Biz iflah olmayız!

Özgecan olayında bize dair

Mersin Cinderesi’nde, üniversite birinci sınıf öğrencisini, önce dikiz aynasından sapkın gözleriyle; sonra darp, bıçak ve levyeyle işkence ederek öldüren, yetinmeyip benzin döküp yakan katil; canavarca bir hisle öldürmekten tutuklandı.

Dehşet saçan Özgecan olayı için Türk hukukunun sıfır noktası ve nihai tanımlaması bu: Canavarca bir hisle öldürmek. Şimdi bir adım geri çekilmeli; zira Türk adalet düzeni olaya el koydu, canavarca bir his psikozu üzerinden hakkını verecek!

Ama göreceğiz ki, yıllar birbiri ardına geçecek, kamuoyu; Özgecan olayını bir film gibi izleyip kanıksayacak sonra bıkıp bırakacak. Bu duygu yeri göğü kapladıktan sonra ancak Adalet kararını açıklayacak. Sadece satır aralarında dolaşıma girebilecek son kararın ne olacağını kestirebiliyoruz. Ne yazık ki, açıklanacak o karar, ne anne babanın yüreğini soğutacak ne de benzer suçların önüne geçilecek bir gözdağı atmosferi oluşturacak. Bilakis anne-baba bir kez daha yıkılacak, serin mermer üzerine yığıldıklarında umuda dair bir işaret bulamayacaklar. Allah’ım, bu toplum, bu devlet, neden bizi anlamıyor! diye bu kez yüreklerinin boşluğuna ve kendi dehlizlerine doğru haykıracak ve gözyaşını içine akıtacaklar.

Özgecan’ın ailesinin yaşamını teslim alacak bu ihtimal var olduğu sürece, işte o süre boyunca Türkiye asla iflah olmayacak.

Nasıl ki, İstanbul’da, üzeri mukavva ile kaplı rögar çukuruna düşüp künk içinde 3 km sürüklenerek can veren 5 yaşındaki meleğin, Dilara Dumru’nun ölümünde, babasının kucağında çamura bulanmış cansız bedenin fotoğrafını unuttuğumuz ve adaleti tesis edemediğimiz için 2007 yılından bugüne iflah olamıyorsak!

Bu zihniyet ve duyarlılıkla, ne din, ne diyanet, ne nizam, ne yeni Türkiye, ne karşıtları ne de başka soyut bir değer, toplumsal ve siyasal ifsadımızı durdurabilir.

Hepimiz polis ruhluyuz. Ancak bitmiş bir olay sonrası yaşam belirtisi gösteren organizmalarız. Soğuk ve sahte adalet koridorlarının uğultularıyız. Gol için maça gideriz.

Her olayı, sonucu üzerinden, hangi hal üzerinde isek o hali güçlendirmek için yazar, çizer, fikir beyan eder ve bağırırız. Her vakayı kendi yüzümüze maske yaparız. Her olayı atlama taşı. Elim olayların tamamını, savaş cephesinde karşı tarafa daha heyecanlı ateş açmanın moral kaynağına çeviririz.

Sadece ölen masumlar; anne babalarından ve gerçek dostlarından başka kimsenin sahici bir şey yapmadığını, yürüyüşleri ve gösterileri düzenleyenleri harekete geçiren asıl dinamiği bilir.

Öyle değil mi ki; bu ülkenin çok daha büyük sorunları var!

Kutsalları ve yaşam tarzı çatışmasını yücelten nice hayat hikâyeleri içinde; bela, afet, travma ve cinayet olmayı bekleyen nice ihmalkârlıklar birikir durur.

Kimse, Dilara Dumru’nun, Münevveri Karabulut’un, Soma’nın, Uludere’nin, Özgecan’ın, bir toplumsal ve siyasal küçük kıyamet alameti olduğunu düşünmez. Bizde kimse; kendine, ailesine, akrabasına, çevresine dönüp bakmaz.

Herkes; kendi küçük çıkmazını, ulusal ölçekte büyük çıkmazların sığınağında örtmeye çalışır. Biz, baş edemediğimiz kişisel sancıları; bir ulvi dava sancısı şemsiyesi altında teskin etmeye çalışırız.

Şundan emin olun ki, Özgecan için samimi olanlar sadece dua ettiler. Allah’ım bizi helak etme diye yakardılar.

Toplumumuzun, milletimizin, ülkemizin felahı ve islahı için doğru dürüst bir katkı sağlayamıyoruz bizi affet dediler.

Biliyoruz ki başımıza gelen bu musibetler iç yüzümüzün bir aynası.

Kendi ellerimizle; ülke ve toplum içinde ürettiğimiz fesadın bir kısmını, su yüzüne çıkararak ve yüzümüze çarparak bizi uyarıyorsun ama biz bunu anlayamıyoruz diye ağladılar.

Aniden, saman alevi gibi parlayarak sosyal medyaya dökülenler, mikrofona uzananlar, sokaklara çıkanlar, köşelerinde kalem oynatanlar; belki de tamamı kendi nefisleri için çalıştı.

Kimliğinin ve mensubiyetinin gücüne güç katmak için çabaladı. İdeolojisinin, tarafının, takımının, mezhebinin, partisinin, inancının ve yaşam biçiminin asaletini dosta düşman göstermek için yüksek ses verdi.

Görüldü ki biz bu tür olayların içimizden çıkmasını engelleyecek bir değere sahip değiliz.

Bir acılı olayın, sade hali, aslında bizi hiç ırgalamıyor. Bir vahim olayda, nasıl insanca davranılması gerektiği konusunda herhangi bir eğitimimiz yok. Tek ahlakımız; kendimizi ve tarafımızı savunmaktan ibaret. Acı dolu bir olay; doktrinasyon süzgecinden geçirildikten sonra ancak, bizde öfke patlamasına neden oluyor.

Her masum ölümde, engel olamayan o toplum ölür.

Her günahsız cinayette, o ülke ölür.

Bir suçsuzun hayatı son bulduğunda onunla birlikte o devlet ölür.

Ancak ve ancak, adalet yerini bulduğunda; yeniden hepsi yaşama döner. Adalet tahakkuk edince sadece masumun ruhu topluma ve aileye geri döner. O ruh döndüğünde toplum o zaman toplum olur. Devlet o zaman devlet olur.

Canavarca bir hisle adam öldürmek terimi, cezasını karşılamaması nedeniyle adaletin iflasıdır.

Değil hukukun, hiçbirimizin ülkenin canavar bitiren iklim koşulları için söyleyeceği bir sözü olmadı henüz.

Samsun, Adana ve Mersin illeri ülkenin sismik sinyal merkezleri.

Sürekli tehlike alarmı veren, yerel sosyal, siyasi ve duygusal kırılma, boşluk, çelişki ve travmaların bileştiği bu iller ülkenin gerçek yüzü.

Özgecan olayı Cinderesinde olmadı: Türkiye’de oldu.

Suphi Altındöken’lerin de ruhunu bozan, zehirli bir sarmaşık gibi ülkenin dört bir tarafını saran Nihilizm yolumuzun önündeki uçurumdur.

Masumların ölümü, toplumun ve devletin intiharıdır.

Bir kez daha ruhu bedeninden çıkan toplum ve devleti yaşama döndürülebilecek miyiz bu defa, bilmiyoruz.

Görünen o ki, bir şansımız var. Bu şansı ikame ettiğimizde ancak, yeniye dair reel bir şey söylemiş olacağız.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s