Milletin verdiği ödevi yapın, uzatmayın!

Doğu’nun ruhu

Efsaneye göre seher vakti görülen rüyalar makbul olurmuş.

Bir pir-i fani beyaz yaprağa iki cümle yazıp yardan aşağı bıraktı.

Salınan kâğıdın ön yüzündeki cümleyi sabah güneşi ışığı okudu:

“Tane tane, sade ve öz anlatmalı.”

Kürt sorununu; Türkçü ulusçu mekanik devlet var etti.

Bu varlığın tek suçlusu; genetiği faşist, Batıcı, Kemalist doktrindi.

Toplum içine ekilen Kürt sorunu çekirdeği, zamanla Kürtçülük ağacı oldu.

Genetiği faşizm olan Kürtçülük, kendini doğuran anneye çekti.

Türkçüler ve Kürtçüler, Kemalizm’in bidayet yıllarında, ağlayarak dünyaya gelen prematüreyi, elbirliği ile bir küvez içinde karantinaya almak yerine, enfeksiyon ortamını hiçe sayarak, Türkiye toplumunun kucağına bıraktılar.

Gün geldi, devlet, Türkçülükten vazgeçti.

Şimdi Kürtçüler “hayır biz böyle iyiydik, eskisi gibi devam edeceğiz” diyorlar.

Nedense, prematüre Kürtlük, bir türlü çocukluk dönemini atlatamıyor.

Kürtçülük, sanki 6 yaşına takılıp kalmış durumda.

Büyümüyor.

Daha kötüsü büyümek istemiyor.

Sürekli istediği için şeker verilen çocuğun, “hayır istemiyorum” deyip ağlamasını sürdürmesi gibi bir halleri var.

Biyolojik yaşları nedeniyle bıyıklarına aklar düştü ama onlar hala kendilerini “baby face” sanıyor.

PKK güdümlü Kürt siyasal hareketinde, “onu istiyorum-bunu istemiyorum” bir yaşam biçimi olmuş durumda.

Huzursuz, kaotik bir ruh halleri var.

Ne yapacaklarını bilememe, ne tarafa gideceklerini kestirememe psikozu içinde kısa adımlar atıyor, anlamsız jest ve mimik sergiliyor, biteviye hızlı hızlı hareket ediyor ve habire kaşlarını çatıyorlar ama toplamda 10 metrekare içinde dolanıp duruyorlar.

Kürt siyasal hareketini, bu klinik duruma, Kürtçü komutanlar soktu.

Kürtçü liderler, sonunu düşünmeden sadece “gerilla” var etti.

Kürt birey hatta Kürtçü birey yetiştirmediler.

Üçüncü sınıf televizyonlara çıkıp pişkince satış yapan, Doğrudan Pazarlamacılar gibi bir ürün var edip yetmiş derde deva diyerek, Kürdistan ilacını, tek umut, tek deva olarak tanımladılar.

Sade ve normal Kürt birey yetiştirmiş olsalardı şimdi Çözüm süreci sonuç aşamasına gelirdi.

Ama onlar hızlandırılmış eğitim sistemleriyle sadece militan üretimine girdiler. Gerilla yaratımına. Evrenin askerleri. Rambolar. Schwarzeneggerler. Cüneyt Arkınlar. İntihar komandoları.

Hayattan vazgeçmiş kesin inançlılar.

Ahireti de olmayan dünyası da olmayan sadece Kürdistan hayali ile bitkisel hayat yaşayan, genç, bıçkın gerillalar.

Dar, basık ve izometrik bir paralel Din oluşturdular: Kürtçülük; İslam, PKK; İslami hareket, Kandil; Asr-ı Saadet, Apo; peygamber, Kürdistan; cennet, Türkiye; cehennem, Kandil’e yürüyen mümin; geride kalan herkes kâfir.

Organik Müslüman Kürdün bütün elbiselerini tek tek çıkardılar, boydan boya boyasını temizlediler.

Bu dini, Kürtçü liderler bilinçle bizzat inşa etti.

Şimdi bu dini, kendi elleriyle yıkıyorlar.

