Laiklik, IŞİD ve Reina

Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nu uzun uzun kritik eder ama Alparslan’ı tartışmayız.

Anadolu Selçuklu sultanlarını münakaşa eder ama Süleyman Şah ve Ertuğrul Gazi’yi gözümüz gibi koruruz.

III. Haçlı seferindeki strateji problemlerini biliriz ama Selahaddin Eyyubi başkadır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun nice tasarrufunu mahkûm ederiz ama Şeyh Edebali, Osman Gazi ve Fatih Sultan Mehmet’i tartışmayız.

Yıkılış ve çöküş dönemini etüt ederken infiale düşeriz ama II. Abdülhamid’i üstte tutarız.

Türkiye toplumu, aynı formasyonu fikri, dini ve kültürel alanlarda da özel bir bilinç ve ferasetle uygular.

Cumhuriyetin ilanı sonrası gri noktalar, pratik hatalar ve ardıl hükümetlerin yanlışları konuşulsun.

Ama Mustafa Kemal de artık tartışılmasın!

Bununla mukaddesatçı yeni bir fetişizm var etmeyi düşünmüyoruz.

Gelinen noktayı esas alıyoruz.

Toplumsal insicamı kalıcı bir şekilde bihakkın inşa edecek kök ve temel dinamiklere dikkat çekiyoruz.

Devlet ve millette devamlılık esastır.

Bugünden varoluş noktasına, müstesna nakil hatlarına ve referans değerlere tutunarak gidebilmeli, aynı suhuletle hiçbir kopukluk yaşamadan bugüne dönebilmeliyiz.

Cumhuriyet’in kuruluş dönemi mağdurları Aleviler, Kürtler ve dindarlar, olgusal düzeyde Mustafa Kemal Paşa’yı tartışmayı bırakmalı.

Aleviler bu sorunu çözdüler.

Kalpleri kırık ama normalleştiler.

Pragmatik nedenlerle PKK’nın, son dönem devlete karşı stratejik üstünlük kurma arayışı bu konunun Kürtlerin gündeminden de düşmesine neden oldu.

Solcuların ve Türkçülerin de bu konuda sorunu yok.

Geriye dindar ve İslami siyasi yapılar kaldı.

Bu konuda derin bilinçaltımız var:

“İslam’a çok zarar verdiler.

Bizi Batıya köle yaptılar.

Amaçları bizi Hristiyan yapmaktı.

Aslında o İngilizlerin adamı!”

Bu insiyak, normallik üretmez.

Dindarlığın normalleşmesinin yolu, ideoloji-dışı kalmaktan geçer.

Bu konuda en iyi ölçü ‘toplum refleksidir’.

Normalleşmenin referansı bu olmalıdır.

Milletin nasıl da her olgunun hakkını verdiğini görün.

Bugüne kadar Laiklik ve Kemalizm çok eleştirildi.

Gelinen noktada, biraz da dindarlara seslenmeli.

Devlet ve millet kendilerine teveccüh etti.

Demokratik dönüşüm sürecinin taşıyıcısı oldular.

Toplumun yüklediği ödevi yapmadıklarında, bahane ürettiklerinde, savsakladıklarında ve ertelediklerinde kuşkusuz gözden düşecekler!

Devlet ve millet onlardan da yüzünü çevirecek.

Kendilerinden beklenen milleti topyekûn yüceltmek, iç barışı tahkim etmek, perçinlemek.

Adalet, eşitlik, merhamet, ehliyet, liyakat, hukuk, kardeşlik, iktidar ve servet dağılımını hakkaniyetle tesis etmek..

Toplumun siyasetten beklentisi budur.

Ed-Devlet daima yeni, diri sınıfları hazırda bekletir.

Yerlerine, temayülüne bakılmaksızın yenisi ikame edilir; bakakalırlar!

Dindarlar, Osmanlı denildiğinde Asr-ı Saadet ve iman duyarlılığı, Türkiye Cumhuriyeti deyince Dar’ul Harp ve küfür teyakkuzundan arınıyor; daha da arınmalı.

Birlik ve dirliğin hakkıyla inşa edilebilmesi için, bir dindarın da en dip bilinçaltıyla yüzleşmesi ve konunun açıktan tartışılması gerekiyor:

Bu ülkenin kimliği; felsefi, kültürel, jeopolitik, teritoryal ve dini anlamıyla re’sen ve resmen Müslümanlıktır.

Bunu dün anlamayan muhafazakârlar bugün anladılar.

Henüz anlamayanlar ise yarın mutlaka idrak edecekler.

Dış dünya ve medeniyetlerden kuşbakışı bakıldığında; fotoğrafta ne görülüyorsa yaşam o görüntü üzerinden yol alır.

Şimdi biraz da dindarlar konforunu kaybetsin.

Fikri sermayelerinin ve cephanesinin tükendiğini hissetsinler:

Türkiye Cumhuriyeti Müslümandır.

Mustafa Kemal Atatürk Müslümandır.

Laikler Müslümandır.

Solcular Müslümandır.

Aleviler Müslümandır

Milliyetçiler Müslümandır.

“Ateistler” Müslümandır.

