Gerçekler iki özelliği nedeniyle saklı kalamaz: İz bırakır ve koku salar.
Meraklıları bazen iz sürerek bazen havayı soluyarak gerçeğe ulaşır.
Bu durumda genellikle yasak aşk yaşayan bir kişinin davranışlarında en güzel ifadesini bulan manzaralar ortaya çıkar.
Cümle âlem aşkı görür, ama o kişi (ler) ısrarla inkâr ederler, hayatları yalana dolanır.
Sonunda olan olur, aşk saklanamaz, rezillik yanlarına kalır, insanlar ise bir ironiye daha tanıklık etmenin verdiği dinamizmle eğlenirler.
Bu ideolojik ve inanç esaslı hareketler için de geçerlidir.
Türkiye, gerçeklikleri tartışmalı, biri bugün diğer ikisi daha ziyade yakın tarihte gündem olan üç büyük hareketi konuşarak vaktini harcadı, harcıyor.
Bu üç hareket: PKK, Hizbullah ve Hizmet Hareketi.
Üçünü yan yana getirerek veriler ışığında analiz yapmak özellikle bağlılarını üzebilir ama gelinen aşamada bu gereklilik.
Bu üç harekette esasında ele aldığımız konu manipülatif olma olasılıkları.
Peki her üç hareketin arkalarında gizlediği gerçek nedir?
Kendilerini özgün, organik, bağımsız, zorunlu varoluş ve samimilik temellerinde kodlamaları neyi ispatlar neyi saklar?
Ortaya koydukları detaylar bir kenara bırakıldığında, yüze geçirilen yapay maskları tek tek indirildiğinde yöntem olarak neden birbirlerine bu kadar benzedikleri yeterince önemli.
Ya da üçünde de karşımıza çıkan ortak beş temel özellik Anormallik, İstibdat, Biat, benzerini yok etme ve kronik Takiyye neye işaret eder?
Farklı doktrinasyonlara sahip olmalarına rağmen her üç hareketin yapısında da bu beş unsur yer alıyor. Ya da cümle şöyle kurulmalı; üç hareketin her biri yapıp ettikleriyle bu analizin kamuoyu önünde yapılmasına sebep oldular.
Söz konusu üç hareketin doğuşlarındaki anormallikler, büyümelerindeki anormallikler, politika ve tutumlarındaki anormallikler izcileri gerçeğe götüren yolun kaldırım taşlarını diziyor.
O dönemlerde Ankarada ve Doğuda, nice Marksist, Leninist, Sol, Kürt, Kürtçü hareketler vardı ama sadece PKK aldı başını gitti.
O dönemde Doğuda, nice İran İslam devrimine sempati duyan, Kürt sorununa duyarlı, anti Kemalist İslami hareketler vardı ama nedense sadece Hizbullah aldı başını gitti.
Yine aynı dönemde İzmirde ve Türkiyenin her tarafında nice samimi, yetenekli, etkili belağata sahip, hırslı vaiz, hatip, din adamı, âlim, ulema, şeyh, meşayih, kutup ve Nurcu bilge vardı ama nedense Fethullah Gülen Hoca aldı başını gitti.
Anormallik olgusu, cemaat ve eleman temini konusunda da geçerliydi. Fethullah Gülen vaazlarının özellikle ilk yıllarını dikkatle izleyenler eğer saf değillerse iliklerine kadar kendilerini sarsacak suni olarak başlayan cami cemaati içinden ağlamalara tanıklık edecekler. Bu olgu her şeyi açıklamaz elbette, sadece bir veridir, yeri kadar alan kapsar ancak diğer olasılıklara kedigözü hükmündedir.
Üç hareketin yapısının detay bileşenleri incelendiğinde diğer anormal olguların çokluğu şaşırtacaktır.
Anormallik bir izdir.
Bu üç yapı da içyapıya ve dışarıya karşı tutumlarında daima istibdadi/faşizan politikalar uyguladı. Politika diyerek bilinçli bir davranış biçimini tanımlıyoruz çünkü bu tutum sadece örgüt mantığında gündeme gelebilir, doğal sivil oluşumlarda bunu dayatan bir saik bulunmaz.
Örgüt ontolojisinde kişilerin ve kurumlarının davranışları tanımlıdır ve onun dışına çıkanlar en sert şekilde cezalandırılırlar. Eleştiri olamaz! Aksi halde ya ihanet damgasıyla ya dava yolunda dökülenler tanımıyla dışlanır, şeytanlaştırılır ve yok edilirler. Örgütlülük mantığı bumerang etkisi yapacak olan o olguyu yok etmek zorundadır!
Bu nedenle üç hareketin kendi içinde harcadığı insan sayısı kinaye ile şehir mezarlıklarının yarısını doldurur.
İstibdat, faşizanlık bir izdir.
