2007 yılında Cumhurbaşkanını halkın seçmesi ve 2010nda Anayasa değişikliklerini içeren referandumlar, demokrasinin derinleşmesi ve askeri vesayetin zayıflatılması esasını içeriyordu.
Bu referandum sonuçları, Türkiyede yaşanan kamplaşmanın, ne olursa olsun illa kendi tarafım eşiğinde olduğunun en somut ve bilimsel göstergeleridir.
Herkesin yararına olan kanuni düzenlemeler bile toplumun bir kesimi tarafından salt taraf psikoloji ile reddedilebiliyor.
Seçim sonuçları incelendiğinde demokratikleşmeyi bile ideolojik körlük nedeniyle reddedenlerin oranının Türkiyede yüzde 30-35 bandında yer aldığını görüyoruz. Bunun önemli ve büyük bir potansiyel olduğu aşikâr.
Muhafazakâr siyaset, ağzıyla kuş tutsa bunu onaylamayacak kemikleşmiş bir oy potansiyeli var.
Bu durumu en sert kavramsallaştırmalarla ifade ederek anlatılmak istenene daha hızlı ulaşırız.
Bu ülkede İslami algılara katlanamayan ve ne olursa olsun bunu engellemek için hiçbir değeri önemsemeyen bir kitle var.
CHP, MHP gibi parti çatıları altına yerleşen bu potansiyel kitleyi Müslüman algı dünyası, ülkenin gâvurları olarak tanımlıyor; Kemalist, laik, Batıcı, ulusçu..
Türkiyenin normalleşmesine, sivilizasyona, barışa ve demokratikleşmeye karşı hamle yapan ve savaşan sınıflar bunlar.
Bundan sonraki süreçte kişi başına düşen milli gelir dünyanın en ileri ülkesinden daha fazla olsa ya da ülke Batıdan daha ileri demokratik bir anayasaya sahip olsa bile sokaklarda eylem yapmaya, yakmaya ve yıkmaya devam edecekler.
Bu sınıflar faşizmi, askeri diktatörlüğü, otoriter düzeni, agresif milliyetçiliği ve ekonomik anlamda geri kalmışlığı bile kabul ederler ve üstelik huzur dolu olurlar.
Bunlar sınıf savaşı veriyorlar. Kabile güdüleriyle, aşiret refleksleriyle hareket ediyorlar. Savaşı kazanmak için, değil Cumhurbaşkanı adayı muhafazakâr Ekmeleddin İhsanoğlu olgusuna sarılmak gerekiyorsa camiye giderek en ön sırada saf tutup namaz bile kılarlar.
Bunlar ideolojiden başka bir şey düşünmezler.
Fanatik bir taraftar kadar gözleri kördür. Gerçek fundamentalistler bunlardır.
Yozdurlar, yobazdırlar, tutucudurlar, gericidirler, acımasızdırlar, vicdansızdırlar, hukuk tanımazlar.
Bu sınıf iflah olmaz!
O nedenle bu sınıfın kurumlarını ikna etmek için yapılan her çaba boşa gidiyor, gidecektir.
Bunun içindir ki, demokratik paketler, sosyal, kültürel ve siyasal açılımlar, barış ortamı onları daha öfkeli yapıyor.
İstemiyoruz, ne olursa olsun sizden gelecek hiçbir şeyi istemiyoruz diyorlar.
Bu sosyal sınıflar ve yapılar otoriter Kemalizme, eski düzene bunun için dört elle sarılıyorlar.
Onlar için asıl konu Mustafa Kemali sevmek değil, asıl konu Ulusalcılık ya da Cumhuriyetçilik değil.
Bu nedenle Recep Tayyip Erdoğandan tavırlarını yumuşatmasını isteyenler, çatışma dilini bırakmasını isteyenler yanılıyorlar.
Bununla onlar Erdoğanın kendi ayağına (davaya) kurşun sıkmasını istemiş oluyorlar.
