‘Başkanlık tartışmalarına atfen’
Kabrinin başında duadan başka bir ses duymayan Selahaddin Eyyubi’nin kulağına; 724 yıl sonra, 9 Aralık 1917 günü, farklı bir hitap ilişti:
Kalk Selahaddin! Biz, yine geldik!
Kudüs’ü işgal eden İngiliz Orduları Komutanı Edmund Allenby; işgalin ikinci günü Selahaddin’in Şam’da bulunan kabrine giderek ona böyle seslendi.
Mehmet Akif Ersoy’un tanımıyla Şark’ın en sevgili sultanı Selahaddin, bir komutan olarak, işgalci Allenby’in bu meydan okuma biçiminden incinmiş olmalı.
O günden bu güne, olasıdır ki; Selahaddin Eyyubi, ruhuna hediye edilen fatihalardan yetinmeyerek ruhunu şad edecek yeni büyük sadayı bekliyor.
O günden bugüne; Doğu, Selahaddin’in ruhunu arıyor.
Doğu, Doğu olarak var olduğu sürece Selahaddin Eyyubi’nin ruhu, bedenine gireceği kahramanı arayıp duracaktır.
Diğer bir ifade ile; Batı, Haçlı içgüdüsüyle Doğu üzerinde egemenlik kurmaya devam ettiği sürece bu akıbetle karşılaşması en uç aralıklarla ya mukadder ya muhtemel olacaktır.
Asrın başında, Abdülhamit Han ve Enver Paşa ile umutlanan Şark, bu derin ontolojik arayışı hiç unutmadı.
Bugün, mütekebbir İngiliz Allenby’in, Selahaddin Eyyubi’nin kabri başından ayrılışının üzerinden 98 yıl geçti.
Doğu, büyük jeopolitik dönüşümlerin ve globalleşmenin keşmekeşi içinde kendine yeni bir yazgı oluşturmaya çalışıyor.
Selahaddin Eyyubi; dışarıdan Haçlılar, içeriden, karargâhında iki kez suikastlarına uğradığı Haşhaşiler ve arkadan Haçlılarla iş tutan ihanet beylikleriyle uğraşmak zorunda kaldı.
Selahaddin, darmadağın olan Şark toplumlarını topladı, iç barışı sağladı, haçlı saldırılarını durdurdu, Kudüs’ü kurtardı. Hiçbir gayri Müslim’den öç almayarak adalet sistemini icra etti. Yahudileri, Hristiyan katliamlarından koruyarak adını tarihe altın harflerle yazdırdı.
O; Arap, Fars, Kürt ve Türk varlıklarını tek bir hedefe doğru domine etti.
Şarkı ve ümmeti tek bir bayrak altında birleştirdi.
Asırlar sonra birlik bozuldu.
Batı önce Şark kavramını ve ümmet kavramını yok etti.
Şark ve ümmet; içine şeytan kaçmış, ağza dahi alınmaması gereken kavramlara dönüştürüldü.
Batı, Şarkı ve Şarka ait her değeri sefillik olarak kodlamayı başardı.
Şarkın devlet yöneticileri buna iman etti. Şarkın despotlarının toplumlarına karşı her konuşmasının alt metni şu oldu:
Biz adam olmayız. Bizim kaderimizde Hint kast sisteminde olduğu gibi paryalık var. Esaret bizim için bir kader.
Doğu, kendine dayatılan bu inancı ancak yüzyıl taşıyabildi.
Doğu, kalıp gibi canını inciten devletleri sırtından, dayatılan Batı medeniyet imanını ise kalbinden söküp atma iradesini izhar ediyor şimdi.
Afrika, Asya, Balkanlar ve Ortadoğu yenilmişlikten kurtulmak istiyor.
Tarih yeni bin yıla yeni sahife açarak girmeye hazırlanıyor.
Tarihin oluş tarzı kuşbakışı izlendiğinde, enerji merkezlerinin bir seyr içinde değiştiğini görürüz. Keyfiyetini ise birbirini anımsatan şekillerde sürdürdüğüne tanık oluruz.
Haçlı zihniyetine geri dönmeye çalışan, bunun için 11 Eylül’ü, Charlie Hebdo’yu gerçekleştiren, IŞİD’leri üreten Batı, oryantalist Haşhaşi yapıları, Batı’yla iş tutan ve ümmeti kalbinden vuran Pers perspektifi ile Doğu’yu yeni bir doğuma zorluyor.
