Sur’a giren müteahhit ve işçiler hedefimizdir. Orada çalışan Kürtler kendilerini sivil görmesinler, öyle sivil olunmaz. ‘İşsiz kaldım çalışıyorum’ olmaz, orada çalışamazsın.
Mustafa Karasu-PKK
Bir köy delikanlısı, çeşme başında alımlı kızı fark eder.
Çarpılır.
Kendi kendine mırıldanır:
“Seni avradım yapacağım!”
Yüzyıllardır kendini tekrar eden köy hayatı kızı, bu “edilgenliği” normal ve doğal görür.
Rutin köy işleri, aile baskıları, bitmez-tükenmez dedikodular ve ergen sendromlar içinde bunalmış kızın narin ruhu, meçhul bir sandala binmeye karar verir.
Münasip bir boşlukta, delikanlıya gülümser.
Köy aşk tarihinin en etkili bu fotoğrafı bir oka sarılarak delikanlının kalbine sonuna kadar girer.
Bu gülümseme; iki hayatı birden, özgürlüğün sonsuz olduğu zannıyla içinde özgürlüğün en az yaşandığı yedi kat kilitli bir kodese bırakır.
Erkeğin ağzından tek kelime çıkar:
“Benimsin!”
Kız bu sözden gurur duyar, ayağı yerden kesilir.
Biri onu seçmiştir artık özeldir!
Ömür boyu yaşayacağı olumsuzlukların kaynağı işte bu söz karşısında gösterdiği koşulsuz cilvedir.
“Evet seninim” duruşu insanoğlu gibi bir nankörün başından aklı, kalbinden merhameti alır.
Kız savunmasız erkek tam teşekküllüdür.
Şimdi kız sadece erkeğin mayasının insafına kalmıştır.
Vermezler, delikanlı son çare kızı kaçırır. Ve kız o eli tutar!
Aşk durdurulamaz.
Ayrı kaldıkları her dakika onlar için bir ıstıraptır.
Birbirinin irileşen gözbebeklerine baktıklarında, dünyada var olan hiçbir şeyin bu masumiyete zarar veremeyeceğinden tekrar tekrar emin olurlar.
Tam bu anda hayat, oyununu oynamaya başlar.
Kural dışı yaşayan bu iki aşığı ya sistem dışına atacak ya da sıradanlaştıracaktır.
Aşk, hayatın bu büyük oyununun en etkili aracıdır.
Aşk görevini yapar, iki tarafı kucağına alarak sıkar sıkar bırakır.
Âşıklar daralır, ilişki geri sarmaya başlar.
Eskiden olduğu gibi sorunlarını tek tek, aheste aheste konuşup çözemeden peş peşe insafsız yeni problemlere muhatap olurlar.
Aşk, aradan çekilir.
Geldiğinde kendini göstermez gittiği de belli olmaz.
Âşk gider ama onlar “alışkanlıklarına” devam ederler.
Dillerinde yine aynı sözler vardır. Davranış kalıplarını sürdürürler.
Ama “gerçeklik” kaybolmuştur.
Tiyatro başlar. İki taraf düzenli rol yapar.
Bu durum aralarındaki ilişkiyi daha bir karmaşık hale getirir.
Her şey başa döner.
Soğukluk, ifadesizlik ve kalbin arkasını görememe hali kahreder.
“Aşkım!” ve benzeri ifadelerin içi boşalmıştır.
Karşılıklı söylenen güzel sözler altında hayat; aşka dair ne varsa tek tek tüketmektedir.
Kadın tevekküllüdür ve sabır taşıdır. Ama erkek, eski halin mutlaka geri dönmesi gerektiği çabasıyla dengesini ve izanını kaybeder.
Ayrılık fikri, feodal kaygıların tamamını, zayıflamış kalbine hoyratça yığar.
Altından kalkamaz.
Ya kendini,
Ya aşkını,
Ya da önce aşkını sonra kendini vurur.
Hayat, bir anormalliği daha gömmek için onu var eden nedenlerin boğazından elini çekmez.
Türkiye’de Sol örgütler, köy tipi örgütlenmelerdir.
Feodal karakterlidirler.
Militan Türk solu, uzaktan topluma, neyin ne olduğunu bilmeden “benim” der.
“Halkım!”
“Seni ölesiye seviyorum halkım!”
“Sana canım feda!”
Türk solunun trajedisi, kendine yar olmayan toplumu başkasına yar etmemek üzerine kuruludur.
Aşk ve nefret ilişkisi aynı anda işler.
Derin boşluk ve bitmeyen kaygılar Türk solunu şizofren yapmıştır.