Tam olarak teslim oluncaya kadar bu sınıfın üst yapılarıyla çatışmanın sürdürülmesi gerekmektedir.
Diz çöktürmeden arkanızı dönerseniz sırtınızdan vurulursunuz. Ham romantizmle, haza Polyannacılıkla, aptal demokratlıkla hiçbir yere varılamaz.
Cumhurbaşkanlığı süreci popülizmin aldatıcı gerekçeleriyle herkese gülücük dağıtmak olmamalıdır.
Cumhurbaşkanlığı devam eden savaşın en önemli kalelerinden birinin fethidir.
Kaleler savaşarak alınır, diyalog çağrısında bulunmak tarih boyunca biriken savaş terminolojisi tecrübesinin dışına çıkmaktır. Kendi mezarını kazmaktır.
Hiçbir savaşta hiçbir komutan zayıflamış bir iradeye acımaz, son hamleyi yaparak karşıdakini yok eder.
Bu ülkede Müslüman topluluklar merhamet, adalet ve demokrasi temelinde büyük bir iyi niyet içindeler ama karşı taraf (kendileri bunu böyle tanımladıkları için) asla böyle davranmadı, davranmıyor ve davranmayacaklar.
Erdoğana etrafındaki yakın halkalardan bile üslubunu yumuşat talebinin gelmesi bu anlam da kesinlikle yanıltıcıdır. Bu taleplerin tamamı eski düzenin havuzunu doldurur. Bu istek Paralellerin perspektifini besler. Bu tür taleplerin tamamının altında hala korku ve tedbir psikolojisi var.
Saldırıya uğruyorsanız behemehâl savaşacaksınız!
1200lü yıllarda Moğollara karşı diyalog çağrısında bulunanlar ne kadar büyük yanılgı içine düştüklerini görmediler mi? Asurlular muhataplarıyla hiç barışır mı?
Safdillik kişileri ve yapıları tüketen en önemli negatif karakter özelliklerinden biridir.
Bu aşamada yapılması gerekenler oldukça nettir. Demokratik açılımların ısrarla sürdürülmesini sağlamalı. Barış sürecinin devam ettirilmesi, derinleştirilmesi, Aleviler ile ilgili açılımın hiçbir şeyi önemsemeden insan hakları ve demokrasi temelinde sistemleştirilmesi, gayrı Müslimlerin haklarının temin edilmesi, milli değerlere zarar veren yapılarla mücadele edilmesi, devletin şeffaflaştırılması, devlette bu demokratik süreçlerin uygulamasını geciktiren, ağırdan alan ve engelleyen bürokrasinin acımaksızın tasfiye edilmesi.
Eski düzenin yapılarıyla hem de aynı üslup ve yöntemlerle mücadeleye devam etmek esas olmalıdır.
Cumhurbaşkanı seçilmek amacıyla popülist ruh hali içeren en küçük bir meyil Erdoğanın tılsımını bozar, danışmanları ve metin yazarları bunu önerirlerse ona en büyük kötülüğü yaparlar.
Bugüne kadar Türkiyenin dönüşümüne katılmayan ve anlamayan toplulukları yarın için ikna etmeye çalışmak beyhude bir çaba olacaktır.
Etkili Balkon konuşmalarına rağmen ertesi günün sabahında savaş açanlar unutulmadı.
Bundan böyle ısrarla demokrasi konuşmak ve başka hiçbir şeyle ilgilenmemek gerekir.
Israrla yüksek ahlaki ve milli değerleri öne çıkarmak gerisine karışmamak üstelik umurunda olmamak gerekir.
Herkese kapının açık olduğu ifade edildikten sonra isteyen gelir isteyen gelmez.
Bu; içerdiği devamlılık ve ilkesel duruş avantajları yanında, siyaset bilimi ve sosyal psikoloji ilkeleri ışığında daha sonuç alıcı bir yöntem olacaktır.
omeraltass@gmail.com
twitter.com/omraltas