Kandil mi İstanbul mu?

İstanbul’un Levent semtinde nezih bir lokantada, iyi derecede Kürtçe konuşan arkadaşıma yönlendirmemiz olmadan kendiliğinden açılan, taş fırına etli pide sürüp duran PKK’lı ustanın gözleri farklı bir dünyanın penceresiydi.

Onlar konuşuyor, ben bu pencerenin açıldığı ibret dolu dünyayı izliyordum.

Atilla İlhan’ın “Benim için her şey aleladenin haricindedir” dizesinin altına oturup düşünmeye başladım:

Yaşam karşısında her ideoloji nihayetinde havlu atıyor.

İdeoloji, durup dururken hayata biçim vermeye çalışan bir ütopyanın adı.

Yaşam gürül gürül akan bir nehir.

İslam bile nehrin kendisi değil nehrin berrak akmasını sağlayan bir araç. Bu özelliğini yitirdiğinde din, yaşam karşısında tutunamıyor.

Devrimci filozoflar yanlış yaptılar, Kapitalizm’le topyekûn eşitleyip yaşama biçim vermeye kalkıştılar. Karl Marks Kapitalizm’e değil yaşama yenildi.

İslamcılık da yanlış yolda tüm Batı’yı Kapitalizm’le eşitledi.  İslamcılık Batı’ya değil yaşamın akış yönüne yenildi.

Doğu’da İslamcılık ve Solculuk aynı zamanda bir Batı projesi.

Organik sahici itirazları boğsun, yerli dinamikleri yaşam dışına itsin diye her iki dinamiğin sahtesine öncülük ettiler.

İngiltere aklı; Arabistan üzerinden yapma İslamcılığı, Rusya üzerinden yapma Solculuğu ülkeye soktu.

Projenin asıl önemi, her iki ideolojinin ters ivmeyle Batıyı konsolide etmesinden kaynaklanıyor.

Batı, Doğu’yu bu yöntemle farklı bir gezegen algısı içinde tutuyor. Doğulular farklı bir gezegenin insanımsı yaratıkları. Böylece Batı, gezegenin bu garip yaratıklarının elinden kaynaklarının tamamını aldığında vicdan azabı çekmiyor.

Batı, İslamcılığa ve Sola intikam duygusu aşıladı.

Radikal solculuk ve radikal İslamcılık elinde gelse Batıyı içindeki nehirleri, doğası, çoluğu çocuğu, toplumları ve coğrafyasıyla birlikte batıracaktı.

Gün geldi yaşam Doğu’ya ve yerli dinamiklere alan açtı.

Millet öne çıktıkça Doğu’nun bütün “Solları” ve yapay İslamcılıkları Batı adına savaşa koşuldular.

Bölge, “yerlileştikçe” Sol ve İslamcılık ana rahmine döndü.

Bu fıtrat, Doğu’daki asıl çatışmayı “yerlilik” ve “Solculuk-İslamcılık” çelişkisine kilitliyor.

Şark’ta Sol ve İslamcılık; Batı adına Şark’la savaşıyor.

Ortadoğu’da siyaset yerelleşecek, bu dönüşüm devam edecek ama karşısına Sol ve İslamcılık çıkmaya devam edecek.

Buckingham Sarayı, filizlenen yeni organik güce karşı muhtemelen yakında İslamcılık üzerinden rafine komplike yeni bir atak daha yapacak.

Sol ve İslamcılık; Doğu fiilen Batı’nın olduğu zamanlarda “muhalif” görüntü veriyordu, Doğu özüne dönmeye başladıktan sonra da tek tek “statükocu ve devletçi” oldular.

Sol ve İslamcılık aslında, Doğu’nun her karışında Batı Sömürgeciliğinin nöbetini tuttu.

Türkiye’de; eline silah alan radikal İslamcılığın, Cemaatçiliğin ve krema entelektüel İslamcılığın öyküsüne bu gözle bir bakın.

Ne idiler ne oldular.

Kime karşılar kimden yanalar.

Bu nedenle Müslüman toplumlarda yerli dinamiklerle sorun yaşayan, toplum dışı bir duruş sergileyen legal-illegal her yapı son tahlilde inorganik.

Her iki ideoloji Doğu- Batı ikiliğinin fetret dönemlerinde belki anlamlı bir iç çelişki, çatışma dönemlerinde ise sömürgenin ordusuna dönüştüler.

Bugün yaşanan; III. dalga, zamana yayılmış bir Batı kolonyalizmi.

Bunun Türkiye bağlamında dört büyük yapısı var. Türk solu, Kürt solu, Cemaat ve elitist İslamcılık.

Bunlar eski Batıcı düzenin yeni Türkiye’ye sarkan iç çelişkileri.

Şimdi hepsi birden Batı’nın temel çelişkisine koşuldular. İçlerinde bu realiteye direnen unsurlar olsa bile üst yapılar bu misyonun taşeronları.

Dört unsur da yaşamın akış yönüne ters bir duruş sergilediler, bu nedenle ortada yalnız ve çıplak kaldılar.

Bir ihtiyaca karşılık gelme misyonundan hızla çıkıp kuru bir ideolojiye dönüştüler.

Onları; “yaşamın yönü” ve “yerlilik” olgusu ile olan tezatlıkları altüst etti.

Savaşlarda sonucu belirleyen şeyin öznel koşullar olduğu sanılır, oysa, yenmek-yenilmek objektif koşullara mebni.

Objektif koşullar bugün Türk Solu’nu hükümsüz bıraktı.

Cemaat hükümsüz. Elitist İslamcılık hükümsüz.

Kürt Solu da yakında hükümsüz olacak.

PKK’yı TSK, HDP’yi AK Parti yenmeyecek.

Tersine çevirdikleri yaşam yönü ve yerlilikten kopuş realitesinin domine ettiği objektif koşullar; HDP’yi siyaseten tüketecek.

Kürt’ün ana ekseni İstanbul. “İstanbul” dışında herhangi bir merkeze yöneltilen Kürt momenti başarılı olmaz.

İstanbul’un Levent semtinde sıradan bir PKK’lı genç, bugün imdat çığlıkları içindeki örgütün çağrılarına hala bir cevap vermek istemiyorsa, lokantada pide pişiriyor, üstelik kafası karışıksa, örgütün son tutumunu anlamsızlık olarak tanımlıyorsa, hiçbir güç değil “Türkiye Kürt’ünü”, “Türkiyeli PKK’lıyı” bile PKK’nın ölüme çağıran, Türkiye ile duygusal bağını koparan ve Türkiye’ye yabancı devlet muamelesi yapan yeni sürecine ikna edemez.

Sıfır noktasından bakan o gözde bütün gözlerin izini gördüm.

Anladım ki, hiçbir güvenlik ve ideolojik argüman, pide ustasının gözündeki ifade kadar belirleyici olmaz.

Eminönü’nde ülkücülerle birlikte çektikleri halay PKK’lı Maruf için barış ve yaşamdı, hendek siyaseti yalnızlık ve ölüm.

Aşama aşama; çırpınacaklar, bağıracaklar, aşırı öfkelenecekler hatta çıldıracaklar ama tüm çabaları boşa gidecek.

Köprünün altında nice suların aktığını fark etmiyorlar.

Onlar, kendi Kürtlerini, bu yeni na-makul çelişki karşısında bir tercih yapmaya mecbur bırakmayacaklardı(!)

Kandil mi İstanbul mu çelişkisinin ufuk çizgisinde Kürt, yaşamı ve İstanbul’u tercih edecek.

Atilla İlhan sahiden güzel söylemiş: “Benim için her şey aleladenin haricindedir”

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s