Cemaat’in* adını koyduğu bir düşmanı var: Siyasal İslam.
Onlar bu terkibi daha önceleri hiç telaffuz etmiyorlardı. Herkes de bilir ki, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, içinde İslam kelimesi geçen bir düşman tarifi sakıncalı.
Cemaat, mücadelesini İslam ahlakı noktasında biçimlendirerek; takva sahibi olanlar ve zaaf sahibi olanlar “temel çelişkisi” bağlamında yürütmek istedi.
Haklılar; başarı için bu son derece reel ve etkili bir yoldu.
İktidarı, dünyanın en özel ve üst insanları olarak ele geçirecekler, tüm muhaliflerini yine dini terminolojilerin referansıyla çok sert yöntemlerle bastıracaklardı.
28 Şubat’ta Cemaatçi polislerin dindarlara yaptığı işkencelerde ve inanmışlık psikozlarında olduğu gibi.
Böylece her şey ‘gerçekten’ güzel olacaktı:
“İslam ve cahiliye.” “Muttakiler ve günahkârlar.” “Korunmuşlar ve avamlar.” İyi çelişki. Bu dilemmalardan sol sıradaki terkipler ile sonuna kadar yürünürdü.
Mücadele biçimi; meşruiyetini kimsenin tartışmaya bile açamayacağı, dindarlar eliyle faşizm ve engizisyon sistemi olacaktı.
Olmadı.
Olaylar beklenmedik şekilde gelişti.
Cemaat “beceremedi.” “Gül gibi işi” yüzüne-gözüne bulaştırdı.
Bir iş alıp beceremeyenler, en müsait zamanda “kapı önüne konulurlar”. Dış veriler, Cemaat’in bu telaşını bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor.
Siyasal İslam’ın; aslında ana düşman olduğunu ilk olarak 6 ay önce Fethullah Gülen, her zamanki gibi “dayanamayarak ve sır tutamayarak” ağzından kaçırdı.
Herkul.org’da yayınlanan Cuma vaazlarından birinden öfkeyle, hınçla ve tüm problemlerin kaynağı olduğuna dair, dünyanın en iğrenç nesnesinden bahseder gibi ilginç bir yüz ifadesi ile kelimesi kelimesine Siyasal İslam olgusunu ana hedef olarak dile getirdi.
Hala bilmiyorduk(!) İşte o zaman kani olduk ki bu bir ihale…
Şartnamesi profesyonelce hazırlanmış, teklif usulü ile ihale yapılarak avansı verilmiş. İhalenin adı: “Siyasal İslam’ı kökünden kurutmak.”
“Siyasal İslam nedir?”
“Siyasal İslam: Fethullah Gülen grubu dışında İslam’ı referans alan her yapı ve her birey”
Tabiatta hiçbir şey kaybolmuyor. Bu kayıtları toplayan ve ekrana aktarabilen bir teknoloji geliştiğinde o gün buna dair seri toplantıları da umarız izleyeceğiz.
Halvette sevişenin eşkere çocuğu olur. Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin de dediği gibi çocuk bir babanın bütün özelliklerini ortaya serer.
Hayat önce yumru yumrudur bir oklava onları açarak olaylar dizinine dönüştürür. Bu nedenle olayları izleyerek olguların kökenine ulaşmak mümkündür.
Tersi de doğrudur: Tek olguya bakarak gelecekte olayların nasıl gelişeceğini tahmin etmek mümkündür.
Cemaat ile birlikte hareket eden tüm aydınlar, artık açıktan Siyasal İslam tanımı üzerinden düşünce ve eylem çerçevesi çizmekten geri durmuyorlar.
Emre Uslu’dan Adem Yavuz Arslan’a, Mehmet Altan’dan Cengiz Çandar’a, Mümtazer Türköne’den Ali Bulaç’a kadar hepsi.
Açık açık söylüyorlar.
