Paralel din, paralel devlet

Siyasette paralel devlet tartışmaları sürerken teolojinin nasıl şekillendiğine bakarak genel bir çözümleme yapmak gerekiyor.

Bu vesileyle İslam’ın kutsal örtüsü altında saklanan büyük dini sorunlarla yüzleşme zamanı.

Gündemi meşgul eden paralel devlet üzerinde arkeolojik bir kazı yapılsa son olarak paralel bir akide katmanına ulaşılır mı?

Çünkü inanç temelli bir paralellik ancak yaşamın geri kalan diğer unsurlarının tamamında paralel yapılar oluşturma kabiliyetine sahip olabilir.

Aynı anda birbirine zıt ahlaki değerlerin zirve noktalarında bulunabilen bu paralel yapıların bir öyküsü olmalı…

İslam insanlık tarihinin tüm zamanlarında özü aynı olan ilahi bir dindir. Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın özü de bu anlamda İslam’dır.

Buna karşın Yahudilik, Musa peygamberin kendi döneminde vazedilen gerçek İslam’a, yani Museviliğe paralel bir din oldu.

Hıristiyanlık da İsa peygamberin insanlığa sunduğu gerçek İslam’a yani İseviliğe paralel bir din olarak vücut buldu.

Yahudilik ve Hıristiyanlık, ilahi iki dinin kapsamının içini boşaltarak izdüşümleri aslına benzeyen formların bütünüdür.

Yahudilik ve Hıristiyanlık bu paralelliği var etmek için önce tanrıyı deforme ettiler.

Haham ve rahiplerin, toplum tarafından Rab/tanrı olarak kabul edilmeleri için tanrıyı deforme etme noktasından başlamaları şarttı.

Tanrı İslam’ın tanıttığı gibi bir tanrı olarak kaldığı sürece ne peygamberler ne de din adamları asla rableşemeyecekti.

Bu nedenle din adamları tanrıyı kendileri yeniden tanımladılar ve onu nesneleştirdiler.

İkinci hamle olarak tanrıya eş buldular, Peygamberlerini onun katına çıkardılar.

Bunun önemli ve derin bir anlamı vardı. Asıl dertleri, haham ve rahiplerin (kendilerinin) Rab olarak algılanmasını sağlamaktı.

Onlar peygamberlerini tanrılaştırdılar, böylece insan olan bir peygamber tanrılaştığında insan olan bir din adamı da pekâlâ tanrılaşırdı. Katolik vaiz Tauler’in sözünde olduğu gibi: “Tanrı her şeyi yegâne oğluna verdi, onun gibi bana da onların tamamını verdi” (Ludwing Feuerbach, Hıristiyanlığın Özü sh. 293)

Felsefi geçişi mümkün kılan, kolaylaştıran bir perspektif bu.

Yahudi ve Hıristiyanların bu durumunu Kuranı Kerim şöyle açıklar “Onlar hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu İsa’yı rab edindiler.” (Tevbe 31) Sahabeden Adiy b. Hatem’in sorusu üzerine Hz. Peygamber ayetteki din adamlarını Rab edinme durumunu şöyle tanımlar: “Onların helal dediklerini helal haram dediklerini haram olarak kabul ettiler.”

Kuranı Kerim burada kitlelerin fonksiyonunu öne çıkarır. Din adamlarını rab / tanrı edinmeye gönüllü olan çıkar esaslı toplulukların varlığı, bu olguyu, işleyen bir mekanizmaya dönüştürür.

Din adamlarını tek belirleyici özne yapmak özü itibariyle kâhinlerin formudur.

Bu form paganizmin formudur.

Paganlık doğa nesnelerine tapmaktır; nesneyi kutsalla, kutsalı nesne ile özdeşleştirme bu nedenle paganlıktır.

Yahudiliği ve Hıristiyanlığı yorumlarla var eden paganlık yine profesyonelce yorumlarla İslamlığı da teslim almak istiyor.

Bunun için başarılı olduğu deneyimle paralel İslamlık yöntemini kullanıyor.

Modern dönemlerde paralel İslamlıkları anlama kılavuzu için Yahudilik ve Hıristiyanlık protiplerine bakmalı.