Kitlenin arkadan gelmeme hali kronik bir öfke ve hınç üretir. Acı hissi derdine deva olur. Militan Türk Solu, bu nedenle sürekli kendini parçalar. Sadece “Mazoşizm” onu teskin etmektedir.
Silahlı Kürt Sol’unun kaderi militan Türk Solunun kaderinden farklıdır.
Mutlu-mesut günleri olmuştur.
“Benim halkım!”
“Benim kimliği inkâr edilen halkım!”
“Kürt halkı için canım feda!”
“Halkım olmadan asla!”
Ancak hayat ona da oyununu oynamıştır.
Hayat; anormallikte ısrar eden yapıyı perçeminden yakalayarak tam tüketmeden bırakmayacaktır.
“Kürt halkının onurlu mücadelesi”, “gerçekliğini” yitirmiştir.
İddiaların içi boşalmıştır.
Aşkın mabetlerine ne giden vardır ne gelen.
PKK bu “aşkın” devam ettiğine inanmak istemektedir.
Kürtlerin gözünde fer kaybolmuştur.
Anketlerdeki oyun kemiyeti var “hükmü” yoktur.
Herkes görecek ki, bundan sonra da olmayacaktır.
İlişki bitmiştir.
Devam eden; “alışkanlıklardır.”
Kürtler orada durur, olaylar olur, mayınlar patlatılır, medyası yayına devam eder, belediyeler para akıtır, mekanizmalar işler, yaptırmayacağız ettirmeyeceğiz sloganları atılır, her şey sanki eskisi gibidir ama değildir.
Daha önce kendine gülümseyen Kürt’ün o meşum ifadesizliği, o kahreden tepkisizliği “kendine ve Kürtlere” dair içten içe biriken bir öfke ve hınç üretir.
PKK lider kadrosu, bıçkın yirmili yaşlardan beri kendilerini halka adadığını anlatır dururlar.
Bu kadar olay olur neden metropol Kürtleri ayaklanmaz!
Neden Güneydoğu illeri sel olup ‘faşizmin sarayını’ basmaz!
Topyekûn ayaklanma çağrımız nasıl karşılıksız kalır!
Bu benim ben, ben PKK!
Ben senim sen ben!
Ben aşkım!
Ben Tanrıyım!
Konuştukça zavallılaşır, itibarı azalır.
Bir feodal, itibarsızlığı asla kaldıramaz.
Önce iddialarının tamamını ayakaltına alacaklar, barış arzusuyla günlerce kapı eşiğinde yatacaklar. Bu dilenci hali kamuoyu gözünde bir efsaneyi yerle bir edecek. Bunu bilecek ama bundan kaçamayacaklar, deneyecekler.
Son günlerde PKK ve HDP’nin telaşla tekrarladığı silah bırakma çağrısı, müzakere masasını kutsama senfonisi, özyönetim eleştirisi ve Figen Yüksekdağ’ın “bu vatanı size yem etmeyeceğiz, parçalatıp böldürmeyeceğiz” çıkışının ontolojisi budur.
Barış çağrısını, sadece Kürtlerin kendilerini affetmesi için yapıyorlar.
Yoksa kuşku yok ki, devleti ve milleti yine arkadan vuracaklar.
Önceki dönemlerini arıyorlar.
Bu onları daha fazla küçük düşürüyor.
Öfkeleniyorlar.
Buna neden oldukları için hayranlık duydukları (!) Kürtlere karşı daha fazla kopuş yaşıyorlar.
Bu hal Kürt’e bil fiil zarar verme duygusunu körüklüyor.
Dün Mustafa Karasu’nun, daha önce Duran Kalkan’ın yaptığı açıklamalar ve Cemil Bayık’ın telsiz konuşmaları böyle bir serüvenin refleksi.
Bu aşamadan sonra PKK göreceğiz ki, her geçen gün daha fazla Kürtlerin canını acıtacak.
Mazoşizm.
Onlar fasit daire içinden çıkmayacaklar.
Bu nedenle fiilen tanık olduk ki, PKK militanları, bitsin bu anlamsızlık duygusuyla PKK’nın tasfiyesini içten içe onaylamaktadır.
PKK’nın yok olması, bizzat HDP’li Kürt’ün iç duasıdır.
Öylesine ikili bir duygu ki bu; cenazesinin başında yas tutacaklar.
Zehirli sarmaşıklarına.
Kadersizliklerine.
Yaşanmışlıklara yas tutacaklar.
Sonunda HDP sosyolojisi PKK’yı gömecek, mezarının başında gidip gözyaşı dökecek.
Bu iş böyle bitecek.