Başbakan kim olmalı değil, ne olmalı?

Ülke siyaseti, tarihin fotoğraf sergisine, her geçen gün, birbirinden ironik yeni fotoğraflar ekliyor.

10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi adaylarının belirlenmesi süreci de bu fotoğraflardan birini oluşturuyor. Bu süreç, Türkiye siyasetinin nerden nereye geldiğini gösteren önemli bir kare.

Bugün itibarıyla Türkiye, belki de resmen, sadece iki kutup. Oysa hâlihazırda ne çok parti, siyasi örgüt ve ideolojik görüş var!

Kutuplardan biri Cumhurbaşkanlığı için Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdi, diğeri Recep Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan etti. HDP eş başkanı Selahaddin Demirtaş’ın ayrı bir kutup olduğu fikrini tartışmaya bile açmamak gerekir. Zira o yeni Türkiye kutbunun en büyük dalı.

Kutupların varlığı, Sol’un uykudaki terimi ile ülkenin baş çelişkisini oluşturuyor; yeni Türkiye- eski Türkiye.

Ülkenin temel çelişkisi; İslamlık- anti İslamlık.

Baş çelişki, her geçen gün daha fazla temel çelişki üzerine oturuyor.

Bu durum detaylara ve sembollere bile yansıdı.

Özellikle siyasi partiler, başka çare olmadığını görünce (temel çelişki) ayakta kalabilmek için yalan-yanlış, eksik-gedik, ürkek-sinik demeden “İslamseviciliğe” yöneldiler.

Anti İslam cephesi bu büyük sosyoloji karşısında diz çöktü.

Örneğin, Ekmeleddin ismini Ekmel olarak telaffuz etme arzusu bu ürkek sosyal psikolojinin komedisini oluşturuyor.

Gerçeklikler, sadece ciddi durarak değil bütün karakteristik alanlarda kendini gösteriyor.

Birbirine uç duran politik yapılar, bu İslami realiteye karşı mazeret beyan ederek, “ben ettim sen etme!” diyorlar. Kürt siyasal hareketi, Türkçülük, laikçilik, Cumhuriyetçilik, Ulusalcılık kamuoyunun gözlerinin içine baka baka çizgilerinden “çark ediyorlar.”

İslami referanslara sarılıyorlar, öyle tirat veriyorlar böyle davranıyorlar.

1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan Balyoz davasından tahliye sonrası bir radyoya verdiği röportajda, artık halka tek tek, en ücra köşelere kadar giderek sofralarına oturacaklarını, soğanı kırıp kendi tabiri ile cücüğünün cücüğünü birlikte yiyeceklerini ifade ediyordu.

Tam da bu durumlar çoklu anlamlar içeren Müslüman Demokrasi olgusunun önünü açıyor.

Müslüman Demokrasi projesini, hem ideal bir yönetim sistemi, hem inanç perspektifi, hem de bir jeo-strateji çatısı olarak, 19 Temmuz 2013 tarihinde Muhafazakâr Demokrasiden Müslüman Demokrasiye başlıklı yazı ile gündeme getirdiğimizde yadırgayanlar oldu.

Gelinen noktada, Müslüman demokrasinin aslında varılacak menzil olduğuna dair ortaya çıkan işaretleri daha fazla kişi görüyor.

Türkiye; normalleştikçe, kendi dinamikleri ile buluştukça, sokma Batı terminolojisini terk ettikçe Müslümanlığı daha iyi keşfedecek ve barışacaktır.

Müslümanlık, Yahudi ve Hıristiyan olmayan herkestir. Batı böyle bakar. Küresel vesayet sistemi böyle değerlendirir. Bu bizim jeopolitik bir fıtratımızdır, kişiliğimizdir.

Bu anlamda Müslüman demokrasi jeopolitik bir stratejidir.

Müslüman demokrasi, yerli, milli, gerekli; hafızası, sürdürülebilirliği ve geliştirilebilirliği olan bir stratejidir. Düşülen yerden ayağa kalkmak, kalınan yerden birikimleri heba etmeden yürümek demektir. Müslüman demokrasi, Osmanlı imparatorluğu gücünün devamı olmak demektir.

Mustafa Kemal’in askerlerinden Müslüman’ına kadar “Ülke” diye bir derdi olanlar için Müslüman demokrasi “bir zorunluluk.”

Sinik, çekingen, takiyyeci, telmihle, hisle konuşan muhafazakârlık, görmemezlik ve inkar tamamen geride kalmalı.

Bazı şeyleri aşmak için zaman kaybetmemeli.

Aynı şekilde yönünü İslami terminolojiye çeviren farklı siyasi yapıların üstüne çok varılmamalı, ellerinde değil mecburlar buna; kolaylaştırmalı.

Bu nedenle 2014 Ağustos ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi ülkenin politik kaderi için çok değerli bir fırsat.

Müslüman demokrasinin daha sağlıklı inşası için Recep Tayyip Erdoğan’ın birinci turda açık ara seçilmesi için çaba göstermeli.

Diğer partilerin seçmenleri ve bütün ideolojik oluşumlar tatillerini yarıda keserek, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ülkelerinin, kendilerinin ve çocuklarının geleceğini düşünerek Erdoğan’a oy vermeli.

Vermezlerse de Türkiye’nin siyaset nehri bu yatakta akmaya devam edecek.

Bir kez daha tanık olacağız ki, gerici Türk aydınlarının bütün tersi çabaları, bu nehrin tersine yüzmeleri, bir kez daha boşa gidecek.

Devletin yeni jeopolitikte hayati derecede ihtiyacı olan bu tarihi fırsat iyi değerlendirilmeli.

Daha güçlü bir ülke için Müslüman demokrasi, Müslüman demokrasi için daha güçlü bir siyasi irade oluşumu gerekmektedir.

Bu nedenle Müslüman demokrasi için muhafazakâr demokrasi dönemini domine eden dili ve tutumu yenileyerek, geliştirerek ve değiştirerek yeni bir evreye girilmeli.

Bunun için Ulusalcılık, Laikçilik, Cumhuriyetçilik, Gezicilik, Parelelcilik gibi “üst yapıların” saldırıları nedeniyle verilen ve devamı zorunlu savaşın oluşturduğu psikolojik travmalarla kendini dışlanmış ve kötü hisseden “topluluklara” özel açılımlar yaparak ilk adım atılmalı.

Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan gibi Müslümanlığı özünde yaşayan, samimi bir şekilde İslami perspektife sahip ve bu nedenle bütün müktesebatı ileriye taşıyabilecek bir siyaset adamını Başbakan olarak seçerek ikinci en değerli adım atılmalı.

Bu yönüyle, Ak Parti kurumsal, Recep Tayyip Erdoğan kişisel olarak kendiyle bir kez daha sınanıyor.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s