Türkiye 1 Kasım seçim sonuçlarına odaklandı.
Gazeteler
İhtiyaçlar olguları, olgular isimleri var eder.
İsimler; ihtiyaçların en dar halidir. İsim, bir dünyayı harflere sığdırmaktır. Aslında her isim, koca bir anlama yazık etmektir.
Vizyonsuz insanlar isimleri, akıllılar olguları, bilgeler ihtiyaçları referans alır.
Türkiye’nin demokratik dönüşümü bir ihtiyaçtı. Bu ihtiyaç; süreçte ortaya çıkan tüm olgu, yapı ve isimlerden daha büyüktü. Ancak gördük ki, olgu ve yapılar ihtiyacı daralttı. Gün geldi ihtiyaç kendi sürecine mahkûm oldu.
Bu; tarih boyunca tekerrür eden hem yaşamın bir ironisi hem felsefi bir açmaz.
Hayat bu gerçeği, getirip burun direğine dayatmadan önce onu bizim görmemiz gerekir.
Türkiye, 21. yüz yılın başında temel bir ihtiyacını gidermeye çalıştı.
Eski yapının değişmesi yeni bir yapıya evirilmesi gerekiyordu.
Demokrasi hareketi başladı, eski yapı hükmen tarih oldu.
Bu süreçte ülke, sıra dışı olaylara tanık oldu.
Gelinen noktada; ülkenin kendini yenilemeye ihtiyacı var.
Kapsamlı yeni bir demokratikleşme ve toplumsal barış hamlesi şart.
Bu hamle, “yeni hal” göz önüne alınarak profesyonelce çalışılmalı.
Birinci dönemde, “tam yenerek” sonuç almayı bekledik… Gerçekleşmedi.
Eski devlet yapıları, ikna ettiğimiz toplulukları bir şekilde yanlarına çekti.
Şimdi bu gerçeğe göre, yol haritası çıkarmalı.
Yeni döneme, yeterince şişmiş bir psikolojiyle giriyoruz.
Yoğun toplumsal stres; ya kendi kendini patlatacak ya da kontrollü olarak boşaltılacak.
Öyle seziliyor ki, önümüzdeki süreçte oluşturulacak yeni siyasal dalgalar, boy aşacak!
1 Kasım’da AK Parti’nin tek başına iktidar olma olasılığından dolayı bu noktalara dikkat çekiyoruz.
Bu gerçekleştiğinde, 7 Haziran sonrasından daha zorlu bir süreç önümüze gelecek.
Önlem almalı.
Rutin halimiz; kanodaki eli baltalı bir Kızılderili’nin akıntıya kapıldığını bile bile ısrarla kovboyla kavga etmesine benziyor: “Şelalenin döküldüğü yerde, ölürüm ama düşmeden önce şu beyaz adamı yenmeliyim!”
Demokratikleşmenin birinci döneminin en büyük handikabının ne olduğunu tespit etmek bize yeni dönemin yol haritasını verir:
2010 referandumunda evet oyu kullananlar bunun, kendi partisine rağmen başka bir partinin lehine olmasını önemsemediler.
Yeni dönemin en önemli kırılması buydu.
İlk dönemde, demokratikleşmenin ne pahasına olursa olsun herkesçe kabul göreceğini düşündük. Diğerlerini, özellikle psikolojik dinamikleri ihmal ettik.
Ancak gün geldi bazı toplumsal bloklar, kırılmanın yaşandığı, beş yıl önceki aynı noktaya dönüş yaptı.
Duygusal kopuş yaşadılar.
Aynı işyerinde çalışanlar, aynı soyadı taşıyanlar, aynı mahallede yaşayanlar, sosyal medya arkadaşları, aynı takımı tutanlar, hemşeriler, Aleviler, Ermeniler, Kürtler, Türkler, Hanefiler, Şafiler kendi içinde parçalandılar.
Süreçte, eski düzenden beslenen üst yapılarla bu yapıların hitap ettiği topluluklar, yekpare oldu.
İki olgu birbirinden ayrılmadı ya da ayıramadık.
Sonucu var eden nedeninin önemi yok.
İlk adımı yine “biz” atmalıyız.
Bugüne kadar AK Parti kendi programını uyguladı. Demokrasinin bir gereği olarak bu uygulamaya devam etsin.
Ancak günün ihtiyacı, bir partinin özel programından çok daha büyük.
Bugüne kadar AK Parti ile alınan yol, AK Parti’nin bir parti olgusuna kilitlenmesinden dolayı tıkanmış görünüyor.
Bu dramatik ama anlaşılır bir durum.
Bu handikabı aşacak tek kurum, teknik olarak, Cumhurbaşkanlığı makamı.
Daha basit anlatalım.
Yeni sürecin işaret fişeğini atacak tek aktör Cumhurbaşkanı.
Tarih, buradan bize yeni bir yol açacağını ilham ediyor.
Dolayısıyla AK Parti yetmez, bütün topluluklara hitap etmeli.
“Ey vatandaşlarım” demeli.
“Ey milletim, ey toplumum, ey benim aziz ülkem! Ey laik vatandaşlarım! Ey Sol görüşlü, sağ görüşlü vatandaşlarım! Ey Kürt milliyetçisi, Türk milliyetçisi vatandaşlarım! Ey Ülkücü vatandaşlarım, ey muhafazakâr, İslamcı, dindar vatandaşlarım! Ey Alevi vatandaşlarım! Ey Ermeni, Rum, Yezidi, Nusayri, Şii, Arap vatandaşlarım size, hepinize kucak açıyorum.
Ne olursanız olun gelin. Birlikte yürüyelim. Kimlik ve ideolojik siyaset dönemini aşmalıyız. Amacımız daha güzel bir yaşam için mücadele etmek olmalı.
Tabi ki, demokratikleşme sürecinin cilveleri oldu, kavgalar ettik, birbirimizi kırdık, incittik.
Bir yerde bunlar olağan, hepsi geride kalmalı.
Geleceği hep birlikte kuracağız.”
Toplum bu sözleri duymalı. (Bu sözlerin bir istisnası var; yabancı devletler adına çalışan ajan yapılar.)
Bu ülke sadece dindarların tatmin olmasıyla ayakta durmaz.
Toplumun bir kesimi, “Erdoğan’ın kafasının arkasında ne var?” duygusu yaşıyor. Bunu anlamalı.
Jeopolitik döngü, tarihsel evreler mucibince, din eksenli imparatorluklar dönemi geride kaldı.
Felsefi ve teorik İslamcılığın, büyük sınavı tam bu nokta.
Toplumun, “Erdoğan’ın duracağı son yer neresi?” sorusunun cevabına ihtiyacı var.
Bu his, temel ve hakiki bir gerçekliğe karşılık geliyor.
Bu soruya verilecek içten bir cevap; algıyı baştan aşağıya değiştirme, yeni bir süreç başlatma gücüne sahip.
Acaba Cumhurbaşkanı, kritik seçimin son haftasında, bu mahiyeti dikkate alan, Mısır’daki hitabına benzer bir konuşma yapar mı?