Türkiye Müslüman bir ülke, mütemmim cüzleri de bilvesile Müslüman’dır.

Bu vatan ve Müslümanlık herkesindir.

Kişi kendini bilerek ve isteyerek ayırmak istediğinde dini ıstılah ancak o zaman devreye girer.

Kelâm, fıkıh ve tasavvuf disiplinlerinde bu tür iç yaşam tarzı farklılıkları “takva”olgusuyla açıklanır.

Konu mahremdir.

Buradan hareketle kimse kimsenin Müslümanlığını sorgulayamaz.

Kimse kimsenin takvasını ölçemez.

Tekrarla: Müslüman coğrafyalarda konu takvadır.

İman-küfür kompartımanı yoktur. İnancında ve dininde derecelendirme vardır.

Bu toprakların tek ötekisi hainlerdir.

Bazı hocaların ve cemaatlerin, kendini “tanrının polisleri” addederek önüne geleni dini ifadelerin avantajı ve eziciliğiyle dövmesi istismardır!

Din günü ve hesap günü yalnızca Allah’ındır.

Bazı dini yapıların kendilerini, Allah’ın “mümtaz ve sevgili kulları” olduğu vehmi bir tür İsrailiyattır.

Çürüme ve sapkınlık burada başlar.

Kur’an’da Yahudilik eleştirisinin temeli budur.

“Tanrı ve din sadece bizimdir, biz seçilmiş bir kavimiz!”

Yalnızca kendilerini necat ve felah içinde görenler var.

Türkiye’de neredeyse her dini yapı, dışındakileri ağyar gördü, toplumu küçümsedi, farklı cemaatleri sapkınlıkla suçladı. Kendi içlerinde hadsiz bir mağruriyet geliştirdiler. Seçilmişlik hissini sonuna kadar yaşadılar.

Bu şuuraltı; IŞİD tarzı örgütlere insan kaynağı temin eden felsefi ve dini yolun taşlarını döşüyor.

Bu ülkede Laikler ve dindarlar arasındaki çelişki ve çatışma, Müslümanlık ve kâfirlik çelişkisi ve çatışması değil; Müslümanlar arası bir iç gerilimdir. Ortak bir mahalle öyküsüdür.

Üst yapılar ne düşünürse düşünsün toplum olayı daima böyle gördü.

Bu dip felsefi gerçeklik, iç barışın en büyük teminatıdır.

Bu çapraz, ülkede Müslüman demokrasi olgusunu doğurdu.

Süreçte Müslümanlık ile laikliğin bir tamlamada yer alması da kaçınılmaz olarak başarılacaktır.

Devletin ve milletin basireti, Jeopolitik konumumuz, dini anlayışımız, mezhep, meşrep ve tasavvufi tercihimiz, Cumhuriyet deneyimimiz, Batılı değerlere bakış açımız, bu başarıyı var eden doğurgan dinamiklerdir.

Bu kodlar sayesinde bu ülkede Alevi-Sünni, Kürt-Türk, Laik-İslamcı fay hatları üzerinden iç savaş çıkarılamadı, çıkarılamayacak.

Gün gelecek bu konuda ne kadar uzun bir yol aldığımız herkesi şaşırtacak.

Aksi verileri ve iddiaları kimse önemsemesin ve ciddiye almasın:

Sağ, Sol, Alevi, Türk, Kürt, Liberal, Laik ve İslamcı ortak, organik milli entelektüel gücümüz nitel olarak bu üst vasata ulaştı.

Reina saldırısı din temelli bir saldırı değil, duyarlı bir fay hattını tetikleme arayışı.

Amacı gereği, IŞİD’e üstlendirildi.

Saldırının stratejik hedefinin ne olduğunu toplum ittifakla netleştirdi: Yaşam tarzı duyarlılığı üzerinden ideolojik Laikleri isyan noktasına getirmek.

Birçok laik kanaat önderi, saldırının hemen sonrasında ferasetle olayın adını koydular.

Katliamın arkasında profesyonel bir akıl var.

Dikkat edilirse “sözde IŞİD” sadece; Türkiye’deki militan muhalefetin elini güçlendirecek provakatif eylemlere imza atıyor.

Savaş lobisinin Türkiye ile derdi var.

Planladıkları eylem türüne göre ellerinin altındaki FETÖ, PKK, TAK, DHKP-C ve IŞİD örgütlerinden birini devreye sokuyorlar.

Bilinsin ki, bu örgütlerin elebaşları, adlarına yapılan eylemleri çoğunlukla sonradan duyuyorlar!

Küresel şiddet tüccarlarının, IŞİD’den beklentileri yüksek.

Türkiye’nin yekvücut kararlı duruşu, terör örgütlerini bir bir boşa düşürüyor. Mühimmatları tükeniyor. Biçare kalıyorlar.

Türkiye’yle eşitleme projelerinden dolayı IŞİD’e sınırlı eylem yaptırıyorlardı.

Bilsinler ki bundan sonra da ne IŞİD adına yaptıkları eylemler beklentilerini karşılayacak ne de IŞİD zihniyeti bu ülkede maya tutacak!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s