Bu kılavuzun ana esası çift taraflı işleyen bir mekanizmadır: Cemaatin din adamlarını Rab edinmesidir ve din adamlarının kendilerini tanrı gibi sunmasıdır.

İslam topluluklarında din adamları kendilerine dahi gizledikleri bu gerçeği ifa etmek için önce Allah olgusunun içini boşaltıyorlar.

Din adamları bu nedenle Kuranı Kerimi asla ve elbette ki inkâr etmezler, sadece geride (başucunda) tutarlar. Daha kontrol edilebilir apokrif kitapları öne çıkarırlar. Belli kitaplar her şeye herkese yeter!

Bu tür paralel din eğilimlerinde, Tanrı büyüktür ve kutsaldır ama Muhammet Aleyhisselam adeta daha büyüktür ve daha kutsal olarak işlev görür.

İlginçtir, din adamları cemaatleri karşısında daima bu olguyu işler.

İnsan olan Muhammet (A.S.) kutsallaştıkça insan olan din adamlarının da kutsallaşması daha kolay yürürlüğe girer.

Bu içeriği tamamlamak için özellikle naatlardan, mevlitlerden, kasidelerden, ilahilerden ve Siyer-i Nebilerden hoyratça “yararlanılır.”

Öyle ki Allah deyince kıyamet kopmaz ama “medet ya Muhammet” deyince profesyonel bir sanatçı gibi anında garip bir titreme içine giren, meczup gibi davranış özellikleri gösteren din adamlarına rastlanır.

Bunun bir tek nedeni vardır: Din adamı Hz. Muhammed’i kutsayarak aslında kendi kutsallığına su taşımaktadır.

Bir insan olan Muhammet bu kadar kutsal ve üstünse ona ait her şeyi yerine getiren bir din adamı neden onun kadar kutsal olmasın!

Kaldı ki o din adamları Hz. Muhammet’in bile yapamadıklarını yaparak (mutlak uzlet, mutlak feragat, mutlak belagat) aslında bu şanı fazlasıyla hak ederler!

Tasavvuf önderlerinden, diğer din adamlarından ve ‘müminlerden’ bundan uzak olup ‘emrolunduğu gibi dosdoğru’ olanlar biliniyor ve onlar taşıyıcı unsurlar olarak söylenenlerden beridirler.

Bir zamanlar İslam’a karşı yaşanan ret ve çatışma ortamları nedeniyle Paralel İslamlıkların varlıkları fark edilse bile yeterince tartışılmazdı.

Ama günümüzün açık ve demokratik koşullarında paralel bir evren oluşturma gayretleri deşifre oluyor ve bu olgu giderek daha fazla tartışılacaktır.

Paralele evren ve paralel dini örgütlenmelere Türkiye’deki kapalı tarikat oluşumlarında daha fazla tanıklık edildi.

Kadirilik, Nakşîlik, geleneksel tasavvufi yapılardan bazıları buna teşne oldular. Gerçek bir paralel evren inşa ettiler. Özel bir evren, özel bir dünya, özel bir anlayış, özel bir terminoloji..

14 Ocak 2014 tarihinde bir radyo frekansına Adana İlinden bağlanan bayan dinleyici hocaya şu soruyu sordu: “Hocam çevrem bana diyor ki iddia ettiğin gibi peygamberimizden sonra bir resul geleceğini belirten bir ayet söyle de inanalım.” Hoca, üç ayet yorumlayarak kelimesi kelimesine “işte bizim efendimiz Mehdi ve Resulümüz olarak önümüzde duruyor” diye cevapladı. Hocanın kastettiği kişi Türkiye’de meşhur bir mürşitti. Yani o şeyh bir Mehdi ve bir Resul! Hoca devamla “Tabi ki Hz. Muhammed son nebidir” diyerek nebi-resul ikilemi içinde temel referansların sınırını zorlayarak söyleyeceklerini söylemeye çalıştı. Bununla da kalmayarak “Allahlaşmayı dilemek” gibi nevzuhur ilginç kavramsallaştırmalar yaptı.

Bu sadece bir örnek ve benzeri durumlar başka dini yapılarda şaşırtıcı boyutlarda yaşanmaya devam ediyor.