Üç yapıda da lider bir ikondur, bir totem. Oluşmakta olan, öncekine ve sonrakine sakın ha benzemez bir dinin layusel tek peygamberi. Marks tartışılabilir, Lenin tartışılabilir, Mao tartışılabilir ama Apo tartışılamaz. Muhammet Aleyhisselamın abasının yakasını tutan sahabe vardır, İslam tarihindeki bütün Kavsul Azamlar, Seyyidler, Kutuplar, Hüccetül İslamlar tartışılmıştır ama o vaizler, hoca efendiler ve İslami hareket önderleri asla tartışılamaz. Küresel dönüşümün öncüleri ya ilahi olabilirler ya tarihin armağanı! Ya Mesihtir ya ebet müddet Yunan tanrısı gibi kutsal liderdirler. Şia sosyolojisi kayıp imamı bekler ama Sünni metodolojinin önü açıktır her evrede her oluşumda bir Mesih piyasaya sürer. Bu nedenle o objenin kulu kölesi olmak esastır. Menasiki olmayan ama tam bir kul metodolojisi uygulanır. Bunun adı biattir. Darlıkta, zorlukta ve sonsuza kadar itiraz etmeksizin süren ve bitmeyen bir biat devranı. İradesini lidere rehin vermenin tanımı olan biat bu nedenle lidere götüren ara formlara da mutlak itaatı zorunlu kılar. Ağabeyler, reisler, komutanlar bu nedenle Tanrı Dağlarının ve Hira dağlarının kapısıdırlar.
Biat bir izdir.
Üç yapının en dikkat çeken özelliği de kendi benzerini yok etme arzularının neredeyse eşdeğer olan gücüdür.
PKK hareketi önce etrafında bulunan, kendi ile aynı davayı paylaşan, Marksist, Leninist, Maocu, Kürtçülük esaslı örgütleri ve hatta oluşum aşamasındaki olan yapıları silahlı eylemlerle katletti, o yapıları tamamen yok etmeden yerine oturmadı.
Aynı şekilde Doğuda Hizbullah adının arkasına saklanan o dönemin hareketi de önce doğuda bulunan İslami hareketleri ateşli ve ateşsiz silahlarla yok etti. Kendi habitatı dışında kalan coğrafyalardaki İslami hareketlere de gelin bize biat edin baskısını uyguladıkları konuşuldu.
Fethullah Gülen hareketi dışında kalan değil İslami hareketleri hiçbir muhafazakâr oluşumu, tarikatı ve hatta Nurcu hareketini bile ne gördü ne ilgilendi. Öyle görünüyor ki kendi dünyasından, kalbinden, aklından ve beyninden söküp attı, yok saydı, yok etti. 2013 yılının son ayının son günlerinde gündeme egemen olan işaretlerden anlıyoruz ki diğer bütün cemaatlere değişik iddialarla operasyon yapılacaktı. Onlar ya yok edilecekler ya da mutlak itaate mecbur kalacaklardı. Hizbullah ve PKK hareketinin yaşattığı benzer bir şokla, 2013ün son iki ayında, öyle ki neredeyse Türkiyenin demokratikleşme, normalleşme ve Barış yolunda kat ettiği her mesafeyi zerre kadar önemsemeden ülkeyi ateşe atacaklardı.
Kuşbakışı izlediğimizde üç hareketin de en nefret ettiği olgunun kendine benzeyen yapılar olduğunu anlıyoruz: Büyük dava için er ya da geç yok olmaları zorunlu olan asalak oluşumlar!
Kendi benzerini yok etme bir izdir.
Bakın ki örgütler bireyin ruhunu teslim alır. Bireyleri sadece kendileri için yaşayan taşeron varlıklara dönüştürür. Örgüt bireyi durum ne olursa olsun örgütünü savunmak zorundadır. Birey bunu liderini ve davasını daha fazla kutsayarak tolare etmeye çalışır. Örgüt ise bireye avunacağı kadar argüman verir. Birinde bu devrim değerleridir, halkın kurtuluşudur, tarihe tanıklık etmektir, özgürlüktür, onurdur, kendi kaderinin efendisi olmaktır diğerinde Allaha, onun davasına, İlay-ı Kelimetullaha giden vasıtaların tamamının kutsallığıdır. Bu olguların tamamı ortaya nur topu gibi bir yalan doğurur. Yalan kutsal olur, kutsal yalan olur. Takiyyeise; davranışlarda, tutumlarda ve tepkilerde tenakuzları, sahtelikleri ve yalanları örten perdenin adı olur. Kişi o perdeyi aralayarak kendini izleyenlere pişkince gülümser. Artık o bir oyuncudur. İzleyenlerin kendini nasıl gördüğünü umursamayan profesyonel bir yetenek. Her şeyi yapar, her çelişkiyi yaşar, her tür ilkesizliğe imza atar ve kalkar sanki hiç olmamış gibi kaldığı yerden devam eder.
Davasını katleder, değerlerini katleder, oturduğu yere gömer, üzerinde oturur ve sanal bir tespih ile ideolojisinin virdini çeker.
Pişkinlik, Takiyye bir izdir.
Bu korelasyonda anormallik mantığa bir izdir, istibdat akla bir izdir, biat kalbe bir izdir, kendi benzerini yok etme düşünceye bir izdir, takiyye (pişkinlik) duyguya bir izdir.
Ve bütün bu izler izciyi ne olursa olsun belirlenen sonuca ulaşma odaklı güdümlü yapıların manipülatif gerçeğine iletir.
Herkesin gördüğü ve inandığı ama kendilerinin ısrarla inkâr ettiği ve çirkin iftira dediği âşıkların öyküsünü oluşturan temalar güncel siyasetin ve siyasal hareketlerin trajikomik öyküsünün de çatısını kurar.
omeraltass@gmail.com
twitter.com/omraltas