Othello sendromu

Bir başka perspektiften, Milli Görüş, Cemaat ve İslamcılık

Aralık 2013 tarihi itibariyle, seçimle işbaşına gelmiş Ak Parti hükümetine karşı Hizmet hareketinin, zamana yayılmış, profesyonel ve agresif bir mücadele verdiği kamuoyunun ortak kanaati oldu.

Ancak Hizmet hareketi hiçbir olayı resmen üstlenmediği için toplum Çin işkencesi çekiyor.

İhtimalinin gerçekleşmesinden daha tesirli olduğu bir işkence türü Çin işkencesi.

Taraflar “tam olarak ne olduğunu bilmedikleri” bir şeyi ya savunuyor ya da karşı çıkıyorlar.

Görmedikleri halde ayak izlerine sürerek hangi av hayvanına ulaşacaklarından nerdeyse emin olan avcılar gibi bizler de iz sürerek, işaretleri dikkate alarak olayların kaynağını bulmaya çalışıyoruz.

Verileri üst üste koyduğumuzda Hizmet merkezinden kaynaklanan olaylar dizini bir karşı devrim operasyonu algısı yaratıyor.

Bu operasyonun icra olduğu bütün Line’lar aynı Server’a götürüyor:

Bu nedenle daha önce bunu “ortada devletlerarası bir savaş mı var?” diyerek kavramsallaştırdık.

Ama ara yerde Hizmet’in ne işi var?

İçinden çıkılamayan tek soru bu!

Normal olamayacak kadar büyüyen ve karmaşıklaşan çatışma için ikinci bir ihtimal daha var.

Belki de olay son derece basit, yalın ve anlaşılabilir bir nedenden kaynaklanıyor.

Ortada var olan öfke ve kinin güçlülüğünden hareketle çatışmanın “kıskançlıktan” kaynaklandığı söylenebilir mi?

Her insanın iyi tanıdığı kıskançlıktan.

Hizmet ve hükümet çatışması yoksa aslında Hizmet ve Milli Görüş çatışmasından mı ibaret, irdeleyelim.

Şimdi bir an Hükümet Hizmet çatışmasının bir Devletlerarası savaş olmadığını kabul edelim.

Nice izlere rağmen bir an kesin bilgi ile bu çatışmanın hiçbir dış bağlantısının olmadığını düşünürsek, bu, yeni bir kavramsallaştırma ihtiyacı doğuracaktır.

Hizmet hareketinin hükümete karşı herkesin onayladığı asimetrik bir savaş ilan etmesinin psiko-sosyal bir kökeni olabilir mi?

Ak Parti Milli Görüş kökenli bir dinamizmdir.

Geride “hayır onlar Milli Görüş hareketinden çıktılar” diyen bir Saadet Partisi olsa bile sosyolojik olarak bu gerçek değişmez sanıyorum.

Yeni Türkiye’yi inşa eden öncü teşkilat, bir “Milli Görüş” hareketidir.

“Yeni” Milli Görüş hareketi.

Kabul etmek ve tanımlamak gerekir ki Yeni Milli Görüş hareketi Türkiye’de büyük bir başarıya imza atmaya devam ediyor.

Eski Türkiye’de, “Laik Kemalist T.C. Rejimi’ne” karşı mücadele eden ve birbirinden değişik metotlar uygulayan İslami yapılar vardı.

Milli Görüş dışında kalan İslami yapıları “kabaca” ikiye ayıracağız.

1- Nurculuk ve Fethullah Gülen hareketi.

2- Radikal İslami hareket ve farklı oluşumları

Radikal İslami hareketler ürettikleri terminoloji ve Türkiye İslami hareketine katkıları nedeniyle tarihte hak ettiği yeri aldılar.

Ancak orada da kaldılar.

28 Şubat, Hizbullah olayları vb. diğer etmenlerle çöle sokularak kaybolan ve sadece eseriyle yaşayan nehirler gibi özgün yapılarını ilerleyen yıllara taşıyamadılar.

Tüm süreçlerden başarıyla çıkan kimi devrimci İslami yapıların varlığı sosyolojik bir gerçeğe sadece “istisna” atfediyor.

Hiçbir radikal İslami yapının ve bağımsız bireyin bu fotoğraf, aynadaki yüz karşısında alınganlık göstermemesi gerekir.

“İnkılabi İslami hareketler” sonraki dönemde yapısal olarak var olamadılar ama bireyler ve öbek öbek küçük oluşumlar olarak yaşamaya devam ettiler.

Ak Parti iktidarının zaferi, kimi radikal İslami öbeklerin ve bireylerin “kimyasını bozdu.”

Bazıları inanılması güç sert, farklı ve anlamsız bir muhalefet içine girdiler.

Bir Alevinin, bir Solcunun, bir Liberalin, Bir Ülkücünün verdiği müsamahayı esirgeyecek kadar bile normal olamadılar.

Bazıları bu abartıda Selefileşirken, bazıları İrancılaşırken, bazıları Gezi Parkçılaşırken, bazıları güya sosyalist İslamlaşırken, bazıları Türkçüleşti, bazıları da Kürt milliyetçiliğinde karar kıldı.

Bütün bunlar; Türkiye’nin sivilleştiği, normalleştiği, demokratik kazanımlarla daha iyi noktalara doğru ilerlediği, en önemlisi bir zamanlar kendilerinin de savaştığı faşist Kemalist yapının çökertildiği ve bunun toplum ve uluslar arası kanaat belirten kuruluşlar tarafından tasvip edildiği bir süreçte gerçekleşti.

