Politik nefes ve Din dili
22 Eylül 2013 günü İstanbul Olimpiyat Stadı’nda oynanan Galatasaray-Beşiktaş derbisinde olaylar çıkmış, Beşiktaş taraftarı sahaya inmiş, çok şaşırtıcı görüntüler ortaya çıkmıştı.
Derbi olaylarının olduğundan daha büyük yankı yapması Gezi Parkının ardından gerçekleşmesinden kaynaklanmıştı.
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman sıcağı sıcağına basın toplantısı yaparak olan biteni izah etti.
Ormanın bütün amacı şiddeti kınamak ve takımı ile şiddet arasına mesafe koymaktı.
Ancak konuşmasının sonunda Beşiktaşa ve kendine yönelik gelen eleştirilere karşı söyledikleri bu basın toplantısını tarihi yaptı: Bizi hiçbir güç engelleyemez, kanımız aksa, canımız pahasına da olsa yolumuza devam edeceğiz.
Kanımız pahasına-canımız pahasına! Başkan böyle ise taraftar ne yapsın.
Işıltılı salonlardan başka bir yere gitmeyen bu insanlar neden her çaprazda savaş terminolojisi ile konuşur?
Birkaç dakika arayla ortada iki Fikret Orman vardı.
Biri şehirli İstanbul beyefendisi, kibar bir baba, diğeri sokak kabadayısı, ceberut adeta bir
mafya babası.
Biz buyuz. Bu hepimiz.
İki kişiyiz. İki kişilik.
O nedenle ikiyüzlü yapılarımız var.
Futbol başkanımız da böyledir futbol federasyonu da.
Devlet bakanları da böyledir bakanlıklar da.
İş adamlarımızda böyledir holdingleri de.
Okul müdürlerimizde okul idareleri de.
Din adamlarımız da böyledir cemaatleri de.
Bugün Firavun, Karun, Belam, cehennem, küfür, fitne deriz.
Ertesi gün aynı olguya karınca incitilmemeli, cesedimiz üzerinden geçip gitsinler parmaklar kımıldamamalı deriz.
Her iki müstevayı din dili gücüyle abartırız.
Vasatı bulamayız.
Bizi var eden olgu daima ifrat ve tefrit salınımıdır.
Bu salınım doğumdur, inkişaftır, çok iş görür zira(!)
Bununla perde arkasını görme imkânı olmayan, inanma üzerinde kodlanan kitleleri manyaklaştırır kendimize ram ederiz.
Hepimiz tek gövdenin üzerindeki çok yüzlü aynı başın ışığa alınca görülen simalarıyız.
Ama her bir yüz kendini diğerlerinde varlık olarak daha üstün görür.
Bu tiyatro; arenaya sadece tezahürat için gelen aslında bunu kendi rehabilitesi nedeniyle yaptığı için kimi satacağı belli olmayan güya çantada keklik cemaati kışkırtır, ayakta tutar.
Her şeyin aşırısı bir gerçeği ele verir.
Aşırı dindarlık benliktir. Tam ve büyük bir benlik.
Ömrünü dine verenler bir süre sonra seçilmiş olduğuna inanır.
Herkes kendi tebasının Nebisini, kendi sahasının ortasında iltifat ederken, överken görür.
Çünkü bilenmiş inançlı cemaat sürekli bu mucize çağrıyı bekler.
Bu öyle büyük bir beklenti ki imam dayanamaz sonunda o yalanı söyler. Ya da sanrıyı!
Dışarı yansıdığı kadarıyla İbrahim Tatlıses fenomeni bu!
Bir taraftan Tanrı dağı kadar egoizm.
Diğer taraftan Hira dağı kadar tevazü.
Bu egolar o kadar büyük ki normal insanın yapamayacağı özveride bulunur.
O aşırı özveri de bir gerçeği gizleyemez.
Aşırı özveri, aşağılık kompleksin derinliğini ölçer.
En iyi dindarlar(!) aşırı özveri fıtratlı kişiliklerden çıkar.