Dinleri, bir nesil geçmeden kendi içine çöktü.

Cennet ile müjdelenen gerillalarda büyük şok yaşanıyor.

PKK olgusu aslında tüm bileşenleri ile travma yaşıyor.

Kürt siyasal hareketi habitatı; şizofren.

Bu töhmet değil tanı, kınama değil teşhis.

Ama PKK liderleri ve HDP’liler, sanki bu travma hali yok gibi davranarak hastalığı bir kat daha kronikleştiriyorlar.

Bu pediatrik travma halini tanımlayamayan kesin inançlı PKK’lı gençler ise “gerçekten” yardıma muhtaçlar.

Şimdi PKK kurmayları kendi elleriyle yarattıkları bu hastalığın bedelini Türkiye toplumuna hatta gariptir “kendi toplumuna” ödetmek istiyor.

Oysa içe dönüp kapsamlı, sabırla, seri bir sağlık tedavisi uygulamak gerekiyor.

Onlar bu “anlaşılır”, “makul”, “mümkün” ve “tabii” psikolojik travmayı tedavi etmek yerine yanına gittiklerinde gerillaların gözlerinde beliren ateşten korkarak onlar gibi davranıyor, onların suyuna gidiyorlar.

Muhataplarını gerçeklerle yüzleştirmek ve bedeline katlanmak, asıl çözümken, sadece kesif maceraperest dağ ortamının havasını dağıtmaya ve yumuşatmaya çalışıyorlar.

Görünen o ki, çok azı hariç HDP, inisiyatif kullanacak kadar davasına sadık kabul edilmiyor; ağırlık koyacak kadar çalışkan, etkili olacak kadar samimi..

Kobani olayı tam budur.

Kobani olaylarında, akıl almaz, tarihinin belki en adi, seviyesiz, gerici ve ilkel mücadele biçimine girenler, işte bu basiretsiz PKK liderlerinin kendi elleriyle yarattığı, hastalığı bedenlerinde taşıyanlar.

Siz, Kürt hareketini ayakta tutmak için zamanında, genç dimağlara umarsızca yüklenin, her türlü gayri sıhhi aşıyı yapın, sonra onun dezavantajları, yan tesirleri nüksedince, izah etmeden karşı tarafı suçlayın.

Oturun oturduğunuz yerde!

Dönün eserinize bir bakın.

Ne yaratmışsınız böyle!

Kendi necasetinizi kendiniz paklayın.

Bu temizlik süresince de sabırlı ve izanlı olun hiç kimseyi suçlamayın.

Bunu yapmazsanız bir arpa boyu yol alamazsınız.

Ama siz bunu yapacağınıza sadece posta koyuyorsunuz.

İmralı Heyeti olarak, 3 Kasım 2014’de, yapmış olduğunuz basın açıklamasında “gereğinden fazla” öfkeleniyorsunuz.

Şöyle puslu gözle bakıyoruz, siz hala Türkiye toplumuna konuşmuyorsunuz.

Gözleriniz, Türkiye toplumunu aydınlatan kamera ışıklarına bakıyor ama aklınızda ve gözlerinizin içinde Kobani olaylarını organize eden kendi müfritleriniz var.

Söz dinlemeyen gerillalar.

Sizi ciddiye almayan ve gereği gibi davranmadığınızı düşünen bedel ödemiş ve hayatı bitmiş insanlar var.

Açıklamayı yapmak için Sırrı Süreyya Önder en iyi seçimdi ama o da mahallenin “hakim tüzel psikozunu” aşamıyor.

Vicdanımızı ayna yaparak, basın toplantısı düzenleyen Bülent Arınç’ı tekrar tekrar dinledik; kamuoyuna yapmış olduğu “sürece mahkûm da değiliz, mecbur da değiliz” şeklinde belli ki “beri taraf” stresinin yaptırdığı açıklamasında, iyi niyeti aşikar olmasına rağmen, bundan bir kum torbası yaratıp, abartılı ve zembereğinden boşalmışçasına onu dövmek Sırrı Süreyya’nın açmazı.

Süreyya Önder, çok güzel ifade etti ama hileliydi.