Bir zamanların en gözde İslami oluşumları bayrağı yere düşürdüklerinde onu alarak öne çıkan ve iyi bir kondisyonla koşuyu terk etmeyen Milli Görüş camiasına karşı “kıskançlık” yaşadılar.

Çünkü radikal İslami hareketler particiliği “İslami küçük burjuva” davranışı, cahili metot olarak kodlamışlardı. Bu geri ideolojili, az okuyan, şuuru zayıf insanlara ne oldu da bu seviyelere kadar geldiler, öyleyse belki de bütün bunlar bir seraptır!

Evet, bütün bu olanlar uluslar arası güç sisteminin Türkiye’deki yeni partnerlerine işaret ediyor(!)

Fethullah Gülen hareketinin soğuk çatışma günlerde bile gerçek niyetlerinin ne olduğu daima soru işareti olarak kalırdı ama kendilerini eleştirenlere “biz devleti içten fethedeceğiz, bizim yöntemimiz farklı” şeklinde savunu yaparlardı.

Bu Gülen hareketinin bir ”anti-TC” örgütlenmesi olduğunu hissettiren tek işaretti.

Fethullah Gülen hareketi, hem Milli Görüş tarafından hem radikal İslami hareketler tarafından ağır eleştiriler alır, pasifizm ile suçlanırdı.

Gülen hareketinde bu ithamlara su taşıyacak tutumlar hiç eksik olmadı.

Gülen hareketi Müslümanlar tanımı altında gerçekleşen hiçbir olayın içinde olmaz, olumlu-olumsuz tepki vermez, kendi bildiği yolun dışında gerçekleşen her olaya kör, sağır ve dilsiz olurdu.

Hatta o dönemlerde Müslüman kimliğine ve yapılarına karşı keskin, sert ve fiili olayların tamamında kendi yapısını ayrı bir cepheye toplar, kimden yana olduğu ve niçin bekledikleri belli olmadan öylece dururlardı.

Türkiye ve dünya koşullarında İslami hareketleri ve Müslüman kimlikliğini ilgilendiren can yakıcı nice olayların neredeyse hiçbirinde ne sevinçlerini ne de üzüntülerini belli etmeden yaşadılar.

Diyelim ki, bunların tamamı; organik, içtenliği olan ve İslam’ı hakim kılma mücadelesinin bugüne kadar bilinmeyen bir yöntemiyle iktidara yürümek olsun.

Yeni Türkiye denilen süreç, tam da kendilerinin her şeye hâkim olduklarını düşündükleri bir zaman diliminde, Ergenekon, Balyoz operasyonlarını gerçekleştirme kapasitesine ulaştıkları gerçeğinin verdiği kendinden emin olma öforisinde, Milli görüş hareketi (kendilerini süreçten diskalifiye etmek için TC rejimine hatta 28 Şubat yönetimine bile şikayet edip durdukları bir hareketin öncüleri) gelerek onların planlarını bozmuş olsun.

Hizmet bugüne kadar bin bir emekle bir yer tutsun Milli Görüş davası bir sebeple bayrağı elinden alarak sisteme vesayet etsin!

Bu durum, sosyal psikolojide sadece bir duygusal sonuç doğurur: Kıskançlık

Buğz, çekememezlik, öfke, taşkınlık, anlamsız tutumlar, tahrip, tazyik, hadsizlik, kin, komplo, itibarsızlaştırma, karalama gibi hasletler üreten kıskançlığın aslında azı dinamizm, çoğu patolojik bir hastalık üretir.

Kendinde olması gereken ya da öyle vehmettiği özelliklerin başkasında olduğunu görmekle muvazeneyi kaybeden bünyenin toparlanması ne yazık ki hiçbir zaman iç enerji ile gerçekleşmiyor.

Bugünün verileri ışığında değerlendirdiğimizde olaylar eğer bir devletlerarası savaş olgusu değilse tam bir “Othello sendromudur.”

Psikoloji bilimi, patolojik kıskançlığının kişiyi nerelere sürükleyeceğini izah etmek için William Shakespeare’’in kahramanının ismiyle anılan Othello adlı eserine atfen bu tanımı kullanılır.

Dünyalar güzeli aynı kadın yani Desdemona üzerinden hayatları tükenen ve çevrelerini bitiren iki kişinin hikâyesini bugüne uyarlayalım.

Devlet kurumunun sadece kendisinin olmasını istediği için hayatlar tüketecek ve çevreyi bitirecek bir çatışmayı göze alan Othello psikolojisindeki Hizmet hareketinin bu sıra dışı ruh halini ne normalleştirebilir?

Örneğin şu olur mu?

“Ey rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman etmiş olanlara karşı bir kin bırakma”

Haşr Suresi’nin 10. ayeti Medine İslam sitesinin sosyo-psikolojik şartlarını dikkate alıp bir erdemi evrenselleştirdi.

Buradan şunu anlıyoruz ki, insan ve insani yapılar arzu ettikleri her şeyi daima elde edemezler, etseler bile onu sonsuza kadar sürdüremeyebilirler.

Hayat bir sınavdır, kaybedilebilir.

Özellikle bir mümine düşen bu gerçeği fark ederek psikolojisini bozmaması, adalet duygusunu zedelememesi, bağy ederek çevresini yıkıp dökmemesi, elinde olanlara şükretmesi ve kitlesinin kaderini olumsuz etkileyecek olaylara sebebiyet vermemeye çalışmasıdır.

Görülüyor ki, sosyal ve siyasal hareketlerin davranışlarına yön veren, çok farklı ikna edici bilimsel maskeler kullanan kıskançlığın da bir olgu olarak kavramsallaştırılması gerekmektedir.

omeraltass@gmail.com

twitter.com/omraltas

http://www.facebook.com/Ömer Altaş

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s