Bazı din adamları, Mollalar, Kutuplar, Seyyidler, Kavsu-l Azamlar, Pir-i Muganlar, büyük hocalar ve Hazretler kendilerini paralel bir evrenin elçisi ve kurtarıcısı olarak kodluyorlar. Sonra cemaatlerine bir kapı açarak “normal yaşam” içine “sürüyorlar”, mesai bitiminde tekrar aynı kapıdan içeri alıyorlar.

Bu din adamları tarafından Peygamber Aleyhisselam öylesine yüceltiliyor ki anlatıcı onunla birlikte yüceliyor, yüceler yücesi oluyor, ahir-i zaman dalalet ortamı öylesine anlatılıyor ki şeksiz şüphesiz bir Mehdi’ye ihtiyaç duyuluyor. Bir israiliyat olan, Şiacılık formu ve gayrı dini Mehdilik bir hak oluyor.

Böylece Mehdi her şeyi yeniden tanımlıyor. Paralel kurtarılmış alanlar yaratıyor, onu çoğaltıyor ve büyütüyor. Zamanla parçaları birleştirerek Mehdilik Hareketini zuhur ediyor.

Mehdilik Hareketi dünyayı kurtuluşa erdirecek sosyal, siyasal, kültürel, sanatsal ve inançsal tam kapsamlı bir mücadeleyi hedef alıyor.

Bu süreçte diğer insanlar ve özellikle İslami topluluklar ya onlardan olurlar ya da dalâlette kalırlar!

“Nimet verilenler” bellidir, “gazaba uğrayacaklar ve sapkınlar” bellidir. (Bkz. Fatiha suresi)

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, oluşturulan paralel evrenlerin ortak özelliği, normallikten kopuştur.

Bu nedenledir ki, Kuran-ı Kerim peygamberleri tanıtırken çok basit ve sade ifadeler kullanılır.

“Meryem oğlu Mesih yalnızca bir elçidir” (Maide 75) “Muhammet yalnızca bir elçidir” (Ali İmran 144) “ Ben de sizin gibi bir insanım” (Fussilet 6) “Ne biçim peygamber bu; yemek yiyor, sokaklarda yürüyor!” (Furkan 25)

Kuran, anormalliğe meyilli insan tabiatını ısrarla normallikte sabit tutmaya çalışır.

Kaldı ki Resuller bile “Yemek yerler sokaklarda dolaşırlar”, herkes gibi, basit, sade ve sıradan insan, iki kişiliği olmayan, paralel akıl, paralel vicdan ve paralel ölçü birimi taşımayan, normal insanlardır!

Öyle görünüyor ki bu dinin özü olan Kuran mahfuz olmasaydı İslam da kendinden türetilen paralel dinlerle kuşatılıp tahrif edilecek, hahamlar ve rahiplerde olduğu gibi din adamlarının çıkar ilişkilerine kurban edilecekti.

Son aylarda muhafazakâr dini bir üst yapının; orta yerde bütün açıklığıyla hala boşlukta kalan can alıcı sorulara cevap vermek yerine, din dilini, İslam’ın bilinen tevazu ve samimiyet kalıplarını, ilahiliğin ezen psikolojik argümanlarını, yürürlükteki kirli politik sürece iyice sokarak “Efendimize arz-ı hal”, “farklı ümmet”, “biraz da Müslümanlardan yana olun”,“Hoca efendiye karşı kötü söz söyleyenin nikahı düşer” vb. tarzı anormalliklere, takiyyeci iki yüzlüklere, akla zarar maslahatçılıklara sarılması, İslami mücadele metotlarını ve kavramsallaştırmalarını göz göre göre tersyüz etmesi bu yüzleşmeyi zorunlu hale getirdi.

Merak edilmesin, kimsenin hak etmediği üzerine yapışmaz, fazlası kendiliğinden dökülür.

Zaman, İslam ontolojisini deforme eden, güvensiz, kapalı ve kurtarılmış alanlara hükmederek tehlikeli patikalarda yürüyen “özelleşmiş” (Yahudilik) ve ‘özelleştirilmiş’ (Hıristiyanlık) İslamiliklerle yüzleşme zamanı.

omeraltass@gmail.com

twitter.com/omraltas

http://www.facebook.com/Ömer Altaş

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s