taşımak için gayret sarf edenlerin çabasından rahatsız oluyorlar.
Ama neden?
Bunun sebebini henüz tam olarak bilmiyoruz.
Ya da sorumuz şu, kamuoyuna yansıyan ve izah edilmesi güç böyle bir algının üzerlerine yapıştığının farkındalar mı?
Siyasetin ve toplumun normalleşmesi mücadelesi verilirken karşı tarafta sadece Ergenekon yapılanmalarını olacağını tahmin ederken son zamanlarda Yeni Türkiye tabirinin kavramsallaşmasına katkı verenlerin bazı güçlü sosyal ve siyasal yapıların gözetimi altında olduğuna şahitlik ediyoruz.
Burada bağımsız analizlerimi paylaştığım bir önceki yazıma gönderilen bir yorumu alıntılamak istiyorum. Tashih hatasıyla birlikte birebir alıntılıyorum. Haber10 editörleri bu yorumun yayınlanmasını uygun bulmadıkları için okuyucular göremiyorlar.
“Cavit
14 Ağustos 2013 Çarşamba 17:42
Ustalıklı usturuplu laflarla Hoca Efendi hazretlerine ve Cemaatine “siz bittiniz..” mesajı vermek için sayın yazarın bu kadar kendisini zorlamasına gerek yoktu…Zaten bu ayrışmanın ve çatışmanın “Zaman”ı gelmiştir…Hoca efendiye zulmetmeyin…Hiç hayrınıza olmaz…Benden söylemesi..”
Yorum tamamen niyet okumaya dönük bir yazı. Tabii ki kim olduğu Hizmetten olup olmadığı belli değil. Sorun da bu zaten. Bu kişinin sosyolojik olguyu analiz eden makalemi kafasında oluşturduğu kurguya oturtmaya çalıştığı açık.
Önemli değil, ama ortada yine tehlikeli bir süreç gelişiyor.
90 lı yıllarda Hizbullah üzerinden Türkiye, profesyonelce ve gladyo yöntemleri uygulanarak çok tehlikeli bir serüvene taşındı.
Nice faili meçhulün bu isim altında yapıldığı imasını yaydılar, ya da bilemiyoruz belki bizzat yaptılar.
Domuz bağı ile bağlanarak öldürülen nice insanın evlerin ya da apartmanların altına gömüldüğünü ortaya çıkardılar(!)
İslami hareketler olarak Türkiyeye asaletli bir damga vurmuş oluşumların tamamının itibarını sıfırladılar.
Bu yapılara bir şekilde sempatiyle bakan ya da katılan insanların ruhlarını çiğnediler.
80 kuşağının bin bir emekle yetiştirilmiş kaliteli gençliğini rüzgarın önündeki saman gibi savurdular.
28 Şubat darbesini öncesinde ve sonrasında bu olaylarla sosladılar
28 Şubat darbesi İslami oluşumlara karşı yapılmıştı.
Bakın izleyin iç yüzü tam netleşmeyen Hizbullah olayları nedeniyle İslami hareketler bellerini hala doğrultamıyorlar.
O kötü sicil silinemiyor!
Eğer Türkiyede Hizbullah olayı adı altında yaşanan o meşum Ergenekon oyunları, bilinç sarsıcı o olaylar yaşanmasaydı 28 Şubat darbesi bu kadar başarılı olamazdı.
Birçok düşünür, ülkenin yakın tarihinde İslami hareketleri sindiren şeyin 28 Şubat darbesi olduğunu kabul ediyor.
Yanlış ya da eksik bir algı bu. İstisnalar var ama genel olarak İslami hareketleri tüketen İslamcılara mal edilerek Hizbullah adı altında yapılan gayrı İslami, gayrı insani eylemlerdi. Bu olmasaydı yaptıkları diğer komplolar etkili olamazdı.
Biraz duygusu olanlar biz bunların tamamından kesinlikle beriyiz demek için kaçmaktan başka çare bulamadılar.
Ergenekon yapılanması Hizbullah olaylarını manipüle ederek amacına ulaştı.
Gözlemlediğim kadarıyla bu kez Hizmet grubu çatısı altına girilerek büyük bir oyun oynanmak isteniyor.
Oyun, bu kez iç politikayı dizayn etmek gibi lokal bir hedef taşımıyor.
Normalleşen yeni Türkiyeyi demokratikleşen yeni devleti hedef alıyor.
Uluslararası güç sistemlerinin, özgürlükçü ve demokratik Mursi yönetimi ile çıkıntı olarak gördükleri Mısıra yaptıkları gibi Türkiyeyi de eski şartlara göre yeniden dizayn etme amacını taşıyan bir hedef var karşılarında..
Bunun kendileri için ne kadar önemli olduğunu Mısırdaki son yüzyılların en kahredici olaylarını izleyerek görüyoruz.
Onlar Türkiyedeki dönüşümü cephe savaşı vererek engelleyemeyeceklerini bir kez de Gezi Parkı darbe girişimiyle gördüler.
Türkiye devleti bütün kurumlarıyla birlikte yeni Türkiye oluşumuna, barış sürecine ve demokratikleşmeye karar vermiş durumda çünkü.
Geriye sadece terör eylemleri ve bir başka seçenek daha kalıyor.
İkinci seçeneği; yeni sitemi var eden milleti özellikle İslamlık temelinden parçalayarak güçsüzleştirip son darbeyi vurma olarak tarif edebiliriz.
Hizbullah olaylarının temerküzü ardından 28 Şubat darbesini yapmışlardı.
28 Şubatın yerleşmesi için de yine aynı olayları kullandılar.
Peki, yakın gelecekte nasıl bir darbe girişimi planlıyor olabilirler acaba?
Hizmet üzerinden yürüyen olaylar hızla tırmanıyor, tırmandırılıyor, karmaşıklaştırılıyor. Doğru ile yanlış birbirine karıştırılıp halkın bıktırılarak eski siyaset-dışı alana çekilmesi sağlanmaya çalışılıyor.
Yeni Türkiye kadrosu halk desteğinden koparılmaya çalışılıyor.
Başarılı olmanın tek şartının bu olduğunu çok iyi biliyorlar.
Gördüğümüz kadarıyla birileri bu havuza durmadan su taşıyor.
Türkiyede, Hizmet grubunun kapsadığı alanlarda var olan yerli iç dokusunun, büyük enerjisinin ve kalifiye işgücünün heba edilmesine asla izin verilmemeli.
Gözlemlediğim kadarıyla öncelikle bunun için Hizmetin iyi bir özeleştiri yapması gerekiyor.
Ortada bir sürü iddia var, haksızlık yapıldığına dair söylentiler var, bunları kim yayıyor, kim çarpıtıyor bilen yok, kin ve nefret hızla yayılıyor, olaylara serinkanlılıkla bakanlar sürecin yanlış bir yöne doğru hızla gittiğini fark ediyor, ancak içinde bulunanlar bunu fark etmiyorlar. Eline yelpazeyi alan ateşi biraz daha harlıyor.
Tabi, işlerin boyutu beni fazlasıyla aşıyor ama bu kez geri çekilmeyi Eylül 2013 sonrasına erteliyorum.
Çünkü okullar açıldığında; Gezi Parkında oligarşik sermaye ve burjuva sınıfının gerçekleştirmeye çalıştığı ayaklanmanın değerleri üzerinden demokratikleşen ve normalleşen Türkiyeye karşı yeni komplolar planlandığı iddia ediliyor.
Demokratik Türkiye idealine saldıran çakallar alanlardan tamamen kovulmadan geri çekilme olmaz!
omeraltass@gmail.com
twitter.com/omraltas