1980den 1990lı yılların yarısına kadar, bugünün demokrasi sürecini var eden en dinamik topluluklarından biri olan ve İslami Hareket olarak tanımlanan farklı yapıların tebliğ üsluplarını süsleyen bir şablon vardı.
Türkiyede üç farklı İslam var; Geleneksel İslam, Amerikan İslamı ve gerçek İslam.
Bu argüman o dönemlerde muhatabı şuurlandırmak (bilinçlendirmek)için belki sonsuz kere söylendi.
Geleneksel İslam tanımıyla; bidat ve hurafelerle (dine sonradan sokulan uydurma varlıklar) dini tahrif eden Belam kılıklı (iktidarın finanse ettiği din adamları) ilahiyatçıların elinde Tağuti (zorba, beşeri) sistemlerin dayanağına dönüşen İslamcılık kastedilirdi.
Amerikan İslamı ile Büyük Ortadoğu Projesi sahibi emperyalizmin, İsrailin vesayet ettiği müesses Camp David düzenini tahkim etmek ve İslam ülkelerinin yer altı ve yer üstü kaynaklarını kendi lehine garanti altına almak amacıyla Müslümanlık maskesi kullandığına dikkat çekilirdi.
Gerçek İslam bir öze dönüş hareketiydi. Tevhid esasına ( çağdaş putların birlik bilinciyle reddi) dayalı bir hayat nizamı önerisiydi. Muhammedi İslamın modern toplumda yeniden ihya edilmesini öneren bu nedenle inkılabi (devrim) yöntemlerin tamamını kullanmayı teşvik eden çatışmacı, redci, isyancı, mevzi kazanımı esasına dayalı Peygamberi metodu uygulayan, tam inanmışlıkla kendini gösteren, uğruna ölünecek bir davanın adıydı Gerçek İslam. Mekke İslamı. Bu tanımın zorunlu nedenlerle kullanıldığı yoksa İslamın hiçbir şekilde önüne ve arkasına vasıf almaması gerektiğine inanılırdı.
Bu büyük bir aşıydı.
Kenan Evrenin bir avuç insan olarak tanımladığı bu yeni hareket toplumdaki diğer İslam referanslı konvansiyonel oluşumların (tarikatlar, Nurcular vs.) yapısını derinden sarstı. Geleneksel yapılar; İslami hareket yapılanmaları tarafından TC sistemine entegrasyon, pasifizm ve korkaklık eleştirisi ile karşı karşıya kalınca kendilerini savunmak için bazı karşı argümanlara baş vurdu. Bunun en önemlilerinden biri İrancılık idi.
İrancılık; anti Kemalist, antiemperyalist, antikapitalist, antiulusalcı, ümmet bilinci taşıyan, İslamın özgürlükçü yorumunu öne çıkaran, adalet esasına dayalı bir sistem önerisi yapan, İslamın özünün tüm sorunları çözmeye yetecek güce sahip olduğuna inanan, özgüveni yüksek, yeni yeni kitselliğe ulaşan sosyal siyasal bir hareketin itibarını zedelemek için kullanılıyordu.
Bu iddia, ilginçtir 30 yıl sonra bir kez daha aynı perspektifi tanımlamak için başka bir formatta gündeme gelecekti!
Bugün İrancılık ABD ve İsrail merkezli güçler tarafından yeni Türkiyeyi tanımlamak için kullanılıyor.
Bunun bir kökeni olabilir mi?
Yukarıda bahsettiğimiz üç İslamın gölgesi bugün üç Türkiye olgusunun üzerine düşerek bir örtüşme yaşıyor.
Eski Türkiye, Birleşik devletler Yeni Türkiyesi ve organik Yeni Türkiye.
Eski Türkiye; İslamı, Aleviliği, Bektaşiliği, Gayrı Müslimliği, Kürtlüğü, diğer etnik unsurları sistem dışına iten, uluslararası gücün emrine girmiş anti demokratik, küreselleşme koşullarına cevap veremeyen, dar ufuklu, yeterince kirlenmiş, totaliter elitist Kemalist bir yapının adı bugün. Bir avuç ulusalcı hariç bu konuda ittifak var.
ABDnin Yeni Türkiyesi; bu tanımdaki Yeni ifadesi büyük harfle özel isim gibi yazılmayı hak ediyor. Çünkü Amerika Birleşik Devletlerinin Yeni Türkiyesi detayları profesyonelce tamamlanmış, tamamen kendi çıkarlarına göre hazırlanmış, kompakt, ergonomik bir proje idi.
Graham E. Fuller, Thomas P.M. Barnett vb. nice aydının, akademisyenin, bürokratın ve istihbaratçının uzun uzun üzerinde çalıştığı ve adını bizden önce koyduğu bir proje.
Kemalizm Türkiyeyi taşıyamıyordu. Kendi kurdukları askeri vesayetin orijinine karargâh kurmuş olan Ergenekon yapısı ülkeyi içinden çıkılmaz hale getirmişti. Ülke kendi dinamikleriyle de olsa ne pahasına olursa olsun dönüşecekti, bu nedenle ön almaları gerekiyordu.
Proje bir partnere ihtiyaç duydu. Kapsamlı, insan kalitesiyle iş görme kapasitesi yüksek, örgütlü bir partner olmalıydı bu. Eğer yanılmıyorsak, gözlemlediğimiz kadarıyla bütün veriler bilinenin aksine Ak Partiyle değil motor güç olarak sivil İslamcılarla çalışmayı kararlaştırdıklarını gösteriyor.