Süreyya Önder, özellikle her bir ferdinin mağduriyetine ilişkin, etkileyici ve insani açıklamalarını esas alarak diskuruna yön verse, daha iyi yol alacak aslında.

Ama o da kendi canavarlarına konuşuyor.

Siz Kobani olaylarını yapan kitlenizin sorumlularını getirip teslim etmedikçe, toplumsal kırılmayı asla tedavi edemezsiniz.

Kobani olayları başka bir şeydi, mazeret bulmaya kalkışmaktan vazgeçin.

Yaptığınız ikinci eylem (Dünya Kobani Günü yürüyüşleri) akıllıca idi ve kendi adınıza başarılı oldunuz ama yetmez, Kobani olaylarını asla aklayamaz, unutmayın bunu.

Türkiye toplumu; hükmedemediğiniz 3. PKK’nın (1-Apo PKK’sı, 2- HDP PKK’sı ve 3- Yeni nesil PKK) ne zaman harekete geçeceğinden emin değil.

Siz iç çelişkinizle yüzleşip ve muhtemelen esaslı bir iç çatışma yaşamadan normalleşemeyeceksiniz.

Öyle görünüyor ki, başka Kobani’leri size rağmen yaşayacağız.

Derin karmaşık korkularınızdan ve amansız çelişkilerinizden kaçmayın.

Elbette Kürt iradesi var etmek bedellerle oldu, bilin ki, çözüm de bedel almadan asla gerçekleşmeyecek.

Maalesef.

Keşke doğanın bu trajik kanunları olmasa!

Siz de biliyorsunuz ki mesele Bülent Arınç değil.

Muhatabınız da değil.

Sizin tek bir muhatabınız var: Toplum, Millet (ve millete tercüman olan bir avuç devrimci)

Ne siz Kürt halkı adına konuşma yetkisine sahipsiniz, ne Arınç Türkiye toplumu adına konuşma yetkisine sahip.

Bülent Arınç, iyi bir insan ama bu meselenin özünden kopuk.

7 Şubat krizi, Gezi olayları ve 17 Aralık olaylarında elini taşın altına koymamış hiç kimse sizin muhatabınız değil. Olamaz da.

Onlar devrimi ıskaladılar.

Ancak arkasından koşarlar.

Bu nedenle onların davranışları ve sözleri makamsızdır, akortsuzdur, detonedir.

Bazı sözler var ki asla söylenmez. Bülent Arınç da öyle.

İyi niyetle söylenmiş sözlerden dolayı birbirinden düşmanca ayrılmış nice âşıklar var.

“Çözüm sürecine mahkûm değiliz, mecbur da değiliz” sözünün en sorunlu yanı, toplum adına konuşma biçimidir.

Böyle konuşan kaybeder.

Ne Kürt sorunu PKK’nın malıdır, HDP’nin malıdır, Sol’un malıdır ne de çözüm süreci AK Parti kurumsallığının malıdır.

Kürt sorunun tarafı sadece HDP değildir o önemli bir enstrümanıdır, tümün parçasıdır.

Çözüm sürecinin tarafı sadece hükümet değildir, o esaslı bir dinamiktir, efkar-ı umumiyenin parçasıdır, ümmet adınadır, millet adınadır, hak ettiği oranda ve hak etmeye devam ettikçe var olacaktır.

Millet; Kürtlerden de, Türklerden de, hükümetten de, devletten de büyüktür.

Hepiniz Millet’in size verdiği görevleri pratize ediyorsunuz.

Bu; hiçbirinizin ayrıcalığı değil, görevi.

Toplum, halklar, millet hatta çok uzaktan “Doğu” irade koyuyor siz uyguluyorsunuz.

İsterseniz tersine çevirelim; siz irade koyun toplum uygulasın.

Aslında bu daha iyi olur…

Yardan aşağı salınan kâğıdın arka yüzündeki cümleyi de gurup vakti ışığı okudu:

“Milletin size verdiği ev ödevini yapın, uzatmayın!”

omeraltass@gmail.com

twitter.com/omraltas

http://www.facebook.com/Ömer Altaş

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s