Vulgarizasyon değil bu; tam olarak Siyonizm’in jeopolitik terminolojisi ve bölgesel stratejisinin özüdür.
Bir türlü yok edemedikleri Filistin iradesini en kökünden besleyen ana kaynağın ne olduğu üzerinde yoğunlaşa yoğunlaşa ulaştıkları imbik motto bu:
“İslam var ise direniş vardır.”
Onlar siyasal İslam diyerek İslam’ın bizzat kendisini kastediyorlar.
İşte bu tecrübenin; noktası ve virgülüyle birilerinin eline tutuşturulduğu, gözlerimizin içine giriyor artık. Görmemek için kör olmalı.
Toplantı sonrası bir rehavet ortamında, boş bulundukları bir anda ağızlarından dökülen cümlenin bu olduğunu tahmin etmek zor mu?
“Bize direnecek unsurları yok edin kardeşim. Bu kadar net.”
Görülüyor ki söz konusu durum akademik bir tez değil, bir fikir mücadelesi, bir teori, bir analiz değil.
Düpedüz iş.
Bir alışveriş.
Bir ticaret.
Avansı alınmış. Muhammen bedeli belirlenmiş. Yapım şartları profesyonelce sıralanmış. Kurallarla taraflar güvence altına alınmış. Sözleşme şartlarından birinin ihlali ve ihmali halinde ne tür müeyyideler uygulanacağı detaylı belirtilmiş bir iş.
Hayırlı olsun!
O bedel ne ise kursağı tıkasın!
Haramzade oldukları için sirkatin söyler gibi herkesi bu haramzade tanımı üzerinden mahkûm etmeye çalışan psikolojilerini anlıyoruz!
Görüldüğü gibi onlar kınadıkları gibi sadece haramzade değil aynı zamanda İslam’a, dine, diyanete, ümmete, millete ve değişmeye çalışan devlete ihanet eden bir yapı.
Devlet kendisi ile olan ilişkiyi teknik olarak tanımladı: Paralel yapılanma dedi.
Geride büyük tanım boşlukları var:
Onların bizatihi İslam’a karşı olan ihanetinin adı ne? Belki, Doğu tipi Protestanlıktır.
Ümmetin sevincine kastın adı ne? Belki, “içeriden” Haçlı seferidir.
Milleti/toplumun üzerine basmalarının adı ne? Belki, kimlik soykırımıdır.
Demokratikleşmeyi sürekli olarak akamete uğratan tutumlarının adı ne? Belki Fethullahçı faşizmdir.
Bir devletin, bir toplumun ve son dinin “soyunu/kökünü” kurutmak istiyorlar. Üçlü jenosit. Kızılderililer gibi, Filistinliler gibi, Avusturalya yerlileri gibi.
Demokrasiyi Müslüman toplumlar sistem olarak uygulamasını istiyorlar çünkü demokratikleşme Müslümanlaşmayı doğuruyor.
Cemaat’in; çözümün, barışın, demokratikleşme ve dönüşüm iradesinin en zirve anlarında seri darbe girişiminde bulunmasının, böyle derin bir anlamı var.
Ancak bizimkiler meselenin özünü anlamadılar.
Cemaat olayını olmuş-bitmiş bir çatışma olarak görüyor gibi davranıyorlar.
Unutulmamalı; Batı’nın ve Siyonizm’in böyle bir “işi” var.
Bugün bu işi cemaate veriri yarın alır başkasına verir. Anlaşılan o ki, yüksek maliyet nedeniyle bundan sonra da cepheden gelmeyecekler. Fethullah Gülen başaramazsa gözlerini kırpmadan Selahattin Demirtaş’a verecekler. Son aylarda bunu deniyorlar.
Fethullah Gülen ya da Selahattin Demirtaş, Doğu Perinçek ya da Mustafa Destici onlar için birinin yakışıklı diğerinin çirkin olması, kötü insan ya da iyi insan olması, yaşlı ya da genç olması bir öneme haiz değil.