Tarih, hiç durmayan bir döngü içinde, atomik iç değişimlerin kinetizmiyle mikro ve makro düzeyde engellenemeyen yeni evreler oluşturuyor.
Bu evreler ise tarihi büyük kırılmalara yön veriyor.
Kendini yeni bir kırılmanın eşiğinde bulan Türkiye, tarihin ve küreselleşmenin cilvelenmesiyle jeopolitik bir rüzgârın önünde duruyor.
Bu fotoğrafı, rüzgârın yapıcı ve yıkıcı etkisinin farkında olarak, önüne gelen fırsatı avantaja dönüştürmek isteyen akla, karşı çıkanların diliyle izah etmekte yarar var.
Klasik Türk aydını yeni durumu işte böyle tarif ediyor:
Türkiye; tarihten rol çalmaya çalışıyor. File özenen kurbağa sendromu yaşıyor. Halüsinasyon görüyor.Türkiye toplumu, kendini, milletler topluluğunun yeni hamisi olma rolüne hazırlıyor, devlet yeni emperyal bölge gücü olma telaşını yaşıyor, liderleri kendini muhayyel birleşik bir nizamın başkanı olmaya aday görüyor.
Batıcı ve gerici Türk aydınlarının bu düşüncesini kimse değiştiremez. Onlar bizden değiller.
Onlar, hayal olarak tarif ve analiz ettikleri her şey gerçekleşse dahi, buna inanmayacak, küçümseyecek ve karşı durmaya devam edecekler.
Siz onları ne dikkate alın ne de cevap yetiştirin!
Bu toprakların genç, hakiki münevverleri; geriye dönüp baktıklarında kat edilen mesafenin ne anlama geldiğinin bilincine varsınlar.
Bundan sonra soluğumuzun nereye kadar yetebileceğini bu perspektiften çoklu alternatifler içinde kestirmeye çalışsınlar.
Görünen o ki, tarihin kırılmasıyla, Kızıldeniz misali açılan koridorda daha ileriye gidebiliriz, bu mümkün desinler.
Gelecek binyılı şekillendirecek bir çekirdeğin filizlendiğini fark etsinler.
2071 hedefinin çok üstünde düşünsünler.
Gerici ve batıcı, oryantalist yerli aydınların sesinin her geçen gün daha gür çıkmasını doğal kabul etsinler.
Çatışma tam sınır boylarında yaşanıyor. Buralarda, içeriğinin ne olduğu önemli olmayan, sadece iki farklı dilin konuşulacağını bilsinler.
Sıfır noktasının iki dili: Batı dili ve Doğu dili.
Taraflar; haklılık-haksızlık, doğru-yanlış, iyi-kötü eşiğini çoktan aştılar.
Bunun için, erdemli ve adil devlet arayışınızın, demokratikleşme, sivilleşme, normalleşme çabanızın, onlar katında hiçbir değeri olmadı.
En düzgün, en doğru, en hak zamanlarda bile bazen tam kalbinizden, bazen tam sırtınızdan vurmaya çalıştılar.
O dili konuşanları ikna etmeye çalışmayın.
Biz sivil demokratik devrimin gereklerini aşama aşama gerçekleştirmek için çaba sarf edeceğiz. Çok eleştiriyorlar diye bir tek geri adım dahi atmayacağız. Kendi sorunlarımızı kendi içimizde konuşacağız. Onların dilini asla kullanmayacağız. Temel referans bu olacak. Onlar başkanlık, diktatörlük diyalektiğini sürdürecekler, bizler Doğu’nun en dirayetli liderinden Şarkın en sevgili II. Selahaddin’i çıkar mı diye bekleyeceğiz.
Can Yücel’in Mare Nostrum şiirini okuyacağız.
En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi…
Bir uzun koşuysa Türkiye’nin sivil demokratik devrimi bunun en güzel yüz metresini koşan Reis, Şark’ın en sevgili başkanı olmaya en yakın olan kişidir diyeceğiz.
Türkler, Kürtler, Araplar, Farisiler, Kafkaslar, Balkanlar, uzak Asya ve Afrikalılara yeniden öz güven vererek, kendi ayakları üzerinde doğrulmalarını sağlayarak, bölge toplumlarının birliğini ve ümmetin iç barışını tesis ederek, Batı’nın tükettiği öz demokratik yönetimi inşa etmeye çalışarak, işgalci Allenby’in incittiği Selahaddin’in ruhuna en güzel hediyeyi gönderebiliriz.