7 Şubat olayından Ekim ayı 2013 Washington Post’ta David Ingatiusun talihsiz makalesine Hakan Fidan olayı bunu gün yüzüne çıkaran en önemli laboratuar sonuçlarından biridir.
Organik yeni Türkiye, milletin Türkiyesini ifade eder. Toplumun bütün unsurlarının; hak, adalet, merhamet, kardeşlik, takva ve istişare değerlerinin beslediği hukuk ve eşitlik düzeninde yaşamını huzurla idame ettirmesinin adıdır.
Kendi yapımı Kemalizmi tu kaka ile terk eden Batıcılığın çıkarlarını daha iyi beslemek için yerine demokratik İslamcılığı ikame edememesinin tam adıdır.
Recep Tayyip Erdoğanın 24 Ekim 2013 tarihinde beyan ettiği bağımsızlık anlayışımızı hiç kimse gölgeleyemez sözünün asılı olduğu bir levhadır.
Sivil yöntemlerle antiemperyalist, anti Amerikancı, anti Avrasyacı ve sadece kendi milletinin çıkarları üzerine sistem kuran uzun soluklu bir süreçtir.
Jeopolitik bakışını ümmet bilinciyle şekillendiren, uluslararası platformda en tabii hakkı olan Müslüman topluluklara sahip çıkarak dünyada hak ettiği yere gelmesi için cesaretle çaba gösteren, örnek bir Müslüman Demokrasi projesi planlayan, İslam topraklarının acılı ve geri kalmış yapısını ileriye taşımak için tüm özverilerde bulunan bir serüvendir.
Post modern Osmanlı ruhudur.
Samuel P. Huntingtondan Fukuyamaya, Brezezınskıden Thomas P.m. Barnette kadar batılı aydınların tamamı etüt edildiğinde Batının ontolojik ayrıcalık ve üst insan tarifine -bu aşağılatıcı üsluba- aydınlarımızın iman ettiği görülür.
Jeopolitik dünya ve Türkiye adlı çok değerli eserlerinin son baskısını Yılmaz Tezkan ve M.Murat Taşar bile aynen şu tükenmişlik sendromunu çağrıştıran cümle ile bitiriyorlar: Yeni Türkiye bütün kurumları ve anayasal yapısıyla küresel kapitalizme tam entegre olmuş bir Türkiye olacaktır.
İşte Organik Yeni Türkiye, tam da bu sınıfsal farklılığı biyolojik yaratımsal aşağı olma durumu olarak algılamayan, özgüveni tam olan organik aydınların yön verdiği Türkiye demektir.
Yeter artık!
Bunu diyebilen bir Türkiye.
Bu formasyon, bu literatür ve bu kararlılık bu ülkede ilk kez ve sadece İslamlık tarafından başarıldı.
Dün İrancılık yaftasıyla İslamın bu formunu boğmaya çalışanlar ironiye bakın ki bugün aynı yafta ile organik Türkiye inşasını engellemeye çalışıyor. Bir özdeşlik kuruyor olsalar gerek!
Onlar bunlar sadece kendi çıkarlarını önceler ve anti emperyalisttirler diyemeyecekleri için çok fonksiyonel eski bir karalamayı ısıtıp piyasaya sürüyorlar.
80li ve sonraki yıllarda Kemalizm ile uzlaşmacılık metodunu savunanlar 2000li ve sonraki yıllarda bu kez uluslararası Kemalizm anlamındaki güç odaklarıyla uzlaşmayı ehven-i şer olarak görüyor olabilirler mi?
Yeni Türkiyedeki iç savaş bir ehven-i şer savaşı mı?
Geleneksel İslamcılıklar prangalarını ne zaman parçalayacak, sopa kaldırıldığı an cenin pozisyonuna giren karakterleri ne zaman düzelecek?
Bu kurt her halükarda sizi yiyecek!
Neden anlamıyorsunuz?!
Yoksa İrancı karalaması, yine geleneksel pasifist muhafazakâr yapılar tarafından mı uluslararası güçlere emanet edildi?
Bu sorunun cevabı verildiğinde Hakan Fidan olayı da dâhil zihinlerde yeniye dair hiç bir muğlâk nokta kalmayacaktır şüphesiz.
Son söz kafası karışık araftaki İslamcılara; siz İslami hareket duyarlılığını hala taşıyorsanız sizden daha mütedeyyin olduğu gözlemlenen bir kurucu kadronun olan biten bütün bu yapı söken faaliyetlerine rağmen sahi daha ne istiyor olabilirsiniz?
Öncülüğün bir bayrak yarışı olduğunu o bayrağın elinizden düştüğünü neden kabullenmek istemiyorsunuz?
İktidarın on binlerce can yakıcı yanlışı böyle düşman gibi mi eleştirilir?
Farkında mısınız, hep dış direnişlere destan yazıyoruz bu gen yapımızı bozmuş olmasın!
Mekke dönemi koşulları jargonunu terk etmeliyiz!
Bugüne kadar Osmanlı dönemi de dâhil bütün dönüşümler elitist askerler tarafından gerçekleştirilmişken ilk defa sizin aranızdan varoşlardan çıkan bir kadroyu görmenizi engelleyen nedir?
Bırakın, bizi de Mısır gibi tedmir etsinler!
Gezide siz de bazıları gibi geri çekilmeseydiniz Türkiye İslamcı gerici Kemalizm limanına oturtulacaktı kuşku yok!
O zaman hep birlikte kına yakardınız!
Olumlu gelişmeler karşısında en azından sükût etmek gerekmez mi?
Ayıp değil mi?
omeraltass@gmail.com
twitter.com/omraltas