İşi kimin bitireceği önemli.
Bu seçimin özü 2016 Amerikan başkanlık seçimlerinin özü ile aynı.
Eski dünya mı yeni dünya mı?
Bu çelişkinin bu ülkeye yansıyan tarafı eski Türkiye mi yeni Türkiye mi?
Demokrasi mi finans-totalitarizm mi?
Millilik mi Siyonizm mi?
Muhafazakârlık- Sekülerizm ise bu çekirdeğin en dış halkasını oluşturuyor.
Buna direnen tek merkezin “başını”/ “reisini” aldıklarında bütün amaçlarına ulaşmış olacaklar.
Bizimkilerin, flora dünyamızın, basiretini örten müteaddit perdeler görüyoruz. Yeterince güneş almayan bir atmosferin içine girdik.
Şimdi o perdeleri bir bir kaldırın!
Bu seçimde sadece iki güç çatışıyor.
(Ekonomi vurguları yanında) Sadece bunun felsefesini, teorisini yapın.
Başka her şeyi bırakın.
Niye hâlâ Selahattin Demirtaş’ı muhatap alarak onların havuzuna su taşıyorsunuz!
En büyük iyiliği siz yapıyorsunuz!
Hala kürtlük ile Demirtaş olgusunun temelde çelişkili olduğuna dair felsefi-ontolojik ve ‘damardan’ bir söz söylemiyorsunuz.
En değme, en organik aydınlarımız bile ekranlarda bu hatayı tekrar ediyor.
Bu seçimde hangi muhalefet partisi kazansa ya da öne çıksa sadece Paralel kazanmış olacak.
Temel çelişkimiz bu bizim.
Sözümüz.
Felsefemiz.
Realitemiz
Yolumuz.
Yelpaze muhalefetin her başarısında kuşkusuz Paralel kazanmış olacaktır. Çünkü doğal olarak her yapının ve TÜSİAD’ın koçbaşı olan ya da onları teslim almış ve alacak kadar profesyonel, örgütlü ve küresel şer bir networkü var.
En küçük bir tökezlemede devletin bütün kadrolarını kendi vesayetleri doğrultusunda doldurabilecek paralel güçleri var.
Detaylarda niye boğuluyoruz anlamakta güçlük çekiyoruz.
Siz sadece “Büyük Fotoğraf’ı” gösterin, toplum, detayları kendi kendine dolduracak basirete sahip. Hatta Büyük Fotoğraf’ı, siz de, tam fark ettiğiniz zaman, şu an gözünüzde büyüyen her şey küçülmüş olacak.
Kendi ellerinizle muhalefetin saksısına su döküyorsunuz, zehirli sarmaşığı büyütüyorsunuz. İstemeden de olsa eski düzenin ve eski dünyanın yelkenini rüzgârla dolduruyorsunuz. Bazen bazı kişiler konuştuğunda sussa aslında daha iyi olur dye düşünüyoruz.
Seçim sonuçlarında sorun yok ama her zamankinden daha güçlü çıkmak gerektiğini unutmayın.
Anayol bu değil. Tali yollardasınız!
Dün akşam, kızım yanıma yaklaşıp “baba niye üzülüyorsun?” dediğinde şaşırıp anladım ki yine duygularımı gizleyememişim.
Dört yaşındaki kızıma bu düşünceleri nasıl anlatabilirdim ki?
Güzel yüzüne şöyle bir baktım.
Sadece gülümsedim.
* “Cemaat” tanımını, istemeyerek ama bilerek ve zorunlulukla kullanıyoruz. Çünkü Paralel tanımlaması devlete ait teknik bir tanımlama. Çağrışımları felsefi-toplumsal anlamlandırmanın altına çekiyor. Cemaat kavramını getirdikleri yere bakıp bir kez daha mesut olsunlar.