En iyi solcular da en iyi sağcılar da olduğu gibi.
Dinin bunda bir suçu yoktur.
Din insana önce kendini tanı özgür ol seçebilen der.
Kendini kur, normal ol.
Normal!
Din normal olmanın ahlaki manzumesidir.
Sıra dışı görülen hiçbir şey tekin değil.
Direk vahiy almayan yapı ve bireyler günahtan uzak duramaz.
Muhammed Aleyhisselam Allahın koruması altında olmasına rağmen Sakın yüzünü çevrime, Sakın böbürlenerek yürüme gibi ayetler ile daima müberra edildi.
İnsan kirlenen bir varlık. İnsani mekanik yapılar daima kir toplar.
Önemli olan temiz olduğunu iddia etmemektir.
Masumiyet yoktur.
Hele teşkilatlar hiç değil!
Güç masum kalamaz.
Devlet, teşkilat, makam, mevki, iktidar, mal ve finans pisliği çeken manyetik araçlar.
Bu nedenle Kurandaki hiçbir ifade başka kişi ve yapılar tarafından aynı şekilde kullanılmamalı sanıyoruz.
Kim Firavun kim Musa?
Kim Karun kim Ebuzer?
Kim Belam kim muhlis?
Bunun ölçüsü kimsenin elinde değil.
Ey akşama kadar Arapça harflerin çengeline asılarak vaaz veren ülkenin bazı güzide din adamları, dini bir rahat bırakın.
Çekin elinizi abasından, eliniz Yed-i Beyza değil.
Hava, su, deniz kimsenin malı değil din de değil. Herkes onu bedava alıyor, din adamı fazla avuçladığını başkasına verirken maddi ve manevi bir karşılık bekleyemez, hiç şık değil!
Türkiyede dini önderler, cemaatleri; büyük, kapalı, karmaşık, takip edilemez, kontrol edilemez, geri bildirimsiz ulusal ve uluslar arası politik network içinde malzeme yapmamalı.
Hele de mukaddes değerleri suratlarına çarparak hiç!
Öyle değil mi ey ulu hocalar!
Ey gelenek ve moderniteyi yemiş yutmuş derin İslami aydınlar! Neyin ve kimlerin dümen suyunda gidiyorsunuz, aydınlık bu mu?
Hahamlarını ve Rahiplerini Rabb edinen Hıristiyan ve Yahudi geleneğin gölgesinin suratımıza düştüğünü neden görmüyorsunuz?
Bu sevimsiz ortaoyunu, bu tiyatro bitmeden Müslüman demokrasinin gerçekleşmesi mümkün olmayacak.
Zaman, kutsal Kabe perdesi görünümünde onlarca imitasyon sütreler arkasında korkutarak parmaklarını kaldıran din adamlarıyla yüzleşme zamanı.
Peygamber gelseydi bu çağda galiba bana gelirdi duruşlu Kutuplar vesile oldukları nice güzel değerlerin kendilerini cennetle müjdelenmiş yapmayacağını pekiyi bilirler!
Kemalist diktartorya altında bir asırdır dar bir hapishaneye kilitlenen toplumumuz, açık alana yavaş yavaş çıkarken, sosyal psikolojiler normalleşirken, ideolojiler izole edilip iyi şeyler olurken, demokratik dönüşümler insanımızın gözlerini yaşatırken, bugüne kadar cepheden gelen onlarca karşı devrim kalkışmasına yanında beliren ayetli hadisli saldırılar da neyin nesi oluyor?
Politik çatışmalar din dili ile perdelenince yara daha derine iner.
Çünkü cemaat üyeleri sadece din esaslı olunca kavgaya giriyor.
Şianın Suriyede uyguladığı taktik gibi.
Göz önünde ki bu kavga politik dini değil.
Toplum iradesi pardon diktatör din dili ile de yenilmez.
Toplumu yeni ve anlamsız bir fay hattına sürecek tutumlardan uzak durun!
omeraltass@gmail.com
twitter.com/omraltas